SON DAKİKA
Hava Durumu

Acılı Şiş Kebap ya da Arzın Şakıyan Kumrusu olmak!

Yazının Giriş Tarihi: 07.10.2011 09:12
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.10.2011 09:12

Bu sürede özel pek çok nedenle, bilgisayarımın başına oturamadım. 

Hımm.. iyi de mevsim sonbahar!

Aşktan söz etmenin mevsimi ise, alışılageldiği üzere, ilkbahardır.

Bu sözü okur okumaz kimilerinizin diline, "Aşkın mevsimi olmaz, bunu herkes bilmeli...." isimli şarkının sözleri dolandı mı?

Sözleri Mehmet Erbulan'a, bestesi Erdoğan Berker'e ait, "nihavent" makamındaki bu şarkıyı genç kuşak bilmiyor olabilir!

Mehmet Erbulan, "Her mevsimde / Her yaşta / Sevmeli Sevilmeli" diyor şarkısında.

Ancak, sevdiğin tarafından sevilmiyor, seni seveni sevmiyorsan, yaşananlar tam bir kâbusa dönüşebiliyor.

Bu nedenle, düşüncende tüm varlığınla tutkun olduğun halde, gerçekliğinde onun varlığına ulaşamadığın aşklara "platonik" denmiş ya!

Şüphesiz, aşkı problemli hale getiren sadece karşılığını bulamayan bu yoğunluklu duygu değil!

Karşılıklı olarak, "ayaklar yerden kesilircesine" yaşanan sevda, bir zaman sonra, her iki tarafın ıstırabı haline de dönüşebiliyor.

Her iki durumda da "Acılı Ş Kebap" misali, hem acıtıyor hem de tadını damakta bırakıyor.

Üzerinde çok kolay söz söyleyeceğini zannedebildiğin, en zor konulardandır aslında, aşk!

Hemen her yaşın dilinde olan bu üç harfli sözcüğün karşılık bulduğu soyut gerçeklik, yaşayanın dünyasına göre biçimlendiği için, hakkında bilgi üretmek zordur.

Duygu Asena, kadının adı gibi, "Aslında aşk da yoktur" derken, onun yaşadıkları, aşka dair gözledikleri neydi kimbilir?

Görmez gözleriyle Veysel'e, "Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa" dedirten, neydi?

İlkokul yıllarımda, ablamın anı defterinden hatırladığım, arkadaşlarından birine, "Aşk bir sudur, iç iç kudur" diye yazdırtan, neydi?

Kimbilir, her birinizin aklına şimdi, bu konuda neler neler sökün etmeye başladı.

Yine çocukluk yıllarımda, yanılmıyorsam ağabeyimin bir defterinin sayfasından okuduğum, "Aşk kalbe girince, akıl seyahate çıkar" sözü ise, hâlâ favorimdir.

Nerdeyse bir sayfa bitti, görüldüğü üzere, ortada kaydadeğer bir laf etmiş değilim.

Amacım yer doldurmak adına yazmak değil. Üstelik böyle bir konuda yazmanın ne kadar zor olduğunu da belirttim.

Ancak, belli bir akıl düzeyine erişmiş her insanın yaşamında varlığı ya da yokluğu ile yer almış bu soyut kavramı anlamaya çalışmaktan kendimi de alamıyorum.

Seksen küsur yaşını aşmış bir tanıdığım, gençlik yıllarındaki aşkını bulmam için yardımımı istediğinde, gözlerim yaşardı.

Eski nişanlısıyla görüştüğünü söyledikleri sevdiğine, nişan bohçasını postalarken, kendisine yalan mı söylenmişti?

Benden, bu sorusunun yanıtını öğrenmem için onu bulmamı istedi. En azından yerini buldum, Sarıyer'e yerleşmişti. Ama oraya gidecek, bu soruya yanıt bulabilecek gücüm yok!

Onun dünyasındaki insanların karşısına hangi kimlikle çıkabilirim ki?

Benim tanıdığım güzel insanım, hâlâ o çıkıp gelecekmiş gibi, yaşıyla birlikte, sağlığının da kendisini terk ettiği bedeninin çöküşüne rağmen, her an tüm zarâfetiyle onu bekler.

Bazen, ona yalan söylemek gelir içimden, "Onu buldum, hep seni sevmiş, seni beklemiş! Senin gururuna yenildiğin kadar, o da gururuna yenilmiş." diyesim gelir.

Aşkta gurur olur mu?

Aşkta gurur olmadığına inanarak, her defasında sevdiğine koşan insanlara aslında ne çok haksızlık yapılır!

Kaçan kovalanır, sözüyle kendini ağırdan satmanın muteber bir durum olduğu sanılır da, aşkın bir hesap işi olmadığı pek kimsenin aklına gelmez.

Sanatçılar, filozoflar kadar bilim insanlarının da gündemindedir aşk.

Aşkın kimyasını çözümleme telaşındadır pek çok bilim insanı. Eldeki veriler de az değil.

Kusursuz arkadaş özeliklerine uygun biriyle karşılaşıldığında, aşkın ilk kıvılcımları ateş alıyormuş. Uyarılan beyin önce, "aşkın molekülü" olarak tanımlanan feniletilamin salgılıyormuş.

Ardından "beynin ödül kimyası" olarak bilinen dopamin, aşık olunan kişiye karşı ilgi ve dikkatin artmasına neden oluyormuş.

Kalp atışlarını hızlandıran norepinefrin ilk etabın son aşamasıymış.

Gerçek aşkın ikinci evresinde, sükûnet, içtenlik, güven ve bağlılığı sağlayan endorfinler devreye giriyormuş.

Üçüncü evre, sevecen bir davranış, dokunuş, kucaklayışla bile ortaya çıkan oksitosin hormonunun salgılandığı evreymiş. Herkesin eşit düzeyde salgılamadığı bu hormon ortaya çıktıkça, aşk duygularını da kamçılıyormuş.

Tabi bir de kişiye ait cinsel kokuları içeren, feromon denilen hormonlar devredeymiş.

Bu hormonların salgılanmasının düzeyleri yaklaşık altı ay ile üç yıl arası zaman diliminde düşüyormuş.(*)

Yaa, şimdi anladınız değil mi, evliliklerin genellikle ilk dört, beş yıl içinde neden sonlanma noktasına geldiğini!

Oysa aşkın da her şeyde olduğu gibi emek istediği; sevdiğini önce bir insan olarak görerek, onun da kendinin de varlığının gelişimine katkıda bulunmak gerektiğini idrak edebilse her seven, aşklar değil dört, kırk dört yılda bitmez, ömürler boyunca sürer.

İnsan olmak, hayvan cinsimizden bizi öyle belirgin bir çizgiyle ayırır ki, hayvan sadece birleşir; insansa sevginin sıcak temasında bütünleşir.

Sevgide dürüst olmayı bilmez havyan, soyunu çoğaltır ama sevgisini üretmeyi bilmez!

Psikiyatr Donatella Marazziti, ruhsal dengeyi sağlayan serotonin hormonunun kandaki miktarını incelediğinde, aşık olanlarda bu miktarın normal değerin yüzde kırk altında olduğu sonucuna varmış.

Bu bilgiye ulaştıktan sonra, favorim olan atasözünü yıldızladım: Aşk kalbe girince, akıl seyahate çıkar!

Yıllardır ilgimi çeken bu konuda, insan kimyasını altüst eden şeyin, kişiye bağlı simya çabaları olduğunu düşünen biriyim.

Bilim insanlarına göre, ilk ateşlemenin bilinçaltında depolanan kusursuz arkadaş özelliklerine bağlı olarak oluştuğu düşünüldüğünde, konuyu anlamak hiç de zor değil.

Çünkü simya becerinizle, karşınızdaki madeninize çeşitli işlemler uyguluyorsunuz.

Madeniniz altın değilken, bilinçaltınızda öyle alaşımlarda bulunuyorsunuz ki, sıradan bir madene, değerli bir maden anlamı yüklüyorsunuz.

Zamanla ne siz, ne o bu yükü kaldırabiliyor ve sır dökülüyor, dökülüyor, dökülüyor.

"Ben senin kafandaki insan değilim" diye haykırsa da karşınızdaki kişi, siz bilinçaltınızın derinliklerinde yankılanan bu sese kulaklarınızı tıkıyorsunuz!

Bu konuda ne düzeyde söz ediyor olursanız olun ya da ne içerikte bilgi üretiyorsanız üretin, son söz şudur ki, hiç kimsenin aşkı sıradan değildir. Kendi varlığı düzeyinde değer ve anlam bulur.

Tıpkı, Özdemir Erdoğan'ın sesinden kulaklarımıza ulaştığı haliyle, "Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" dizelerinde olduğu gibi.

Sizinle bir işbirliğine girişerek, yıllardır düşündüğüm bir projemi gerçekliğe kavuşturmak istiyorum.

Hiç kimsenin aşkı sıradan değildir, düşüncemden hareketle, toprakyesil.gokmavi@gmail.com adresinden, kendi öykünüzü bana ulaştırabilirsiniz.

Zaman alacağını düşündüğüm bir çalışmayla, öykülerinizi, uygun bir anlatımla kitaplaştırmayı plânlıyorum.

Uygun görülmesi halinde, size ulaşabileceğim iletişim adresleriniz üzerinden gerekli görüşmelerin yapılacağını belirtmeliyim.

Sevgiyle kalın.

(*) www.sukrantelcicetinkaya.com/psikiyatrist-antalya.i29.ask
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.