SON DAKİKA
Hava Durumu

Ak Parti; Nereden nereye (Büyük başarı mı, başarısızlık mı?) (3)

Yazının Giriş Tarihi: 16.10.2020 00:50
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.10.2020 00:50

Avrupa Birliği süreci adeta askıya alındı

Avrupa Birliği müzakere sürecine rağmen, AB'nin de haksız tutumunu bahane ederek "Modern Türkiye" hedefinden vazgeçilip, "Siyasal İslam" eksenli bir politik tutumla Türkiye'nin yüzü Ortadoğu'ya döndürüldü.

Oysa AB ile entegrasyon sürecinde hızla yol alan Türkiye, hem Orta Asya, hem Ortadoğu hem de dünyanın gelişmiş ülkeleri ile daha sağlıklı ve güçlü ilişkiler kurabilirdi. Etkin küresel aktör ve bölgesel güç olma yolundaki mücadelesini tahkim edebilirdi.

Özellikle 2011'den sonraki AB İlerleme Raporlarında, Ak Parti iktidarının AB'den uzaklaştığı yönündeki tespitlere kayıtsız kalınmış, bu hususlarda iyileştirme yönünde hiçbir adım atılmamıştır.

AB'nin elbette haksız tutumları, çifte standartları, Türkiye ile ilgili çatlak sesleri vardır. Avrupa siyaseti her zaman ikiyüzlüdür. Ancak Türkiye bu zorlu mücadeleyi bilerek yola çıkmıştır. "Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri yaparız" sözü çok güzel de, bu yönde bir adım olmayınca, sözler havada kalmaktadır. Müzakerelere konu olan 35 başlıkta kolayca yapılması gerekenler bile ihmal edilmiştir.

Öte yandan Rekabet Politikası, Kamu Alımları, Yargı ve Temel Haklar, Adalet Özgürlük ve Güvenlik, Eğitim ve Kültür Politikaları başlıklarında, AB Müktesebatı ile uyuşmayacak adımlar atılmış, verilen sözlerden geri dönülmüştür.

Zaman zaman piyasalara faydası olacak oportünizmi ile, AB'ye katılma noktasında istekli olduğumuz vurgulanmakta, ancak muhataplarımızda bunun bir karşılığı olmadığı anlaşılmaktadır.

Ekonomide yoldan sapma

Ekonomide 2002 sonrası tüm dünyada bol paralı bir dönem yaşandı. ABD kendi parasına verdiği faizi düşürünce, dövizin bol olduğu ve yabancı sermayenin dünyayı dolaştığı bir döneme girildi. Bundan en çok yararlanan ülkelerden biri de Türkiye oldu. 1999'daki son koalisyon döneminde gerçekleştirilen yapısal reformların titizlikle korunması ve ilave yapısal dönüşümlerin hayata geçirilmesi sayesinde Türkiye ekonomisinde, kişi başı milli gelirde ve döviz darboğazında ciddi iyileşmeler oldu.

Fakat ne olduysa, ilerleyen zamanlarda hem mali disiplinden uzaklaşıldı, hem yeni reformlardan vazgeçildi, hem de popülist ve kayırmacı politikalarla har vurup harman savrulmaya başlandı. Kamu kaynakları yandaş kuruluşlara peşkeş çekilmeye, inşaat rantı üzerinden ekonomi politikası oluşturulmaya çalışıldı.

Nihayet reel sektöre, teknolojiye yatırılması gereken o bol paralar AVM ve konut inşaatlarına gitti. Bir taraftan merkezi yönetim, diğer taraftan yerel yönetimler, önceliklerden ziyade, oy getirisi olan popülist nitelikli yatırımlara yönelerek Türkiye ağır dış borç yükü altına sokuldu. 2002'de dış borç stoku 129.6 milyar dolarken, 18 yıllık Ak Parti iktidarı döneminde 3.4 kat artarak yaklaşık 437 milyar dolara ulaştı.

2000 yılında dünyanın 17'nci büyük ekonomisi olan Türkiye 2019'da 20'nci sıraya geriledi. Böyle giderse G-20'nin dışına çıkma ihtimali yüksek gözüküyor. Dünya ekonomisindeki payımız 2013'te yüzde 1.24 iken, 2019'da 40 yıl önceki paya yani yüzde 0.86'ya geri döndük.

Öte yandan bugün itibarı ile dövizdeki büyük artış piyasaları allak bullak etmektedir. 2002 yılında Ak Parti iktidar olduğu dönemde, 1 ABD doları 1.513.102 TL yapıyordu. Üç sıfırı o zaman attığımızı varsayarsak 1 USD 1.513 TL demekti. Oysa şimdi gelinen noktada 1 ABD Doları 7.86 TL yapmaktadır. Yani ekonominin sayısal görünümü 2002 öncesinden çok daha kötüdür. Yine önemli bir ölçü olması bakımından ifade etmek lazım. Dünya Küresel Finans Merkezleri sıralamasında İstanbul 2014'te 42'nci sıradayken, 2018'de 68'inci sıraya gerilemiştir.

Bu arada ortaya konulan ekonomik program ve hedeflerin hiç birisi tutturulamamıştır. Mesela, 2011 Seçim Beyannamesi ile açıklanan "2023 Hedefleri" adlı programda, milli gelir 2 trilyon dolar, ihracat 500 milyar dolar, kişi başı yıllık ortalama gelir de 25 bin dolar olarak ortaya konulmuş, ancak bu hedeflerin hepsinden yine iktidarın yaptığı revizyonla vazgeçilmiştir.

O revizyon programında 2 trilyon dolarlık milli gelir taahhüdü, 875 milyar dolara, 500 milyar dolarlık ihracat tahmini ise, 214 milyar dolara çekilmiştir. 2020 için enflasyon hedefi 9.8 olarak öngörüldü, daha şimdiden yıllık bazda enflasyon 11.75 olarak açıklandı. Ayrıca piyasadaki pahalılığa bakınca, enflasyon rakamı inandırıcı gelmiyor.

Yine rakamlarla devam edelim. 1923'ten 2002'ye kadar tüm Cumhuriyet hükümetlerinin 79 yıldaki toplam harcaması dolar kuru üzerinden 713 milyar dolardı. Ak Parti döneminde 18 yılda harcanan para ise 3 trilyon doları geçmiş vaziyette. Çok övünülen bölünmüş yollara harcanan para, sadece 26 milyar dolar civarındadır. Yani 3 trilyon dolarlık bu büyük harcama, devlet idaresinin rutin işlerine, okul yapımlarına, yerel yönetimlere, üniversitelere, hızlı trene ve diğer kamu yatırımlarına harcanmıştır.

Yap-İşlet-Devret modeli ile, köprü, havalimanı, otoyol, şehir hastanesi gibi yaklaşık 160 milyar dolara yapılan projelere ise bu 3 trilyon dolardan aktarılmamıştır. Bu paralar, önümüzdeki 25-30 yıllık periyotta hazine garantisi verilerek, ödenmeye yeni başlanmış ve ödenmeye devam edilecektir.

Bütün bu ağır tabloya, ekonomi yönetiminin sürekli tozpembe bir tablodan bahsetmesine, "gelecek ay bu aydan çok daha iyi olacak" demesine rağmen, her geçen ay ekonominin sayısal görünümü kötüleşiyor. Bu tutarsızlıklar karşısında ekonomi yönetimine olan güven içerde ve dışarıda dip yapmış durumda. Oysa ekonomide güven, çok önemli bir faktördür. Nitekim tarihi tecrübeden biliyoruz, 1994 ve 2001 ekonomik krizlerinin nedenleri arasında en ağırlıklı etken güven eksikliği idi.

Diğer taraftan birçok ciddi ekonomi otoritesinin söylediği gibi, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik buhranın arka planında, hukuk düzenindeki bozulmanın, temel hak ve özgürlüklerdeki sınırlamaların, şeffaf olmayan kamu yönetiminin, kayırmacılığın, liyakat esaslı olmayan yönetim anlayışının, TBMM denetiminden uzaklaşmanın, yolsuzlukların,  serbest piyasa ekonomisinin temel direği olan eşit rekabet koşullarının ortadan kaldırılmış olmasının, direkt ve dolaylı etkileri vardır.

Bütün bu etkenleri ortadan kaldırmanın tek yolu da yine ciddi ekonomistlerin söylediği gibi ancak yapısal reformlarla mümkün olabilir. Bu yapısal reformlar ise sosyal, siyasal ve ekonomik alanı kapsayacak biçimde, bütüncül olarak ortaya konulmalıdır. Nitekim 2001 krizini yapısal reformlarla aştık. Ak Parti'nin 2011'e kadar ki ekonomik başarısı, o reformların ürünüydü. Bugün de başka çaremiz yoktur, ancak mevcut iktidar reform yapma yeteneğini kaybetmiştir.

Netice itibarı ile şunu söylemek mümkün. Ak Parti dönemi Türkiye için, gelişmiş ülkeler ligine çıkma hususunda tarihi bir fırsatın kaçırıldığı dönem oldu. Oysa başlangıçtaki tutumla yola devam edilseydi, rövanşist politikalara sapılmasaydı, yolsuzluğa, kayırmacılığa prim verilmeseydi, hukukun üstünlüğüne saygılı, herkesin yararına bir düzenden yana olunabilseydi, Türkiye orta gelir tuzağı denilen milli gelirin 15 bin dolarları aşamadığı durumu yaşamayacaktı ve muhtemelen kişi başı milli gelir bugün için 20 bin doların üstüne çıkmış olacaktı.

Ne yazık ki, Ak Parti üst yönetiminin geldiği kültür, lise yıllarından kalma ideolojik takıntılar, Siyasal İslamcı gelenek, kin ve intikam gibi alt kültürel davranış kalıpları, buna müsaade etmedi.

Eğitimde büyük gerileme

Eğitim sistemi çağın icaplarına uygun, eleştirel aklın, özgür ve yaratıcı düşüncenin geliştirildiği bir sistemle yer değiştirmesi gerekirken, sırf ideolojik takıntılarla ekonomiden daha beter bir batağa sürüklenmiştir.

Başlangıçta izlenen, derslik sayısını artırmaya ve fiziki şartları iyileştirmeye dönük hükümet politikası doğruydu ve bundan iyi sonuçlar da alınmıştı. Ancak diğer tüm alanlarda olduğu gibi 2011'den itibaren eğitimde de ideolojik saplantıya esir düşerek, adeta gençlik dönemi duygusallığı ile lise yıllarından kalma yalan yanlış bilgilerin takıntıları ile akıldışı yollara sapıldı.

Sorgulama ve aklı özgür kılma noktasında sorunlu ve daha çok teoloji ağırlıklı derslerin egemen olduğu okullar olan İmam-Hatip okulları, ihtiyacın çok ötesinde çoğaltılarak, eğitimin omugrası haline getirilmeye çalışıldı.

Gelinen noktada, geleceğimizin teminatı olan eğitimimiz, ulusal ve uluslararası alanda çok gerilere düştü. Bu konuda bakmamız gereken ve durumumuzu ortaya koyan veriler PISA verileridir. Dünya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü(OECD), her üç yılda bir 15 yaş grubundaki öğrencilerin durumunu değerlendirdiği ve adına PISA (Program for International Student Assessment/Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) denilen bir program yürütüyor.

Türkiye 2003 yılından itibaren bu programa dahil oldu. Kendi dilinde okuma ve okuduğunu anlama, matematik ve fen bilimleri alanlarında yapılan bu değerlendirmede Türkiye, 2003 yılından 2012 yılına kadar belirli bir artış eğiliminde olduğu halde, 2015 yılında bu alanların tümünde geriye gitti.

Yarışmaya 37 OECD ülkesi ve 31 de partner ülke olmak üzere toplam 78 ülke katılıyor. 2003 sonuçlarına göre Türkiye, matematikte 34'üncü, okuma becerisinde 33'üncü, fen bilgisi ve problem çözme becerisinde 28'inci olmuştu. 

PISA 2015 sonuçlarına göre ise Türkiye, Matematikte 50'nci, Okuma Becerilerinde 50'nci, Fen Bilimlerinde ise 54'üncü sırada yer alarak oldukça gerilere düştü. 

2018'de yarışmaya katılan ülke sayısı 79 oldu. Bu yarışmada ise Türkiye Matematikte 42'nci, Okuma Becerilerinde 40'ıncı, Fen Bilgisi ve Problem Çözmede 37'inci sıralara çıktı.  2015 verilerine göre bir iyileşme olmakla birlikte Türkiye, bütün dönemlerde OECD ülkeleri ortalamasının altında kalmaya devam ediyor.

Ak Parti; Nereden nereye (1)

Ak Parti; Nereden nereye (2)

Ak Parti; Nereden nereye (4)

Ak Parti; Nereden nereye (5)

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.