SON DAKİKA

Batsın bu dünya, yıkılsın bu düzen!

Yazının Giriş Tarihi: 06.08.2025 00:23
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.08.2025 02:05

Memleketin haline ve süregelen tartışmalara bakınca içimiz kararıyor:

“Parayla satılan sahte diplomalar, gerçek diploması iptal edilen belediye başkanı, aylardır süren delilsiz, temelsiz belediyelere yönelik operasyonlar, yanan ve her yanı saran liyakatsizlikle söndürülemeyen ormanlar, LGS sorularının çalındığına ilişkin ayyuka çıkan iddialar, atanamadığı için intihar eden öğretmenler, tarlasını terk eden çiftçiler, zehir akan dereler, yaşam enerjisini ve umudunu kaybeden emekliler, ülkesinden umudu kesen gençler…”

Ve daha bir sürüsü…

Kafanızı kaldırıp şöyle bir dünyanın geri kalanına baktığınızda, (bizdeki boyutta olmasa da) hemen her ülkede benzer “krizler, yozlaşmalar, çözülmeler; demokrasilerde, toplumsal yapılarda, kültürde çürümeler” almış başını gidiyor…

Dünyamız, derinleşen “ekonomik, sosyal ve iklim krizleriyle” birlikte büyük bir yıkıma sürükleniyor…

Tüm bunlar kendiliğinden, birden bire mi oldu?

Dahası nerede bitecek bu hikâye?

Bindiğimiz bu alamet, “kıyametle (yokoluşla)” mi bitecek?!

“Eğer, bir ihtimal daha var” diyemezsek, ne yazık ki; bazen “çaresizlik ve yılgınlık”, bazen “inançsızlık ve umarsızlık”, bazen “umutsuzluk ve tükenmişlik”, bazen “boşvermişlik” içinde savrulduğumuz yer orası…

“Bir ihtimal daha var” ve “başka bir dünya mümkün” diyebilmek için bugün size bazı rakamlar aktaracak, istatistiklerden söz edeceğim.

Ama öyle hemen gözünüz korkmasın, biraz sabır gösterin ve dikkatinizi vererek okuyun, üzerinde çokça düşünün…

Keza, bu rakamlar adım adım nasıl bir “karanlık tünele sokulduğumuzu”, eğer hep birlikte müdahale etmez, “bu düzeni kökten değiştirmezsek” bizi tüketen bu karanlık tünelin çocuklarımızın ve torunlarımızın da ömürlerini, geleceklerini heba edeceğini, dünyamızı bir yıkıma kaçınılmaz olarak götüreceğini açıkça gösteriyor.

Rakamlara bakmak, anlamaya çalışmak bazen sıkıcı, yorucu gibi gözükebilir ama yaşadığımız dünyanın gerçekliği bu rakamları yüzümüze “bir tokat gibi” çarpıyor!

“Uyanmak ve uyandırmak” için zamanı gelmediyse, az ötede ”bir yumruk serisi” hepimizi bekliyor…

“Dur” demezsek, “yıkım” bir olasılık değil, kesin gelecek.

O yumrukları yedikten sonra yerden kalkabiliriz miyiz, orası meçhul!

Başlayalım…

ÇALINAN YALNIZCA SERVETİMİZ DEĞİL, HAYATLARIMIZ!

Sizlere aktaracağım veriler kürsel ve Türkiye’deki “servet ve gelir dağılımını ve değişimini” gösteren istatistikler olacak.

Önce genel birkaç rakam…

Boston Consulting Group (BCG) Global Wealth Report 2025 raporuna göre, 2024 sonunda dünya genelinde net servet tutarı 512 trilyon USD’ye ulaştı. Bu, bir önceki yıla göre yüzde 4,4 artış anlamına geliyor. Bu, “finansal varlıklara, gayrimenkullere, yatırımlara, nakde ve diğer servet bileşenlerine” dayanan bir hesaplamayı içeriyor.

Bu küresel servetin bölgesel olarak dağılımı ise şöyle:

“Kuzey Amerika (yüzde 31), Batı Avrupa (yüzde 19), Asya-Pasifik (yüzde 19), Çin (yüzde 17) Latin Amerika (yüzde 3), Afrika (yüzde 1).”

Dünya yetişkin nüfusunun (5,4 milyar) yüzde 1’i (60 milyon kişi) dünya servetinin yüzde 48’ine (226 trilyon USD) sahipken, dünya nüfusunun en altındaki yaklaşık yüzde 50 (2 milyar kişi) dünya servetinin yüzde 1’inin altında (5 trilyon USD altında) bir servetle yaşam mücadelesi veriyor.

Dünya yetişkin nüfusunun yüzde 1’inin küresel servetten aldığı payın 1970-2025 arasındaki değişimi ise şöyle:

1970–2025 Yılları Arasında En Zengin yüzde 1’in Küresel Servet Payı
(Kaynak: World Inequality Database, Our World in Data işlenmiş verileri 2025 itibarıyla)

2020’de pandeminin başlamasıyla servet transferindeki korkunç artış bugün küresel adaletsizlik ve sosyal çalkantıların temel nedenini de açıklıyor.

Dolar milyarderi sayısındaki artış da bu tablonu teyit eden bir başka gösterge.

2000–2025 Dönemi – Dünyadaki Milyarder Sayısı ve Milyarderlerin Toplam Serveti

TÜRKİYE’DEKİ TABLO NASIL?

Credit Suisse/UBS ve TÜİK verilerine göre servet ve gelir dağılımı açısından ülkemize baktığımızda dünyayla paralel (bazı göstergelerde çok daha kötü) bir tablo görülüyor…

Toplam hane serveti: 1,4 trilyon USD (2025 tahmini, döviz dalgalanmasına göre değişebilir)

Yetişkin nüfus: 61 milyon kişi

Kişi başına ortalama servet: 23.000 USD - (Ancak medyan servet yalnızca 5.500 USD; eşitsizlik çok yüksek).

(Not: Medyan servet, bir ülkedeki ya da gruptaki bireylerin servet dağılımı sıralamasında tam ortadaki değeri ifade eder. Yani medyan servet toplumdaki kişileri en yoksuldan en zengine doğru sıraladığımızda, ortadaki kişinin sahip olduğu serveti gösterir. Gerçek bir bireyin veya hane halkının tipik olarak sahip olduğu serveti gösterir.)

Türkiye’de milyonerler (USD bazında) ise yaklaşık 125.000 kişi (2025) servetin yüzde 60’tan fazlasını elinde tutuyor.

Banka milyonerleri: TÜİK ve BDDK verilerine göre TL milyonerleri 600 bini aştı; dolar bazında düşüyor, ama lüks harcamalar ve mülk artışı dikkat çekici.

“Varlık Dağılımı Özellikleri”ne bakıldığında ise, servetin yüzde 65’i gayrimenkulde (özellikle İstanbul, Ankara, Bodrum, Bursa, İzmir gibi kentlerde). “Finansal Varlıklar” ise TL bazında mevduat, döviz, altın, sınırlı hisse yatırımı şeklinde. “Hanehalkı Borç/Gelir Oranı” ise yüzde 45’in üstünde bir oranda yüksek bir borçluluğa sahip.

Eşitsizlik Gini Katsayısı: Servette 0,83 ile OECD ortalamasının çok üzerinde.

Not: Gini katsayısı, gelir veya servet dağılımındaki eşitsizliği ölçen bir istatistik gösterge. Gini katsayısı 0’a yaklaştıkça eşitlik artar, 1’e yaklaştıkça eşitsizlik artar.)

Servet Dağılımı Göstergeleri

Yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı gibi Türkiye’de 125 bin kişi servetin yüzde 60’ını elinde tutarken, 61 milyonluk yetişkin nüfusun yaklaşık yarısı (30 milyon kişi) yüzde 4-5 servet ile hayatını sürdürüyor.

Aktarmaya çalıştığım gibi dünya istatistikleri de benzer bir tabloya sahip.

BU BİR KADER DEĞİL, NEOLİBERALİZMİN İNŞASI VE ZAFERİ

Peki, bu adaletsiz, eşitsiz tablo kendiliğinden mi oluştu?

Halklar, aralarında anlaşmış gibi elbirliğiyle yoksulluğu, adaletsizliği mi seçti?

Elbette hayır!

Tarihsel olarak adaletsizliklerin artma eşiklerine baktığınızda neoliberal dalganın başladığı, ülke iktidarlarını ele geçirmeye başladıkları ve kamunun elindeki (su, elektrik, enerji, eğitim, sağlık, ulaşım, telekomünikasyon, tarım gibi) kurumların özelleştirilerek yağmalanmaya başladığı dönemlere denk geldiğini göreceksiniz. Özellikle 2020’den sonra “finans sermayesinin” soygunlarıyla bu adaletsizlik korkunç bir boyuta ulaştı.

Kamunun elinde ne var ne yok “verimsiz çalışıyorlar” gibi safsatalarla talan eden neoliberal sermaye sınıfı, özel tekeller yaratarak “kâr kaygısı ve motivasyonuyla”, “verimsizliğin kralını yaratarak” yoksulların fonladığı ulusal bütçeleri çaldı ve büyük bir sermaye transferine neden oldu.

Oysa bu kurumlar kamu kontrolündeyken “sosyal destek ve tranferlerle” ulusal bütçeden pay alıyor, geniş kitlelerin doğrudan ya da dolaylı olarak ulusal servetten pay almalarını, “refah düzeylerini” artırmalarını, ayrıca halkın “fiili olarak hizmetlere erişmesini” sağlıyordu.

Bir önceki "Sadece sandık değil, gönülleri ve zihinleri kazanma zamanı!" başlıklı yazımda da anlatmaya çalıştığım gibi neoliberal iktisat ideoloji öyle bir algı ve siyasal düzen yarattı ki, halklar nezdinde “serbest piyasa” ve “neoliberal ideoloji” tek rasyonel seçenekmiş gibi “zihinsel hegemonya” kuruldu.

Sermaye sınıfına, “özelleştirmeler, vergi af ve istisnaları, faiz” politikalarıyla “servet transferi” artırılırken, özel sektörün kucağına terk edilen milyonlarca vergi veren “ücretliler, yoksullar”, temel insan hakkı olan “eğitim, sağlık, gıda, barınma” gibi ihtiyaçlarını “işsizlik ya da asgari ücretle” özel sektör üzerinden karşılamaya mahkûm edildi.

Bir taraftan ödedikleri vergiler bütçe transferleriyle (ideolojik ve sınıfsal tercihlerle) yağmalanırken, diğer taraftan da kamunun sağlaması gereken eğitim, sağlık gibi birçok hizmete sınırlı gelirlerinden ödeme yaparak karşılamak (ki çoğunlukla bu hizmetlere erişememek) gibi çift taraflı soygunu içeren acı bir tabloyla yüz yüze kaldılar.

2025 yılı itibariyle geldiğimiz dramatik tablo ve yaşadığımız kaos bu.

Bu, sürdürülemez, dünyayı derin bir kaos ve buhrana, sosyal patlamalara götüren tablo.

“Kahin olmaya, büyük bir analist” olmaya gerek yok; rakamların ayak izini takip edin, kafanızı kaldırıp dünyaya şöyle bir bakın yeter!

Son 3 yıldır dünyayı kasıp kavuran “yapay zeka temelli teknolojik devrimle” birlikte bu süreç daha acı verici ve dramatik evreye geçecek; 2025-2030 arasında bu rakam ve istatistikler milyarlar aleyhine artmaya devam edecek.

“Yapay zeka, otomasyon ve robotik sistemlerin” etkisiyle üretim ve hizmet sektöründe (X ve Y kuşağı başta olmak üzere) “kitlesel işten çıkarmalar artarken”, yeni mezunların istihdam oranları da sınırlı kalınca, yukarıdan ve aşağıdan aynı anda basıncı artan “kitlesel bir işsizlik fırtınası” yaşanacak.

Dev teknoloji şirketleri bilançolarına kâr üzerine kâr, servetlerine servet katmaya devam ederken, ülkelerde hiçbir kamusal güvencesi kalmayan milyarlar açlığa, yoksulluğa, yoksunluğa terk edilecek.

Ülkelerdeki siyasal sistemler ve partiler de bu gerçekliğe uygun, insanların umutsuzluk ve karamsarlığına karşılık çözüm üretemeyince (ki sağ/sol tümü neoliberal akılla şekillendirildiği için) derin bir “siyasi boşluk ve kaos oluşmaya” devam edecek.

İtalyan düşünür Antonio Gramsci’nin o ünlü sözündeki gibi:

“Eskinin ölmekte olduğu ama yeninin henüz doğamadığı bir dönem vardır; bu aralıkta birçok hastalıklı belirti ortaya çıkar.”

Tam da öyle “araf bir dönemi yaşıyor”, labirentin içinde çıkışı arıyoruz!

(Bir sonraki yazıda Gramsci’nin bu sözü etrafındaki fikirlerini günümüze uyarlayarak bir analiz yapmaya çalışacağım.)

NE YAPMALI?

Ne yapmalı sorusuna yanıtlarken, “öncelikle artık ne yapmamalı” sorusuna acil yanıt bulunmalı.

Artık “neoliberal iktisat ideolojisini”, “serbest piyasayı”, “kapitalizmi” kutsamayı, “çoklu organ yetmezliğiyle entübe edilmiş bir sistemi” ve hâlâ seçeneksizmiş gibi ezberlenmiş, dayatılmış iktisat öğretilerini ve ön kabulleri acilen “terk etmek gerekiyor”.

Çözüme ve çareye odaklanabilmek için bu “biçarelikten” uzaklaşılmalı.

İkincisi, özellikle sol adına politika üreten “siyasal partileri” bu neoliberal ideolojinin “işgalinden kurtarmamız” gerekiyor. Solun, yeniden “kamuya, toplumsallığa, adalete, eşitliğe, adil bir servet ve gelir dağıtımına” geri dönmesi gerekiyor.

Sonra yapılması gerekenler aşamasına geçilmeli…

Çok zor ve karmaşık değil aslında…

“Neoliberal dalgayı tersine çevirmek”, halkın karşısına “eğitim, sağlık, ulaşım, enerji, su, konut, gıda” gibi temel hakları ilgilendiren alanlarla ilgili “yeni bir kamusallaştırma politika ve programlarıyla” çıkmak gerekiyor. Usulsüzlüklerle, özelleştirme adı altında yağmalanarak gasp edilmiş olan halka ait değerlerin halka geri verilmesi zorunlu. Bunu yapmaktan ürken, program haline getirmekten çekinen partilerin neoliberal işgal altında kalmaya devam ettiklerini ve yeni nesil bir solu temsil edemeyecekleri her yerde yüksek sesle haykırılması gerekiyor.

Temsili demokrasinin sermaye kuşatmasından kurtarılması, geciktirilemez, ötelenemez acil bir ihtiyaç ve görev…

Ayrıca bunu yapma beceresi gösteremeyen sol partilerin halkta umut ve heyecan yaratamayarak bir karşılık bulamayacaklarını da kısa sürede anlayacaklar; yıllardır olduğu gibi! Bu vesileyle, yalnızca, “gerçek sol program ve partiler” doğana kadar, halkın bir süre daha “aşırı sağın popülist dilinden” medet ummasına, umutsuzluk içinde partilerden uzak durmasına, “siyasi boşluğun” devam etmesine imkan tanıyacaklar.

Acilen bozulan toplumsal adaletsizliğin yeniden tesis edilebilmesi için “servet vergisi ve miras vergisiyle” yeniden dağıtım sağlanmalı. Bu yönde program ve girişimler gündeme geldiğinde “servet düşmanlığı yapılıyor” gibi yıllardır olageldiği gibi neoliberal zihniyetin kalelerinden (kurumları, medya ve kanaat önderlerinden) gelebilecek karşı saldırılara bir kez daha yenilmemeli. Türkiye üzerinden örnekleyecek olursak 125 bin kişi büyük bir servet içindeyken, en az 30 milyon yetişkin yurttaşın açlık ve yoksulluğa mahkum edilmesi hiçbir “ideoloji, akıl ve mantıkla” açıklanamaz! Bu olsa olsa ancak özellikle son 30 yılda yoksullardan “haksız ve hukuksuzca” (ç)alınanların geri verilmesi olarak yorumlanabilir!

“Kamu hizmetlerinin ücretsiz ve evrensel” hale getirilmesi, topluluk temelli “yeni mülkiyet modellerinin” geliştirilmesi, yapay zeka teknolojisiyle şekillenen yeni dünyaya uyumlu “otomasyon robot vergilerinin” getirilmesi, insan temelli işgücüne talebin azalacak olması nedeniyle çalışma gün ve saatlerinin azaltılması (zamanla çalışma sonrası dünyaya hazırlık ve “tam istihdam politikasını” terk ederek “tam işsizlik politikasına” geçme), “katılımcı bütçeleme” ve “demokratik planlama” araçlarının üretilmesi, “iklim adaleti” ve “ekososyal kalkınma stratejileri” gibi yeni nesil solu temsil edebilecek program ve politikalara geçilmesi gerekiyor.

Kamusal Alanın Ölümü: Devlet Nasıl Piyasanın Hizmetkârı Oldu? (3)

18.08.2025 00:21

“Devlet sorun değil, çözümdür diye düşünenler yanılıyor. Devlet sorunun ta kendisidir.” (Ronald Reagan, 1981 Başkanlık Yemin Töreni) ABD Başkanı Ronald Reagan’ın bu sözleri sadece göreve yeni başlayan bir başkanın görüşü değil, “kamusal alanın” sistematik yıkımının ilan edilişiydi. Reagan'ın dudak

Piyasa Öznesinin İnşası: Birey Nasıl Şirket Haline Geldi? (2)

17.08.2025 09:49

"Kendine yatırım yap, en iyi şirketin sensin." (Sosyal medyada viral olan bir motivasyon hesabının paylaşımı) Bu slogan, neoliberalizmin insan zihnindeki en derin dönüşümü özetliyor. Sömürüyü “özgürlük”, güvencesizliği “fırsat”, yalnızlığı “girişimcilik ruhu” olarak paketleme sanatı. Peki, bu dönü

Neoliberalizmin Doğuşu ve İdeolojik Temelleri (1)

15.08.2025 08:14

"Toplum diye bir şey yoktur. Yalnızca bireyler ve onların aileleri vardır." (Margaret Thatcher, 1987) Bu sözler sadece bir İngiliz başbakanın kişisel görüşü değildi. 1980'lerde dünyayı kasıp kavuran bir devrimin manifestosuydu. Thatcher'ın dudaklarından dökülen bu cümleler, aslında yarım asırdır s

Araf dönemden çıkış: Neoliberal labirentten yeni sol ufka

12.08.2025 00:05

Dünya, tarihin en huzursuz “bekleme odasında”. Kapitalizmin kalbini oluşturan “neoliberalizm” ölüm döşeğinde, fakat yerine geçecek yeni düzen hâlâ doğmadı. Antonio Gramsci’nin neredeyse bir asır önce söylediği, “Eskinin ölmekte olduğu ama yeninin henüz doğamadığı bir dönem vardır; bu aralıkta birç

Batsın bu dünya, yıkılsın bu düzen!

06.08.2025 00:23

Memleketin haline ve süregelen tartışmalara bakınca içimiz kararıyor: “Parayla satılan sahte diplomalar, gerçek diploması iptal edilen belediye başkanı, aylardır süren delilsiz, temelsiz belediyelere yönelik operasyonlar, yanan ve her yanı saran liyakatsizlikle söndürülemeyen ormanlar, LGS soruları

Sadece sandık değil, gönülleri ve zihinleri kazanma zamanı!

03.08.2025 01:41

“Eğer bir ulusun iktisat kitaplarını ben yazacaksam, o ulusun yasalarını kimin yazdığı ya da üst düzey hukuk metinlerini kimin tasarladığı umrumda bile olmaz.” ABD’li ünlü iktisat profesörü Paul Samuelson’un bu düşüncesi dünyanın son 75 yılına damga vurdu ve tam da dediği gibi oldu… 1945’te Mont P

CHP komisyonla tuzağa mı çekiliyor?

01.08.2025 00:08

CHP, iktidarın “terörsüz Türkiye” olarak tanımladığı sürecin bir parçası olarak TBMM’de kurulması kararlaştırılan komisyona, nitelikli çoğunlukla karar alınması şartının kabul edilmesi üzerine üye vereceğini açıkladı. CHP lideri Özgür Özel, komisyona “evet” derken derin şüphe duyan başta CHP içinde

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Bursaport.com En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.