Medya günlerdir kızgın bir ejderhanın ağzından kamçı gibi çıkan yalazı görüntüleriyle alev alev yanıyor. Arkasını deli esen rüzgârlara dayamış o kamçı bir solukta ağaçları tutuşturuyor, sonra bir bakıyorsunuz koskoca bir ormanı içindeki tüm canlılarla birlikte yalayıp yutmuş.
Evet, dünya kurulalı beri kendi kendine çıkıp kendi kendine sönen yangınlar şimdilerde insan eliyle çıkartılıyor ama insan eliyle söndürülemiyor.
Çünkü söndürmek isteyenlerin karşısına orantısız gücü ile dikilen alevler onları da yutuveriyor.
Orantısız dedim, doğru. Ne kadar orman o kadar tedbir, ne kadar tedbir o kadar ekipman olması lâzım değil mi?
Yok, değil. Bu hesaplamalara artık gerek yok.
Çünkü çoğu ya yanmış ya da talana açılmış olduğundan kısa bir zaman içinde ortada yanacak orman kalmayacak. (Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistiklerine göre 2012–2022 döneminde orman arazilerinde toplam 109.884 hektar maden izni verildi.)
Kıyıda köşede kalanları da birkaç seneye küle çevirdik mi al sana tertemiz, pırıl pırıl bir memleket.
Yangın söndürme uçağıydı, helikopteriydi, bilmem neyiydi, daha fazla masraf etmeyelim boşu boşuna.
Zaten Cumhurbaşkanımızın söylediğine göre ülkemiz 27 yangın söndürme uçağı, 105 helikopter, 14 İHA, 6 bine yakın kara aracı ve 25 bini aşkın personelle Avrupa’nın en hazırlıklı ülkelerinden biri imiş. 2002 yılında 73 ton olan havadan su atma kapasitesi, 2025 itibarıyla 438 tona yükseltilmiş.
Valla ben bilmem. Benim gördüğüm jant üzerinde giden aracı ile su taşıyan köylü. Seferber olmuş halk. Yanan köyler. Yanan hayvanlar. Yanan ağaçlar. Söndürülemeyen ama yanacak bir şey kalmadığı için sönen bir yangın. Yangına elinde hortum, üzerinde itfaiye armalı bir tişört ile müdahale eden itfaiyeciler ve insanüstü bir gayret ile yangın alanına durmaksızın sorti yapan pilotlar…
Üzülmeyelim; Cumhurbaşkanımızın zikrettiği sayılar bugünkü yangınları söndürmeye yetmiyor ama ileride çıkacak birkaç yangını söndürmeye yeter de artar.
Toplamda 23 milyon hektar olan ormanlık alanlarımızda 2024 yılında çıkan 3 bin 800 orman yangınında 27 bin hektar alan zarar görmüş.
(Maden izinleri) 109.884 ha
(Yanmış alan) 27.000 ha
Toplam kayıp: 136.884 ha
2025 izinlerini ve 2025 yangınlarını bilahare ekleyeceğiz artık.
(24–26 Haziran arasında 8 adet büyük ölçekli yangın çıktı. Yangınlar sonucu 17 kişi öldü ve 50 binden fazla kişi tahliye edildi. Yangınlardan dolayı 80 bin hektardan fazla alan kül oldu ve yerleşim yerlerine yangınlar sıçradı.)
Yağdır Mevlâm su
Ha bu arada haklarını yemeyelim; Bursa’da bir türlü söndürülemeyen yangınlar için Yağmur Duası daveti yapıldı ve “28 Temmuz 2025 Pazartesi günü Ulu Cami ve tüm camilerimizde sabah namazına tüm halkımız davetlidir.” dendi. Sabah namazı ve yağmur duası için camiye gelenlerden Allah razı olsun.
Olsun da; akıllara düşen soru şu; “Niçin daha önce denmedi?”
Neyse, ben müjdeyi vereyim: Meteorolojinin 5 günlük harita ve uydu görüntülerine göre 30 Temmuz Çarşamba günü yağmur geliyor. (Hava tahmini yapan Kızılderili kardeş, senin de kulakların çınlasın.)
1 gün yağacak bir yağmur devam eden yangınları söndürmeye yeter mi bilmem. Hem, sönse ne olacak. Hava sıcak, otlar kuru, rüzgâr kuvvetli, duyarlılık desen yok, temizlik desen yok, öngörü desen yok.
Üstelik yangın çıkartmak isteyen bir akıl için bir bidon benzin ve çakar çakmaz çakan bir çakmak ya da kendisi de ağaçtan yapılmış bir kibrit çöpü ne güne duruyor...
Döküverirsin, çakıverirsin, yakıverirsin sonra da kaçıverirsin…
İşin duan, duan işin olsun
İnsan işini layıkıyla ve sorumluluk duygusuyla, yani dua eder gibi yaparsa onun en büyük duası olan yaptığı iş yerine ulaşır ve duası kabul olur.
25 Ocak 2020 tarihli bir yazımda:
“Vatandaş işin doğrusunu yanlışını bilemez her zaman. Cebinden çıkacak parayı hesaplayıp işin ucuzuna kaçabilir. Bunu belli bir standarda oturtmak ve kanunu nizamı uygulamak devlet kurumlarının işi.
Göz kapatıp avanta alınca, üzerine de dua edince olmuyor.
Dua tek başına yetmiyor.
Duayı başından edeceksin.
Senin duan dürüstlüğün ve doğruluğun olacak.
Üzerine yine el açıp şefaat dile. Geri çevrilmezsin.” demiştim.
Yine aynısını diyorum.
Koru kolla
Bir felaket olduktan sonra yapılan çalışmalar çok önemli ancak esas önemli olan felaketi oldurmamak.
Bunun için konulacak hedef de, koruyucu hekimlik mantığı ile önce hasta olmamak. Yangın çıkmasını, çıkanın yayılmasını önleyebilmek. Halkı ayrı, yönetimleri ayrı, kurumları ayrı bilinçlendirmek. Kuralları koymak ve tartışmasız uygulamak. Bilimi ve teknolojiyi kullanmak. Ve her an teyakkuzda olmak.
Halk burada
Her felakete koşan, her taşın eline altını koyan, vatanı vatan, devleti devlet bilen insanlar daha ne yapsın? Bir yandan orman talanını durdurmaya çalışıyor, bir yandan orman yangınıyla mücadele ediyor, bir yandan üzerine yüklenen yüklerin ağırlığı altında eziliyor.
Vergi desen çifter çifter, zam desen yağmur gibi, maaş desen cücük kadar. Hak, hukuk, adalet diye haykırırsa da hop içeri.
Yurttan sesler
- Yangın uçağı alma parası ve faiz. (Evrensel gazetesinden Uğur Zengin’in haberine göre: “Son 5 yılda 6.2 milyar TL faiz geliri elde eden Orman Genel Müdürlüğü, 2024 yılında Jandarma Genel Komutanlığı ve Rusya Acil Durumlar Bakanlığı ile protokol imzalayarak toplam 75 adet hava aracı kiraladı. 3 yıllık kiralama kapsamında; 50 helikopter için 2.1 milyar TL, 14 uçak için 1.2 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığından kiralanan 10 helikopter için 251.7 milyon TL ve Rusya Acil Durumlar Başkanlığından kiralanan 1 uçak için 164.6 milyon TL ödeme yapıldı. Buna göre toplam 75 uçak için üç yıllık kira tutarı 3.7 milyar TL oldu. Üç yıl için 75 uçağa yapılan harcama tutarı 2024 yılı parasal değerlerine göre son 5 yıllık faiz gelirinin yüzde 31.76’sı, son 5 yıllık toplam kârın ise yüzde 6.75’i kadar oldu. 2024 yılı uçak kiralamaları tutarının kâr ve faiz gelirine oranı ise sadece yüzde 5.57’si kadar gerçekleşti.”) Hatırlayın, Adıyaman depreminde de Kızılay çadır satmıştı.
- Kartalkaya yangınındaki gibi ‘yanan alanların sorumluluğu kimde’ konusu yine gündemde. (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin, kırsal bir bölgedeki mahallenin yakın çevresindeki orman alanlarında çıkan yangından Orman Genel Müdürlüğü’nün sorumlu olduğunun altını çiziyor. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında özel kanunlarla düzenlenmiş kırsal alanlarda yetki ve sorumluluk büyükşehirde değil. Ancak yangın yerleşim alanlarına sıçrarsa Büyükşehir’in yetki alanına giriyor. Belediyelerin itfaiye hizmetleri de burada devreye giriyor. Şahin, eğer yangın bir yerleşim yerinde başlarsa ilk müdahale büyükşehir tarafından, yangın orman alanına sıçrarsa Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılması gerektiğini belirtiyor. Kaynak: teyit.org)
- Yangına koşan itfaiyeden köprü geçiş ve feribot parası almak nedir? (Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücretlerine ilişkin olarak yapılan sözleşmeler doğrultusunda ambulansların yanı sıra itfaiyelerin, sağlık kuruluşlarının araçlarının, askerî araçların ve polis araçlarının da geçiş ücreti ödediği ortaya çıktı. Bahsi geçen araçlar yalnızca köprü üzerinde veya otoyolda meydana gelen bir kazaya ya da olağan dışı bir duruma müdahale etmek için geçerlerse geçiş ücreti ödemeyecek. Bozcaada’daki yangına giden itfaiyenin tatilciler sıralarını vermediği için feribota binemediğini de unutmayalım.)
- CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Atatürk Orman Çiftliği’nden 403.000 metrekare orman arazisinin eski Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın üniversitesine Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla verildiğini söyledi.
- Yağmur duasına çıkanlara bir minik hatırlatma: Ağaç olmazsa yağmur olmaz!
- Sosyal medya paylaşımlarından birinde, yangının üzerine tekbirlerle gidenlerin, yangın üzerlerine ilerleyince tekbirle kaçıştıklarını gördüm. Erkan Yolaç’ın tabiriyle, Mehter Marşı’yla gelip İzmir Marşı’yla dönmek mi desem ne desem… Bu duruma söylenecek en güzel söz, ‘önce tedbir sonra emanet’ olmalı.
- Orta Çağ karanlığının karanlık rahipleri vebanın Allah’ın bir cezası olarak günahkâr insanlar için gönderildiğini, böylece kötülerin cezalandırıldığını söylerdi. Ta ki kendileri de vebaya yakalanana kadar.
- Yangının ortasında kalarak ölenler bir yanda, eğitim sırasında bedenleri susuz kaldığı için ölen askerler bir yanda, nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde mağarada ölen askerler bir yanda, ‘rüşvet değil sadaka’ aldığını söyleyen Diyanet’in Mekke sorumlusu Ahmet Daştanbek bir yanda…
İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle haykıralım;
“Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda!”
Tamam ama bunlar başka…
Bu ahval ve şerait içinde yaşamaya çalışıyoruz işte.
Şartlar adeta savaş şartları.
Ama düşman nerede göremiyoruz. Hain kim bilemiyoruz.
İçimizde mi, dibimizde mi, yukarıda mı, aşağıda mı, nerede?
Eyyy hainler, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyor iseniz yaşattıklarınızı yaşamadan bu dünyadan göçmeyiniz…
Orhan Pamuk'un "Kafamda Bir Tuhaflık" kitabında anlattığı boza satıcısı Mevlut Karataş’ın kafası gibi bu ara kafam. Tuhaf, karışık, bomboş, dopdolu, sersem, dikkatli, dikkatsiz, sisli, bulutlu, berrak, ağlak, umutsuz, üzgün, neşeli... Bir garip... Bir değişik... Hangi Çinli "Tuhaf zamanlarda yaşaya
İnsan yaşadığı yerde istemsizce bir körlük oluşturuyor. Geçtiği sokakları fark etmiyor, oturduğu evi fark etmiyor, yanında yamacında var olan insanların değerini fark etmiyor. Çevresine dışarıdan bir gözle bakmayı hiç akıl etmiyor. Başka şehre gittiğinde, başka bir eve konuk olduğunda ya da başka i
Medya günlerdir kızgın bir ejderhanın ağzından kamçı gibi çıkan yalazı görüntüleriyle alev alev yanıyor. Arkasını deli esen rüzgârlara dayamış o kamçı bir solukta ağaçları tutuşturuyor, sonra bir bakıyorsunuz koskoca bir ormanı içindeki tüm canlılarla birlikte yalayıp yutmuş. Evet, dünya kurulalı b
Bekir Coşkun’un Günaydın gazetesindeki köşesinin adı Dokuzuncu Köy idi. Sabah gazetesine geçtiğinde köşesinin adı Onuncu Köy oldu. Zaman içinde farklı gazetelerde yazsa da, On’dan başka köye taşınmadı. Abdullah Gül için “O benim Cumhurbaşkanım olamaz” dediği için kendisine “İstemeyen vatandaşlıktan
Yangınların yurdumuzun batısını ele geçirdiği şu günlerde yine Anadolu'nun batısında, o dönem bir liman kenti olan Efes'te Milat öncesi tarihlerde geçen bir öykünün anlatıldığı oyunu Bursa Baro Tiyatrosu Tiyatro Advocato'dan izledik. Bir Efes Masalı oyununu Grigory Gorin'den Filiz Ofluoğlu çevirmiş
Bazen gök o kadar bulutsuz ve o kadar berrak olur ki, yıldızlar adeta üzerinize yağar. Işıl ışıl bir örtü gibi üzerinize serilen ve uzansanız yıldızları tutacak kadar yakınlaşan gökyüzü hem insanı kainatın içinde bir zerre bile olamadığına hem de varlığı ile biricik olduğuna inandırır. Tam o anda c
Pek çok ülkede koltuğun cazibesine kapılan yok da, niçin az gelişmiş ülkelerde var? Evet, doğru bildiniz. Sorunun cevabı sorunun içinde. "Az gelişmiş oldukları için." Klasik söyleminizi dilinize dolayıp, "Ama bizden önce dünya bile yoktu!" derseniz, "Ama insanlık vardı" derim... İnsan dünyaya hâ