SON DAKİKA
Hava Durumu

Milletvekili adayı Prof. Dr. Pala: Hedef kamucu, eşit, ücretsiz sağlık

CHP’nin Bursa 1. Bölge 1. Sıra Adayı olan halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, Meclis'e girmesi halinde sağlık sisteminin eşit, kamucu ve ücretsiz olması için çalışacağını söyledi.

Haber Giriş Tarihi: 16.04.2023 13:36
Haber Güncellenme Tarihi: 16.04.2023 13:59
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
Milletvekili adayı Prof. Dr. Pala: Hedef kamucu, eşit, ücretsiz sağlık

PELİN AKDEMİR / BURSAPORT

Bursa, 20 milletvekilli ile Meclis’te temsil edilen Türkiye’nin 4’ncü büyük şehri. Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, 14 Mayıs seçimlerinde CHP Bursa 1. Bölge 1. Sıra Adayı…

Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı iken CHP’den milletvekili adayı olmak için görevinden ayrılarak emekli oldu. Özellikle pandemi döneminde halkı bilimsel veriler ışığında bilgilendirmek için yaptığı açıklamalar nedeniyle hakkında pek çok kez soruşturma açıldı.

Pala, seçilmesi halinde halk sağlığı alanındaki mücadelesine Meclis’te devam edeceği mesajını verdi.

‘SİYASETİN GÜNDELİK HAYATA MÜDAHALESİ YETERSİZ’

Öncelikle milletvekili adaylığınızı tebrik ederim. Neden milletvekili olmak istediniz?

Doğru soru, neden benim gibi bir akademisyenin milletvekili olmak istemesi. Türkiye’nin gidişatından duyduğum memnuniyetsizlik ve siyaset alanını yalnızca siyasetle uğraşabilen kesimlere bırakmanın yanlışlığı beni üzerime düşeni yapmaya yöneltti. Çünkü siyasetin gündelik hayata müdahalesini yetersiz buluyordum. Son 20 yıldır uygulanan politikaların eşitsizlikleri azaltmayı bırakın arttırdığını gözlüyordum. Farklılıkları zenginlik olarak içselleştirip herkesin eşit yurttaş olacağı ülkeyi hayata geçirme sorumluluğumuz var. Aksi halde yaşadığımız hoşnutsuzluklar daha da artabilir.

Neden diğer sol partiler değil de Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili adayı olmak istediniz?

CHP’nin tüzüğünde benim nasıl bir Türkiye özlediğime ilişkin kapsayıcı bir çerçeve çizdiğini görüyorum. CHP’yi tüzüğündeki kararlaştırılmış maddelere uygun olarak ülkeyi yönetecek pozisyona getirebilirsek insanların rahat bir nefes alabileceğini düşünüyorum. Sol partilerin toplum için bir sis çanı görevi gördüğünü, insanların nereye doğru gitmesi gerektiği konusunda önemli bir perspektif sunduğunu düşünüyorum. Ama bizim kararları hem verecek hem de uygulayacak bir siyasi partiye ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. CHP, tarihte önemli işlevler üstlenmiş bir partidir. 1930 yılında çıkarmış olduğu Umumi Hıfzıssıhha Kanunu bugün halen pandemi gibi küresel bir soruna karşı mücadele etmek için hükümetin kullanmak zorunda kaldığı bir yasal düzenleme. Üzerine bir satır dahi ekleyemediler. Bu ülkeyi eşit yurttaşlık yaklaşımın üzerinden kurgulayacak bir politik perspektife sahip bir parti olduğunu düşünüyorum.

Prof. Dr. Pala, 1993 yılında akademik kariyerine Bursa Uludağ Üniversitesi’nde başladı ve uzun yıllar üniversitenin Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığında akademisyen olarak görev yaptı.

‘YURTTAŞ TEMEL BİR KARAR VERECEK’

Bir paylaşımınızda 14 Mayıs seçimleri için ‘referandum niteliği’ taşıyor diyorsunuz. Bu seçimlerin önemi nedir?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi uygulamaya girdiği andan itibaren çok fazla sorunu karşımıza getirdi. Hukukun üstünlüğünün olmadığı bir düzeni yaşamak zorunda bırakıldık. Yurttaş sandığa giderken temel bir karar verecek. Tek adamın karar verdiği, kendimizi güvende hissetmediğimiz koşulların sürmesini mi destekliyor yoksa karar verme süreçlerinde daha aktif olacağı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişi mi destekliyor? Bir tek örnek neden tek adam sisteminden vazgeçmemiz gerektiğini bize gösteriyor.  

Bu örnek nedir? Neden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden vazgeçmemiz gerekiyor?

‘Kısa sürede karar alınacak, sorunlar kısa sürede çözülecek’ deniyordu. Ekonomik olarak ülke kendi siyasal tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. En önemlisi, 6 Şubat depremleri sonrasında yurttaşlarımızın hangi koşullarda yaşadığına bakın. Devletin olağandışı durumları öngörme, riskleri azaltma, hazırlıklı olma ve deprem gerçekleştikten sonra zamanında müdahale etme konusunda çok yetersiz kaldığını görüyoruz.

2002 yılında Profesör Aykut Barka ve arkadaşları, Kahramanmaraş’ta en az 7,3 büyüklüğünde bir deprem olacağına ilişkin bir rapor hazırladılar. Bir değil iki deprem oldu. Bilim insanları, 14 milyon yıldır yaşadığımız depremlerin bir doğa olayı olduğunu, bunu bir afete dönüştürenin merkezi ve yerel yönetimler, toplumun kendisi olduğunu uzun zamandır söylüyor. Devlet eğer bazı sermaye grupları yararına çalışan bir aygıt değil de yurttaşlarının refahı için çalışan bir toplumsal örgüt olsa bilim insanlarının çalışmalarını masaya yatırır, riskleri azaltmak için hazırlığını yapar, anında müdahale edebilirdi.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına depremin altıncı gününden itibaren 5 gün Hatay’da kaldım. Karşılaştığımız herkes “ilk iki gün burada doğru düzgün hiçbir müdahale yapılmadı” dedi. Hayatta en sevdiğiniz insanlar enkazın altında, seslerini duyuyorsunuz ama güçlü bir müdahale yapılmadığı için sevdiklerinizi kaybediyorsunuz. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Devlet, yurttaşlarının refahı için, derin yoksulluk kavramını ortadan kaldıran bakışla hizmet sunacak bir toplumsal örgüt olmalı. O yüzden bizim tek adam sistemini bir kenara bırakıp güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçerek bu sorunları en aza indirecek bir yönetim sistemini hayata geçirmemiz gerekir.

‘BU TÜRKİYE’NİN UTANCIDIR’

Bir sağlık çalışanıyla konuştuğumda AFAD ekiplerinin emir beklediğini söylemişti. Siz Hatay’da nelerle karşılaştınız? Sağlık alanında yaşanan sorunlar nelerdi?

Hatay Devlet Hastanesi enkazı başında duyduklarımı aktarayım. Hatay Devlet Hastanesi için 2012 yılında depreme dayanıksız olduğuna dair bir rapor olduğu söyleniyor. Dokuzuncu günde arama kurtarma ekipleri çalışıyordu. Ekibin başındaki kişi “Biz dördüncü gün geldik, öncesinde ne olduğunu bilmiyoruz. Ama 4’ncü günden 9’ncu güne kadar sağlık bakanlığının bir tek yetkilisi bile buraya gelmedi. Şu ana kadar 61 tane cansız beden çıkardık, 6 tane daha olduğunu biliyoruz çünkü yakınları dışarda bekliyor” dedi. Ama hastanede kaç çalışan vardı, kaç hasta vardı? Bu bilgiye bile henüz sahip değiliz. Hatay’da bir tane kamu hastanesi ayakta kalmadı. Depremden sonra jeneratörler devreye girmediği için 80’nin üzerinde hastanın hayatını kaybettiğine ilişkin bilgiler var.

99 depreminden sonra Gölcük’te çalışmış birisiyim. Aradan geçen 24 yılda maalesef hükümet 99 yılındaki kadar bile depreme müdahale etme olanağını ortaya koyamadı. Bu Türkiye’nin utancıdır. Sandığa giderken özellikle Bursa’daki yurttaşlar şunu düşünsünler; Maraş’ta olduğu gibi bir gece sonra yaşanacak benzer bir depremde ne olacak? Bursa’da hazırlığın olmadığını, risklerin azaltılmadığını biliyoruz.

‘TÜRKİYE’DE 4 HASTANE FAY HATTI ÜZERİNDE, BİRİ BURSA’DA’

Bursa’da olası bir depremde bizi hangi tehlikeler bekliyor?

Bursa’da yaşayan yurttaşlar olarak ne olduğuna ilişkin bir fikrimiz yok. Eğer 7 büyüklüğünde bir deprem meydana gelecek olursa bunun riskinin azaltılmasına yönelik bir çaba yok. Bursa çarpık kentleşmenin en kötü örneklerinden. Burada yolların kapandığı, iletişimin olmadığı koşullarda merkezi yönetimin olacağını düşünmek mümkün gözükmüyor. Şehir Hastanesi açılırken kent merkezine yakın 4 hastaneyi kapattılar. Depremde ulaşabilecek hastane sayıları azaldı. Yollarda kapanırsa Bursa’da hastanelere ulaşmakla ilgili ciddi sorunlar yaşanır. Türkiye’de fay hattı üzerine yapılan 4 hastaneden biri de Bursa’daki bir özel hastane. Fay hattı üzerine hastane yapan anlayışı ortadan kaldırmamız gerekir. Ayrıca Osmangazi Belediyesi, bazı Aile Sağlık Merkezlerinin depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle boşaltılması yönünde karar almaya çalışıyor. Olası bir depremde sağlık hizmetlerine erişmekle ilgili sıkıntıların ortaya çıkması söz konusu olabilir. Afet yönetimini yeniden ele almak lazım. Bursa’da afet yönetim ilkelerine göre bir hazırlık olduğu kanısında değilim.

‘NEOLİBERAL POLİTİKALAR SAĞLIĞIN TİCARİLEŞMESİNE ODAKLANDI’

Deprem olmasına gerek olmadan Bursa’da sağlık alanında sorunlar olduğunu düşünüyorum. Ben miyop hastası ve gözlük kullanan biri olarak uzun süredir kamu hastanesinden randevu alamıyorum. Kamu hastanelerinden randevu alamama ve beş dakikalık muayeneler gibi sağlık sorunları neden kaynaklanıyor?

Çünkü AKP tarafından 20003 yılında Sağlıkta Dönüşüm programı adı verilen neoliberal sağlık politikaları sağlık hizmetlerinin sunulmasına değil, sağlığın ticarileştirilmesine odaklanmıştı. 24 Ocak 1980’den başlayan küresel kapitalizmin Türkiye’yi bir sermaye birikimi alanı olarak daha fazla ele geçirme girişiminin bir parçası da sağlık alanıydı. Bunu 1980 darbesinden sonra yerine getirmeye başladılar. Özal hükümeti ilk adımlarını attı. Sonra AKP, 2003’te tamamen uygulamaya kondu. Sistemin özünde insanların hasta olmasını engellemek değil, hastalandıktan sonra özel hastaneler yoluyla tedavi edilmeleri ve bunu sunacak sermaye gruplarına da yüksek miktarda para transferi var. Sizi kamu hastanesinden randevu alamadığınız için cebinizden para verip özel sağlık kuruluşuna gitmenizi teşvik etmeye çalışıyor.

Bizim temel itirazımız sağlık en temel insan haklarındansa bu hakkın önüne hiçbir engelin konmaması gerektiği biçimindedir. 2003’ten sonra açılan özel hastane sayısındaki artış, hastane yatakları içerisinde özel hastane yataklarındaki artışın ne kadar yüksek oranda olduğu gözleniyor.

Nasıl bir para transferi oluyor?

Örneğin, şehir hastaneleri. Türkiye’de geçen yıl verilerine göre 13 tane şehir hastanesi hizmet sunuyor. Sağlık Bakanlığı bütçesinden şehir hastaneleri için ayrılan oran yüzde 20’nin üzerinde. Yüzde 80’i 800’ün üzerindeki devlet hastanesi, 8 bin civarındaki Aile Sağlığı Merkezine, 3 bin 200’ün üzerindeki 112 acil hizmetleri, bin adet toplum sağlığı merkezlerine ve 750 binin üzerindeki sağlık çalışanının özlük haklarına ayırıyor. Nasıl bir sermaye transferi olduğu belli. Sorunları çözmek değil sağlığın ticari bir meta olarak ele alınması yaklaşımı var.

‘HEKİMLİK SİSTEMİNE UYGUN OLMAYAN SİSTEME DEVAM EDEMEYİZ’

Bu sorunlara karşı çözümleriniz neler olacak? Sağlığın ticarileştirilmesinin önüne nasıl geçilecek?

CHP iktidar olduğunda elimizde sağlık sisteminin nasıl düzenleneceğine ilişkin bir sağlık programı var. İnternetten de erişilebilir. Bizim kurgulayacağımız sistemin temel felsefesi insanların hasta olmaması. Koruyucu hekimlik olan birinci basamağın ön plana çıkartıldığı bir sistem. Aile hekimi başına düşen nüfusu azaltarak yurttaşları önce aile hekimine yöneltmek. Biz öğrencilerimize hastalarla iyi iletişim kurulması, hastayı tanıyarak ön tanı konulması, tetkiklerden sonra tanının kesinleştirilmesi, hastaya hastalığı ve tedavisi konusunda bilgi verilmesi ve gerekiyorsa hastanın kontrole çağrılması sistemini öğretiyoruz. Hastaya en az 20 dakika ayırması gereken hekim bunu ayırmadığı zaman hastayla hekim yabancılaşıyor. Bu yabancılaşma hem araya duvar örüyor hem de şiddete çağrı çıkartıyor. Hekimlik öğretisine uygun olmayan bir sağlık sistemini sermaye kesimleri para kazansın diye uygulamaya devam edemeyiz. Bizim tamamen ticarileştirilmiş, bir takım çıkar gruplarına kaynak sağlayan bu sistemi bırakıp kamucu, eşit, ücretsiz, nitelikli bir sağlık sistemine geçmemiz gerekir.  

‘KAMU İLAÇ FABRİKASININ KURULMASI GEREKİR’

Sanıyorum son yıllarda bazı ilaç gruplarının ve aşıların bulunamaması sorunlarını da bu sağlık politikaları nedeniyle yaşıyoruz. Bu konuda nasıl bir çözümünüz olacak?

Türkiye’nin kendi ilacını üretmemesi en büyük sorun. Türkiye’nin kendi ilacını üretmesini değil kamunun da kendi ilacını üretmesi gerektiğini söylüyoruz. 2006’da AKP kapatana kadar SSK’nın ve ordunun ilaç sağlayabilecek bir fabrikası vardı. Dünyanın birçok ülkesi pandemide de gördü ki sağlık sistemlerinin özel sektöre bu kadar bağımlı kalamayacağına ilişkin saptamalar yaptı. Biz kamu ilaç fabrikasının kurulması, ilaç, aşı gibi temel ürünler için araştırma-geliştirme faaliyetlerinin yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. ALS (motor nöron hastalığı) gibi İhmal edilmiş hastalıklar için de ilaçların kullanıma alınmasını, özel sağlık merkezlerinin oluşturulmasına öncülük etmeliyiz.

Türkiye tıbbi ürünler konusunda buluşlar yapan, buluşlara ortak olan kamu aracılığıyla bunları toplumla buluşturmalı. 1928’de kurulmuş olan Hıfzıssıhha Enstitüsü, kendi aşı gereksinimini karşılamak dışında Çin’e de aşı gönderebiliyordu. Biz bugün Turkovac dışında tek bir insan aşısı üretebilmiş durumda değiliz. Turkovac aşısına yönelik yeterince bilimsel veri elimizde yok. Ama bütün diğer aşıları yurtdışından satın almak zorundayız. Satın almadaki aksamaları ortadan kaldırmanın yolu sağlık alanını, birtakım şirketlerin büyümesi için değil kamunun ihtiyaçlarının karşılanması için kullanmalıyız.

‘HENÜZ PANDEMİ BİTMEDİ, BUNUN FARKINDA OLALIM’

Pandemiden bahsettiniz. Deprem, seçim derken pandemi gündemin arka sıralarına kaldı. Covid-19’da durum nedir?

Dünya Sağlık Örgütü, pandeminin halen devam ettiğini söylüyor. Üstelik Doğu Akdeniz bölgesinde vaka artışları var. Doğu Akdeniz, Güney Doğu Asya bölgesinde ölümlerde de artış var. Sağlık Bakanlığı’nın geçtiğimiz günlerde açıkladığı verilerde aralık ayında kasıma göre hem vakalarda hem ölümlerde artış olmuş. Mart ayında şubat ayının iki katı kadar vaka kayıtlara yansımış. Şu anda Covid-19 testi yaptırmak zor olduğu için gerçek durumu bilmiyoruz. Meslektaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla hastalara Covid-19 tanısı konulamadığı için üst solunum yolu enfeksiyonu, gribal enfeksiyon gibi geçiştirildiğine tanık oluyoruz.

2020 yılı Nisan ayında Sağlık Bakanlığının açıkladığından daha fazla vaka ve ölüm var diye demeç vermiştim ve hakkımda soruşturma açılmıştı. Sonrasında Sağlık Bakanının kendisi toplumdan vakaları gizlediklerini itiraf etmek zorunda kalmıştı. TÜİK, vaka ve ölüm sayıları çok yüksek olduğu için sayıları uzun zaman yayımlamadı. İnsanlar depremin üzüntüsüyle uğraşırken TÜİK birdenbire 2020-2021 ölüm istatistiklerini yayımladı. Gördük ki bu iki yılda 2019 yılına kıyaslayacak olursak 201 bin fazladan ölüm gerçekleşmiş. Bu veri Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 yönetiminin ne kadar kötü olduğunu ve kötü yönetim sonucunda yurttaşlarımızın fazladan hayatını kaybettiğinin kanıtı. Henüz pandemi bitmedi bunun farkında olalım. Bakanlığın bu başarısızlığından ders çıkararak önümüzdeki pandemilere hazırlık yapalım.

Koronavirüs veya başka bir virüs yakın gelecekte başımıza dert olur mu?

6 Şubat depremlerinden sonra komşu ülkemiz Suriye’de kolera salgını var. Salgının olduğu yerler ülke sınırımıza yakın yerler. Vakaların ülkemize geçmiş olması halinde deprem koşullarında başımıza bir dert açabilir diye bir tedirginliğimiz var. Sağlık Bakanlığı da bunun farkında olduğu için önlemek için çaba gösteriyor. Bu risk zaten var.

Başımıza dert açabilecek virüsleri karşımıza çıkaran koşullardan biri küreselleşme. Uçakla 24 saat içerisinde virüsün dünyanın her tarafına yayılması mümkün. İkincisi, artan eşitsizlikler. Geniş halk kesimlerinin ağır koşullarda yaşaması. Üçüncüsü, iklim krizi. İklim krizi bazı virüslerin kolay ortaya çıkması ve yayılması için uygun bir zemin oluşturuyor. Bunlara ek olarak dünyadaki sağlık sistemleri böyle bir salgına yanıt vermek üzere yeterince hazırlık yapmış değil. Küresel kapitalizm sağlığı sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde metalaştırdığı için ‘salgınlara karşı önlem alalım’ diyebileceğimiz bir mekanizma üretebilmiş değil. Kanada’da kişi başına 9 doz aşı alınabilirken, Afrika’da toplumun yüzde 10’nuna bile tek doz aşının sağlanamaması buna örnektir. Umarım kısa sürede olmaz ama önümüzdeki yıllarda pandemiyle karşılaşma ihtimalimiz var.

Son günlerde de Kızılay’ın kan stoklarının tükenme noktasında olduğunu öğrendik. Bu nedenle ertelenen ameliyatları okuduğunuzda ne hissediyorsunuz?

Kızılay bir holding gibi yönetilmeye başlanınca, özellikle depremlerden sonra çadır satması gibi toplumu derinden üzen yaklaşımları nedeniyle güvensizlik oluştu. Her gün kan arama uğraşı ciddi bir şekilde arttı. Kan stokları artmazsa daha fazla ameliyatların erteleneceği söyleniyor. Buradaki temel sorun kan bağışı için Kızılay’ın tekel konumuna getirilmiş olması. Eğer biz kan vermezsek hastalar ciddi yoksunluklar yaşayacaklar. Şu çağrıda bulunalım: Kızılay’a karşı eleştirilerimiz saklı, seçimden sonra Kızılay’ın tekrar insani yardım örgütü olması için bütün girişimler yapılacak ama şu anda kan bekleyen hastalar için kan bağışını sürdürelim. Kimse bir yakını için kan bulmada sıkıntı yaşamamalı.

‘AKP, BAKANLARIN BAŞARISIZ OLDUĞUNU KABUL ETMİŞ’

AK Parti, hemen hemen tüm bakanları milletvekilli olarak gösterdi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, affını istedi. Koca’nın bakanlık dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP, bakanların başarısız olduğunu kabul etmiş. Mevcut bakanları milletvekili yapıyorlarsa bakanlıklarının iyi sonuçlanmadığını, bakanlık hizmetlerinden memnuniyet olmadığını kendilerinin de kabul ettiğini düşünüyorum. Fahrettin Koca’nın bakanlığı süresince başarısız bir bakanlık sürdürdüğünü söylemek zorundayım. Pandemideki başarısızlığı dışında bugün ülkede hekimler kendilerini hiçbir şekilde güvende hissetmiyorlar. Özellikle genç hekimlerin büyük bir bölümü Türkiye’de çalışmak yerine yurtdışında çalışmayı tercih ediyorlar. Neden sağlık çalışanları yurtdışında kendilerine bir gelecek arıyor? Bir, can güvencesi yok. İki, iş güvencesi yok. Kamu kurumlarında liyakata dayalı olmayan atamalar yüzünden belirsizlik ve kaygı var. Üç, gelir güvencesi yok. Sağlık Bakanlığı, döner sermayeden kaynak aktarılan ‘beyaz reform’ denilen bir yaklaşımı gündeme getirdi. Depremde bakanlık oradaki sağlık çalışanlarına ‘Siz bu ay para kazandırmadınız, döner sermaye tazminatı vermeyeceğim’ diyebildi. Dört, mesleki bağımsızlık yok. Bu koşulları yaratamayan Sağlık Bakanının başarılı olması beklenmezdi. Koca’nın liyakatı hiçe sayan, insanların emeklerini görmezden gelen tutumu da sağlık camiasında büyük bir sıkıntıyla karşılandı. Özel hastane sahibini Sağlık Bakanı yaparsanız elbette kamu için değil özel hastane patronları için çalışır. Sanırım kendisinden tek memnun olan kesim özel hastane patronları, özel sağlık kuruluşlarında sermayesi olanlar kesimler olabilir.

‘BEKLENTİMİZ 10’NUN ÜZERİNDE VEKİLİN ÇIKMASI’

Bursa Millet İttifakının çok yaklaştığı ama alamadığı şehirlerden biri oldu. 31 Mart 2019’dan bu yana kentte oy potansiyeli nasıl değişti? CHP’nin 14 Mayıs’ta Bursa’dan beklentisi nedir? 

Bu seçimlerde Millet İttifakı adayları milletvekillerinin çoğunluğunu alacak. Bu seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu Bursa’da en fazla oyu alan Cumhurbaşkanı adayı olacaktır. Biz sahada ne kadar arttırabiliriz çalışması yapıyoruz. Oy potansiyeli değişmiş. Millet İttifakı içerisindeki partilerden olmayan kişiler, ‘Türkiye’de bir değişimin ihtiyaç olduğunu, Kemal Kılıçdaroğlu’na oyunu vereceğini’ bize söylüyorlar. Millet İttifakı’nın Bursa’da milletvekillerinin yarısından fazlasını alacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Bursa’dan beklentimiz 10’nun üzerinde vekilin çıkması.

‘EN FAZLA ÖLÜME YOL AÇAN KİRLETİCİYLE İLGİLİ SINIR DEĞER AÇIKLAYACAĞIZ’

Hava kirliliği üzerine Nilüfer Belediyesi’nin çalışmaları kapsamında her yıl rapor sunuyorsunuz. Bu alanda Meclis’te nasıl çalışmalar olacak?

En fazla önem verdiğim konulardan. Biz, hava kirliliğine ‘sessiz katil’ diyoruz. Hava kirliliğinin ne kadar öldürücü, sağlıkla ilgili sorunlara yol açtığı konusunda toplumun bilgisi sınırlı. 4 yıl kadar önce Cenevre’deki hava kirliliği konferansında Dünya Sağlık örgütü direktörü, hava kirliliğinin artık sigara kadar akciğer kanseri başta olmak üzere kanserlere ve sağlık sorunlarına yol açtığının saptandığını dile getirdi. Bursa’da havası çok kirli olan illerden biri. Meclis açıldıktan sonra bizim yapmamız gereken hava kirliliği kaynaklarına müdahale ederek o kirliliği azaltacak girişimleri, yasal düzenlemeleri gündeme getirmemiz gerekir. Türkiye’nin hala en fazla ölüme yol açtığı bilinen partiküler maddenin 2,5 mikron çapındaki hava kirleticisi kısaca ‘pm 2,5’ (partiküler madde) dediğimiz kirleticiyle ilgili bir ulusal sınır değeri yok. İlk öce ulusal sınır değerinin açıklanması ve buna uyulması için uğraşmamız gerekir. En kirletici kaynaklardan biri kömürlü termik santral. Mevcut iktidar, kömürlü termik santrallerin özelleştirilmesi sürecinde ‘bırakınız kirletsinler’ diye bir yaklaşımı benimsedi ve filtreleme ile ilgili bir işlev üstlenmeyeceğini açıkladı. Bizim buna seyirci kalmamız mümkün değil. Türkiye, fosil yakıtlardan uzaklaşmalı, yeni kömürlü termik santral asla açılmamalı, mevcutların işletilmesi sırasında atmosfere yaydıkları kirleticilerin azaltılması ve izin verilen sınırların altına indirilmesi için her türlü yasal düzenleme yaptırılmalı, denetlenmeli ve yaptırım uygulanmalı. Ben de takipçisi olacağım.

Türkiye’nin de fosil yakıtlardan uzaklaşmak için Paris Antlaşması’nda verdiği sözleri var. Bu sözleri yerine getiriyor mu?

Türkiye, henüz Paris Antlaşması’nda verdiği söz için fosil yakıtlardan çıkışına yönelik etkili bir program hazırlayabilmiş değil. Biz hem bu programı açıklayacağız hem de buna uyacağız. Fosil yakıtların hava kirliliği dışında küresel ısınmaya da maalesef büyük bir katkısı var. Bizim iklim krizinden çıkabilmemiz için fosil yakıtları da bir an önce terk etmemiz gerekir.

Söyleşi için teşekkür ederim.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.