SON DAKİKA
Hava Durumu

Serdar Akar ve Suat Şenocak

Yazının Giriş Tarihi: 10.02.2012 02:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 10.02.2012 02:42

Gerek gazetecilik gerekse öğretmenlik mesleğimi icra ettiğim yıllardan beni tanıyanlar, kişilik gereği hiçbir hizip ortamında bulunmadığımı, iki kişi olduğumuz bir ortamda üçüncü kişilere ilişkin (ilgili kişiyle paylaşmamışsam) fikir beyanlarında bulunmadığımı, toplumun algıları gereği "saflık" düzeyinde su katılmamış bir işkolik olduğumu çok iyi bilirler!

Sözüm meclislerden içeri olarak söylüyorum ki bayağı yaşamak her zaman beni korkutur, bu yüzden sade yaşamayı tercih ederim. Sadeliğin dışındaki bazı yaşamların, kişiyi çoğu zaman, bayağı şeyler yapmaya zorladığını hepimiz biliriz!

Sadede geleceğim de giriş cümlelerimle bağlantılı ve yazının devamı ile ilgili olarak, bu açıklamaları yapmam gerekiyordu.

Öğretmenlik yaptığım yıllarda, ders dışı etkinlik olarak her yıl bir şeyler üretmeyi ilke haline getirmiştim. Cumhuriyet Lisesi'nde görev yaptığım 2008-2009 yılları arasında da (ki aynı yıl emekli oldum) öğrencilerimle sinema üzerine bir çalışma yapma önerim, okul idaresince de kabul gördü.

Bu konuda Bursa'da yardım alabileceğim ve gazetecilik yıllarından tanıdığım Suat Oktay Şenocak tek adresim olabilirdi.

Suat ile görüştüğümde nerdeyse bila ücret, istekli öğrencilerime bu eğitimi vermeyi kabul etti. Soğuk kış akşamlarına rağmen, her birimiz işin sonunu nereye vardırabileceğimizi bile çok kestirmeden çalışmalara başladık.

Suat, her sinema atölyesinde olduğu gibi, temel sinema bilgileri veriyordu bize.

Eğitimin sonlarına doğru bir öğrencim, Girne Amerikan Üniversitesi'nin açtığı kısa metrajlı film yarışmasından heyecanla söz etti.

Herhangi bir öğrencimin öneri de olsa bana ilettiği bir şeyi, yapılması gereken bir şey gibi algılardım. Onlarla birlikte yapamadığımız hiçbir şey de olmuyordu zaten. Gazeteler, dergiler çıkarttık, konferanslar, sempozyumlar düzenledik, dilimize sahip çıkma içeriğinde etkinlikler gibi daha onlarca şey ürettik. Hepsine minnettarım!

GAÜ'nün yarışma haberi bir heyecan uyandırdı hepimizde.

Biz yapardık!

Senaryo çok önemliydi. Senaryo yazma da derslerimizden biriydi zaten.

Din Dersi Öğretmeni arkadaşım Zeynüddin Aslan'ın organize ettiği sema gösterileri içeriğindeki okul çalışmaları, provalarda bile olsa beni benden alıp götürüyordu. Sonuçta mutlaka bir film çalışması düşündüğümüz için Zeynüddin arkadaş da bu sinema atölyesi çalışmamız içinde vardı.

Ne yapıp yapıp filmin senaryosunu bu çalışma üzerine kurmalıydık. Yâr senaryosu böylelikle oluştu. İlahî ve insanî sevgiyi bütünleştirdiğimiz filmimiz Yâr'i GAÜ yarışmasına yetiştirdik. 

Sonuç, üçüncü olmuştuk (Belirtmeden geçmeyeceğim, bizi ağırlayan bir yetkili fazla profesyonel bulduğu için bizi üçüncü ilan ettiklerini aslında birincilik niteliğinde olduğumuzu da açık yüreklilikle söylemişti).

GAÜ'nün davetlisi olarak gittiğimiz Kıbrıs'ta ödül töreni sonrasında ben harıl harıl yazılı kağıtlarını dönem sonu not işlemleri için yetiştirmeye çalıştığımdan, akşam tanışma kokteyline katılmamıştım.

GAÜ bir öğretmen ve bir öğrenciyi davetle sınırlıydı, ben atölye çalışmalarına katılan kızımı da kendi olanaklarımla beraberimde götürmüştüm.

Kura ile belirlenen öğrencim ile kızım kokteyldeydi. Ağırlandığımız üniversitenin yurt odasında kâğıtların içinde kaybolmuşken, telefonum çaldı. Çocuklarım akıl almaz bir heyecanla Serdar Akar'ın filmimizle çok ilgilendiğini söylüyorlardı.

Ödül törenine, o dönemin popüler dizisi Elveda Rumeli'nin ağır toplarından birkaç kişi konuk edilmişti; Serdar Akar, Tarkan Karlıdağ, Tolgahan Sayışman, Mahir İpek gibi isimlerdi bunlar.

Çocuklarım ısrarla beni yanlarına çağırıyor, Serdar Akar'ın filmimize ilişkin övgü dolu sözlerini, ikisi bir yandan bağıra çağıra söylemeye çalışıyorlardı. Sakin olmalarını istedim, ne mümkün!
Yurda gelen arabayla kızlarımın yanına gitmek durumunda kaldım.

Haklıydılar, dizi ünlüleri bize büyük bir ilgi göstermişlerdi. Serdar Akar, çalışma öykümüzü dinledi, Bursa'da bu türde bir çalışma yapılıyor olmasından memnuniyetini dile getirdi. Sıcacık bir konuşma ortamıydı.

Mütevaziliği beni etkilemişti. Suat'ın Bursa'daki çabalarından söz ettim. Suat'a destek verebilmek ve çocuklarımın çalışmalarına bir ödül olması adına da olur da davet edersek günün birinde Bursa'ya gelip gelemeyeceğini sordum. Olur, dedi.

Ve geldi de. İnsanat Sinema Derneği'nin Pembe Çarşı'da düzenlediği Bursa 3. Kısa Film Günleri'ne konuk olarak katıldı.

Serdar Akar araba kullanmadığı için, yedi aylık hamile eşinin sürücülüğünde İstanbul'dan Bursa'ya gelmişlerdi. Bursa'da son derece mütevazi ağırlamamız içinde, son derece mütevazi çift, bir günlerini bize ayırmışlardı.

Pembe Çarşı'daki etkinlikte bir avuç insandık. İnsanat'ın düzenlediği etkinliğin konuğunun kim olduğu hiç önemli değildi, işin ucunda Suat'ın olması ulaşımı hiç de zor olmayan bu yere gitmemek için yeterliydi.

Dev cüsseli, çok kere öfkeli, başına buyruk Suat'ın ne yaptığı, ne yapmaya çalıştığı kimin umurundaydı ki?

Bursa'da musluk başlarını ellerinde tutanlar, baş eğdiremediklerinin kellesini aldıktan sonra, ellerini, akıttıkları musluklarda yıkamasını iyi biliyorlardı. Kendilerine alkış tutulmasına alışmış bu kimseler, kendilerini alkışlamayanı yok etmeyi çok iyi öğrenmişlerdi.

Bu konu, sadece Bursa bağlamında ele alınacak darlıkta bir konu değildir. Nerede yaşarsanız yaşayın, insan olma değerinin kişi düzeyinde farkındalığı ile ilgilidir. Ancak yaşadığınız yerlerde bu farkındalığa sahip kişilerin niceliği oranında, yaşamınızın niteliği artar.

Serdar Akar, "Çanakkale İçinde" filminde bir İngiliz komutanı oynaması için, Avustralyalı ünlü aktör Mel Gibson'ı Türkiye'ye davet etmiş de... bu haberi duyunca, bunlar geçti de aklımdan!

Hiiç, ne bileyim yazayım istedim.

Yüreğim bir soluklanır mı dedim, daha çok şiştim!

Kalın Sağlıcakla!
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.