SON DAKİKA
Hava Durumu

Heey kalkın!...

Yazının Giriş Tarihi: 28.08.2011 05:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.08.2011 05:21

Haftalık yazmayı plânladığım ve ikinci yazımın henüz üçüncü günü olmasına karşın, gecenin oldukça ilerleyen bir saatinde üçüncü yazımı yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtim.

Yüreğimde öyle çok duygu birikti ki, birileriyle paylaşmak istedim. Hani mümkün olsa, "hadi kalkın yataklarınızdan, çıkın balkonunuza, açın pencerenizi kaldırıp başınızı gökyüzüne; şöyle derin bir soluyun ve hayat sen ne güzelsin!" deyin, diye haykırasım geldi. Haykıramadım ya, kendim çıktım balkona, göğe dayadım gözlerimi!

Bir firmanın reklam sloganını çok severim, "Hayat en güzel hediye". O yerden hemen her alışverişimde o reklam etiketlerinden alırım; evimde kimi yerlere yapıştırdığımla kalmaz, dikkatini çekip de benim gibi beğenenlere de veririm. Hayat en güzel hediye!

Bu noktadan başlayıp da, "oysa mutsuzuz, neden?" gibi, konunun derinine hiç girişmeyeceğim.

Bu konuda öyle çok şey anlatılıp, yazılıyor ki, bıktık! Kendi yaşadıklarımızı bizden iyi kim bilebilir ki? Hayatın değil hediye, çile yükü olduğu üzerine sayfalar dolusu şeyler anlatıp, yazacak kişi sayısı eminim çok daha fazla olur... da, ben yine de, hayat ne güzelsin!, demekte kararlıyım.

Niye böyle düşündüğüm konusunda, sizlerle, hayatımın bana öğrettiği bir dersi paylaşmakla yetineyim: ne yaşarsanız yaşayın, mutlaka geçecektir. Yaşadığınız olumsuz bir durum olduğunda, asla kendinizi savurup, dağıtmayın yeter! O an nasıl olsa geçecektir (süresi ne olursa olsun), ama şayet dağılmışsanız, dağıttığınız kendinizi toplayamamak asıl problemi oluşturuyor.

Böyle bir durumda, düğüm olmuş bir çileyi, kendi kendinize yarattığınızın farkına bile varmayıp, ha bire çevrenizde suçlayacak birilerini arayıp duruyorsunuz.

Sosyo ekonomik içerikli yüzlerce nedene bağlı bir probleme, böylesi naif yaklaşımım, problemi fazla hafife alıyormuşum algılaması yaratabilir. Ama konuyu hafife almadığım gibi, üzerinde çok düşündüğüm ve araştırdığım bir konu olduğunu bilmenizi isterim. Üstelik, "hayatı" hep didinmelerle geçmiş biri olarak bunu söylüyorum.

Sevinç Abla, nur içinde yat!

Sevgili Bursalılar, orta yaş üzeri tiyatrosever olanlarınızdan çoğunuzun Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu sahnesinden, günümüzün hemen her yaştan insanının da televizyon dizilerinden tanıdığı bir isim olmalı, Sevinç Aktansel Çetinok. O güzel insan dün İstanbul'da son yolculuğuna uğurlandı.

Vefat haberini önceki gün okuduğumda ona karşı bir görevimi yerine getirememiş olmamın üzüntüsünü yaşadım yine. Çünkü, ne zaman Sevinç Abla'nın adı geçse ya da tiyatro aklıma gelse, hep aynı üzüntüyü yaşamışımdır.

Bursa Devlet Tiyatrosu Feraizcizâde Mehmet Şakir Bey Tiyatro Kursu'nun (Bin dokuz yüz seksen yılının başlarında böyle anılıyordu) bir elemanı olarak, beni, İstanbul Devlet Konservatuarı'nın sınavına, kazanacağımdan emin olarak uğurlamıştı. Sınav parçamda en küçük düzeltmeye bile gerek görmeyecek kadar, güveniyordu.

Ben ne yaptım, ikinci elemelerde, oynamadım. Jürinin birinci aşama sınavındaki performansıma dayanarak, ikinci aşamada gösterdiği desteğine rağmen, oynamak istemiyorum, dedim.

Dönüşümde, Sevinç Abla'nın yüzündeki o hayal kırıklığı, yıllardır yüzümde patlayıp durdu. Hep gidip, af dilemek istedim ondan, güvenini yıktığım için! Neden yapmadım... aslında yapamadım! Yüzüm yoktu ki, affet beni Sevinç Abla!

Olur a, bugünden sonra o şansı yakalar da bir tiyatro sahnesine çıkacak olursam, sadece senin için oynayacağım; beni affet diye!

İşte, o sınavda oynamayışım ya da oynayamayışım, hayatımın on sekizinci yılındaki toplanamamış dağılmalardan biriydi. Geçen otuz yıl süresince, "her ne olursa olsun savrulup, dağılma" dersini öğreten olaylardan biridir bu anım.

Bir önceki yazımda belirttiğim üzere, iyi bayramlar dileklerimi bir kez daha yineleyerek, Ramazan ve Otuz Ağustos Zafer bayramlarınızı kutluyor, sağlıkla kalın diyorum.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.