SON DAKİKA
Hava Durumu

Biz Tarihi sevmeyiz!

Yazının Giriş Tarihi: 29.01.2014 09:22
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.01.2014 09:22

Bir filmi ya da oyunu çok nadiren iki kez izlerim. Bir tiyatro eleştirmeni edasında oyuna ilişkin görüş ve düşüncelerimi kaleme alacak değilim! Zaten üzerinde durmak istediğim konu, oyunun sanatsal kritikleri değil.

Oyunu izlerken eminim ki herkes aynı şeyi düşündü: bugün, dünden farklı değil!

Herkes dedim de; acaba gerçekten, herkes aynı şeyi düşünmüş olabilir mi? Çünkü oyun hakkıyla izlendiği takdirde, bu sonuca varmak kaçınılmaz da, bu dikkatte izleyenlerin sayısı kaçtır? Lafı eveleyip gevelediğim düşünülebilir; tepeden düşme söyleyeyim: toplumumuzun genel karakteridir, tarihi sevmeyiz, yoğun içerikli konuşma ve düşünceler içimizi bayar!

Oyunu izlemeyenlere bir özet yapmadan, konuyu bu sözle bağlamamın çok da yerinde olmadığının farkındayım. İyi de bizim genel karakterlerimizden biri uzun yazıları da sevmeyiz. İki kelimede anlatmalısın derdini; hoş bazen bu iki kelimeyi de dinlemeye tahammül gösteremeyiz. Herkes aynı anda konuşur, kimse kimseyi dinlemez.

Valla, hiç yeri değil ya, düşünce düşünceyi tetikleyiverdi: toplumumuzda cinsel hayatların doyumsuzluğunun nedeni de bu karakteristik özelliğimiz olmasın! Her şey şipşak!

Ah be Sevgili Okur, oradan buradan derken zamanını çalıyorum değil mi? Bak hemen sana derdimi özetleyeyim:

Orhan Asena'nın kaleme aldığı ve ilk kez 1963 yılında sahnelenen "Tohum ve Toprak" isimli oyun var ya, işte o oyun bu sezonun başında, Tayfun Erarslan'ın yönetmenliğinde, Bursa Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye konuldu. Evet, bu nokta, yazının girişinde de tam netliğiyle vardı. Devam ediyorum: Oyun, tarihi bir oyun. Konusu, tarihimizde "Alemdar Vakası" olarak yer alan idealist devlet adamlığı ile bilinen Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'nın yaşamından bir kesit. Bakın şimdi, günümüzle ilgisine geleceğim.

Düşündüm de, yazar Orhan Asena'nın, tarihi, neden eserlerine kaynak alarak yazdığını kendi kaleminden aktarırsam, daha isabetli olacak. "Evrensel kavramları tarihte ve günümüzde arayan" Orhan Asena, "Tiyatro Tarihten Ne Alır?" sorusuna kapsamlı bir yanıt verir (*):

"Tarihten sahneye getirilecek pek çok şey vardır: Bir takım kişiler, bir takım olaylar, bir takım sorunlar, bir takım düşünceler vb...

Bir takım kişiler var tarihte dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette günümüzde yaşayanı. Şu adla, ya da bu adla, şu yanıyla ya da bu yanıyla yaşayanı? Yalnızca yaşaması yetmez, bu yaşantı çağımızı, çağımız insanını etkilemeli. Hele toplumumuzu etkileyebiliyorsa daha da iyi.

Bir takım olaylar var tarihte dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette günümüzde sürüp gideni. Yalnızca günümüzde sürüp gitmesi yetmez, çalkantısı içinde yitirmeliyiz kendimizi, dalgalarında bocalamalıyız, trajik ya da komik dünyanın bir ucundan duyabilmeliyiz yankısını. Eğer toplumumuzun bir çeşit yaşantısı halinde sürüp gidiyorsa bu geçmiş olaylar daha da iyi. ...
Tarihten bir takım sorunlar çıkarılabilir, dedim: Bunların hangilerini seçmeli? Elbette çağımızı düşündürmekte olanı. ...

Bir takım düşünceler var tarihte dedim: bunların hangilerini seçmeli? Elbette çağımız kafalarını kurcalayan hangileriyse onları. Yalnızca düşünmeleri yetmez. Suya atılmış çakıl taşı istediği kadar dibe gitsin, halkaları hâlâ vura vura, çarpa çarpa büyüyor mu, büyümüyor mu, ona bakmalı. ...

Günümüz insanını alıp da o günlere götürmek değil, o günleri alıp bugüne getirmek gerektir. Yoksa geçmiş günlerin anıları arasında şöyle bir gezintiden öteye geçmez yaptığımız. ..."

Bu yüzden, oyunun hemen girişinde Amber Ağa'ya şunları söyletir, Asena:

"Susun, susun saygılı dinleyenlerim. Dinleyin bu eski çağlar artığı ihtiyar arap, sözünü söylemek için yüz elli yıllık uykusundan uyandı. Ama siz dediklerine değil onun, demek istediklerine bakın. ... Üç saltanat gördüm, üç devir yaşadım bu sarayda. Nasıl geldiler, nasıl gittiler, bilirim hep. Sebep diye gösterdikleri tarihin sebep değil. Bırakın da şimdiye dalkavuk tarihi bir yana beni dinleyin. ..."

Esere kaynaklık eden tarihin ayrıntısına biraz daha göz atalım: Üçüncü Selim'in yenilikçi hareketleri, yeniçeriler arasında ve çıkarları zarar gören çevrelerce 1807'de Kabakçı Mustafa'nın isyanına neden olur. Bu isyanla, Üçüncü Selim tahttan indirilip, yerine Dördüncü Mustafa geçirilir. Bu durum karşısında, bir grup devlet adamı, daha sonra Rusçuk Yaranı diye anılacak olan ve yenilikçi yanlısı Alemdar Mustafa Paşa'ya sığınır. Üçüncü Selim'i tekrar tahta geçirmesi için hareket etmesini isterler. Alemdar'ın İstanbul'a hareketi sonrasında, Dördüncü Mustafa, Üçüncü Selim'i öldürtür. Alemdar Paşa, tahta yeniden oturtmak için geldiği İstanbul'da, Üçüncü Selim'in cesediyle karşılaşır. Devletin sahibini bulmak, mülkünü kendisine teslim etmek için ant içer; bu da Alemdar Paşa'ya göre İkinci Mahmut'tur. 

Alemdar Paşa, Kabakçı Mustafa yanında yer alan isyancıların yakalanarak öldürülmesini ister. Yakalanan isyancılardan bir kısmı Alemdar Paşa'nın huzuruna çıkartılır. İşte bu sahnede, eserin en önemli karakterlerinden Bayburtlu Süleyman'ın replikleri, tarihten günümüze ayna tutacak içeriktedir.

" ... bozukluk bizde değildi. Daha başkaydı, daha derindeydi bozukluk. Kuvvetlinin kuvvetinde, güçsüzün güçsüzlüğünde, zenginin parasında, fakirin koruyamadığı vicdanında, sarayın debdebesinde, ... biz bir kıvılcım tutuşturmak istemiştik, onlar yangına verdiler. ...
Selim Han'ın katillerini bizim gibi külahlılar arasında aramayın Devletlu! Haksızlık olur. Onu ... ilkin kendi kavuklularınız arasında arayın. Bulamazsanız, Hünkârımız Efendimizin etrafındakilere dikkat edin, belki birinden biri en mühim mevkilerden birini kapmak üzeredir şu anda."

Bayburtlu'nun idealistliği, dürüstlüğü ile bilinen Alemdar'a ilişkin de bir çift sözü vardır:

" ... Bir halk çocuğusun, duyarız. Sertsin, namuslusun, adilsin bunu bize karşı davranışında görürüz. Vefalısın, sadıksın, açık sözlü ve dürüstsün. ... Paşa! Köyümde rençberlik yapardım ben. Tohumu bilirim, tarlayı bilirim. Tohumun çabasını, Tarlanın direncini bilirim; o ölüm kalım kapısını bilirim. Her toprak, her tohumu yaşatmaz Paşa! Biz ise toprağı yalnızca yaşattığı tohumdan, göğe erittiği filizden tanırız. Ya yaşamayanlar ... Boğulanlar ... Toprak altında çürüyenler ...  Paşa! Bu toprak sana uygun toprak değil. Bize yaramadı, sana da yarayacağı yok, ..."

Vee oyunun sonunda, tarihin gerçeğinde, yeniçeriler, Alemdar'ın kalmakta olduğu Babıali'ye vardıklarında İkinci Mahmut kurtarıcı kuvvet göndermez. Kendinden üstün tutulan Alemdar'ın gücü, teb'ası gözünde kendini küçük düşürdüğünden, İkinci Mahmut, Paşa'yı, göz göre göre yeniçerilerin avucuna bırakır.

Tarih sevmeyiz; sıkılırız, kafa yoracak, dimağ zorlayacak sözden, düşünceden! Amma, biz adam olmayız edebiyatından dem vurmaya geldi mi iş, öyle laflar ederiz ki, cıngıl cıngıl öter sözler; içi boştur ne de olsa! 

Bunca sözden sonra, gururumuz Ahmet Vefik Paşa Tiyatromuzun kapısına varıp da bir bilet alıverin gari; oyun "Tohum ve Toprak".

(*) Orhan Asena'nın Oyunları -Prof.Dr. İnci Engingün
Orhan Asena'nın Oyunları Üzerine Bir İnceleme - www.edebiyatdefteri.com
(Bu her iki çalışmada da Orhan Asena'nın oyunları üzerine bir çalışma yapan Meral Toker'in tezi bir kaynak olarak gösterilmiştir.)

 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.