SON DAKİKA
Hava Durumu

Ben yazsam yazsam...

Yazının Giriş Tarihi: 26.08.2011 09:45
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.08.2011 09:45

Tanışıklığımız birkaç görüşmeden fazlaya dayanıyor olsa, hangi konunun merkezinde dönüp dolaşacağımı aşağı yukarı tahmin edebilirdi; etik, diyorum.

Toplumca her konuda dilimize pelesenk ettiğimiz, kendisinin ahlâk olduğunu sandığımız ve bu karıştırmadan ötürü de çoğu kez başkalarıyla karşı karşıya geldiğimiz konu: etik.

"Bu yaptığın hiç etik değil" , "etik anlayışına katılmıyorum", "etik bir davranış bunu gerektirir" gibi, gündelik konuşmalarımızda sıkça yer verdiğimiz bu kavramı, çoğunluğumuz, "ahlâk" kavramıyla karıştırdığımızın ayırdında olmaksızın gelişigüzel kullanmaktayız.

Genellikle toplumsal yaptırım ve kurallara son derece tepkili olduğumuzdan da, özgürleşmelerimiz adına, enine boyuna düşünmeden birbirimizin yapıp etmelerine etik (!) açıdan itirazlarda bulunuruz.

Konuyu karmaşıklaştırmadan, öncelikle, ahlâkın ne olduğunu hatırlayalım: en kısa açıklamasıyla, ahlâk, bir toplumun bireyinden beklediği tutum ve davranışlar bütünüdür. Toplum, bu tutum ve davranışları, kültür süzgecinden geçirerek tortulaştırır ve her bir bireyinden de buna uygun davranmasını ister. İçeriği belirlenmiş, çerçevesi çizilmiş bu kurallara uygun davranan ahlâklı, uygun davranmayan ise pek de makbul bir kişi sayılmaz.

Ancak bu kuralların aynı toplumda zamanla değiştiğini, hatta aynı kişinin bile zamanla bu davranış biçimlerine uymadığını gördüğümüzde ahlâk konularında kafa karışıklığımız artar ve toplumun şekillendirmeye çalıştığı insan olmaktansa, özgür varlığımızda (!) kendimiz olmayı tercih ederiz.

Oysa etik, "insanın insan olma değerini koruyan ve ona bir şeyler katan bir değer bilgisini içerir. İnsanın gerek kendisiyle ilişkisini ve gerekse başkalarıyla ilişkilerini felsefi bilgi temelinde bilme konusu yapar".

Etik, insanın, insan olmaktan kaynaklanan bir değeri olduğunu ve bu değeri korumanın bilgisini bize öğretir. Ezbere değil, her kişinin kendi tekliğindeki, kendi eşsizliğindeki yaşamını, insan olma onuru ve değeri açısından ele alarak, "yapılması gerekenin" ne olduğuna kafa yorarak bulmamızı ister. Bu yüzden ahlâkın dünyasındaki "olması gerekenin" dikte ettirilen bilgisiyle iş görmez etik. Bu nedenle ahlâkın kuralları çağdan çağa, toplumdan topluma, kişiden kişiye, hatta aynı kişide zamanla değişir de, etik değerlerin değişmesinden söz edemeyiz. Çünkü, insanın varlığının değeri ve onuru her çağda ve her toplumda aynıdır, kişiden kişiye göre de değişemez.

Eğer biz doğru şekilde etik değer bilgisiyle donanmış olsaydık, yapıp etmelerinde insanı dil, din, cins, ırk ayrımı gözeterek konu edinmezdik: bir kadın doktor, inancı gerekçesiyle, erkek diye hastasına dokunmazlık etmez; emek gücü delicesine sömürülmez; erkek, varlık bulmak için kadın üzerinde duygusal ve maddi şiddet uygulamaz; halk diktatörlerini yaratmaz; saygısız sevgiler olmaz; güvensiz ilişkiler yaşanmazdı...

Bu örneklere yüzlercesini ekleyebiliriz.

Konu alanımız siyaset, bilim, sanat, ekonomi de olsa her biri insana ilişkindir. İnsanın konu edinildiği bir alanda da eğer, başlı başına insan varlığının değeri, onuru hakkında doğru bir bilgiye sahip değilsek, ne söylersek söyleyelim ne yaparsak yapalım yanlış olacaktır. Böyle bir durumda ya egolarımızın güdümünde ya da ait olduğumuz gruptan dışlanma korkusuyla tutum ve davranışlarda bulunmaktan öteye gidemeyiz.
* * * * * *
Yazma önerisini getirdiği zaman Zafer Opsar, şöyle bir durdu, "yazıların kısa olsun"u kibarca nasıl söyleyebilirim üzerine düşündü; derdini anladığım için daha fazla zulüm çekmesini istemediğimden, durumun anlaşıldığını belirttim. Ancak, şu iki konuya değinmeden noktayı koymak istemiyorum, çünkü sonra zamanı geçmiş olacak.

Otuz Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonunun bu yıl iptal edilmesine ilişkin "zihnimi dirsekleyen" bir şeyler var. Genelkurmay iptale ilişkin, son terör olaylarında kaybettiğimiz şehitlerimizi gerekçe gösterdi. Eğer böyle ise, Çukurca şehitlerinin cenaze törenlerinin yapıldığı günlerde, Başbakan Erdoğan'ı neden ekranlarımız başından Somali'de gördük? (Bu insanî drama seyirci kalmamız elbette mümkün olamaz, zamanlama açısından belirtiyorum).
Otuz Ağustos Zafer Bayramı,"Büyük Taaruz"u temsilen ülke topraklarının düşmandan geri alındığını sembolize eder. Askerin öncülüğünde kazanılmış bu zafer için askere bir teşekkür, bir kutlama içeriği taşır bu kabul günü (resepsiyon). Son gelinen aşamada, bu kabul gününün iptali de "askerin ayağına artık gidilmeyecek" mesajı içeriyor olabilir mi? Her şey Başbakan'a sorularak yapıldığına göre!

İkirciği daha az bir dirseklenmeyle ikinci şüphem, içinde bulunduğumuz kutsal ay nedeniyle, kabul gününde ikram edilecek içecek konusunun karmaşasını yaratmamak adına demagojik bir gerekçe midir?

Hani, paranoyak bir toplum olduk deniliyor ya, paranoyak edenler utansın, ne diyelim!
* * * * * *
Bayram tatili dokuz güne çıkarıldı.

Haberlerde öne çıkarılan vurgu, turizmcilerin ve tatil süresini tahmin ederek ucuza erken rezervasyon yaptıranların sevindiğine ilişkindi. Evlerine tıkılı, bakımevlerine gönderilen analar, babalar ise sevinemedi.

Yine, bayramda evladını, torununu bekleyen nineler ve dedeler reklamlarını seyredip, hüzün yapacağız...!

Bayramlarımızı da artık çıkarlarımıza göre şekillendirir olduk.

Ramazan Bayramınızı ve Otuz Ağustos Zafer Bayramınızı şimdiden yürekten kutluyor, saygılar sunuyorum.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.