SON DAKİKA
Hava Durumu

Ağıllar boşalmış, keçiler firarda!

Yazının Giriş Tarihi: 01.04.2014 09:32
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.04.2014 09:32

Ancak, her pazartesi farkı, günümün sadece evde değil, dışarıda da erken başlamasıdır. Güzel bir Mudanya havasından sonra, hemen eve dönmeyip, Bursa'yı yaşarım.

Anlatmak istediğim konuyla hiçbir ilgisi yok ama belirtmeden geçemeyeceğim: ben Bursa'yı yaşamaya doyamayanlardanım. Binlerce kez geçtiğim yollarında bile ilk kez yürüyormuşum gibi keyif duyarım; dağını, taşını, çiçeğini, böceğini, toprağını, gökyüzünü derin bir hayranlıkla seyre dalarım. Valla!

Neyse, konumuz bu değil.

İşte bu 31 Mart sabahının ilk saatlerinde Altıparmak'ta bir esnaf arkadaşı ziyaretim sonrasında, Mahfel'e gittim. Oldukça serin havanın etkisinden kurtulmak için sıcacık bir sahlep içtim, lezzetliydi. Ardından şehir kütüphanesinde gazeteleri okudum. Yürüyerek yaptığım küçük bir şehir turu sonrasında Ördekli Kültür Merkezi'ne geldim. Birkaç bardak çay sonrası yine yürüyerek Altıparmak'a uğradım vs.

Bir günlük gibi size, neler yaptığımı anlatmak için yazmadım bunları. Tuhaf olan, her nereye uğrasam, tanıdığım tanımadığım insanların tepkileriydi. Tek bir mekânla sınırlı kalmadığım için de gittiğim her yerde aynı tepkilere tanıklık etmek rahatsız ediciydi. Okuduğum gazetelerin çoğunda köşe yazarlarının ifadeleri daha seçkin bir dille yazılmış olsa da söylenmek istenen şey aynı içerikteydi:

"Nasıl olur bu? İnanılır gibi değil! Akıllara ziyan! Yok artık, insaf! Bu halktan hiçbir şey olmaz. Bu sefer tamam demiştim. Aklımı oynatacağım. Hileyle aldılar kardeşim, hileyle! Halk bu kadar cahilken ... Sabaha kadar uyumadım. Artık söyleyecek söz bulamıyorum ...."

Ohhoo, bunun gibi daha niceleri, dahası, ben nazikçe ifade edilenleri buraya aktardım. Belli ki keçiler, ağıl kapılarını fena zorlayarak firar etmiş; epey zarar var.

Ama bana daha ilginç gelen, iktidar yanlılarının da mağrur ve rakibini ağır bir hezimete uğratma keyfi içinde olmamalarıydı. Tevazularından değil, onlar da şaşkındı. Hani, yengi sahibi insanın, karşısındakinin gözlerinin dingiline dingiline bir bakışı olur ya, işte onun yerine, onların gözlerinde bir kaçamak bakış gözledim. Belli ki onların da pek beklediği bir durum değildi bu. Kimileri, saçmaladığımı bile düşünebilir, ama inanın ben çoğu gözde suçluluk duygusunu bile sezinledim.

Siz de lütfen haksızlık etmeyin, bu ülkenin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, "bir ses kaydının montaj olduğunu hissettiğini" söylediğinde, bu ülkenin aklı başında her insanı hayretlere düşmemiş miydi? Üstelik yüzde 45'in büyük çoğunluğu da bunun içindeydi. Şimdi, ben bir duyguyu sezinleyince mi saçmalamış oluyorum, hıhh!

Yukarıda belirttiğim nokta ne kadar şaka değilse, ben de gözlemimde o kadar samimiyim. Bir konuda saçmaladığımı kabul etmem gerekirse, o da Fikri Işık'ın sözlerini hatırlamam ve hatırlatmam. Ne önemi vardı ki, bu sözlerin, yaşananların! Ne demeye hatırlıyor ve hatırlatıyorsam, saçmalıyorum işte.

Biz neleri unutmuyoruz ki! Belki konu unutup unutmamak da değil, kayda bile almamak. Yeter ki şahsımıza dokunmasınlar. Aha da şimdi aklıma gelen bir soru: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, gibi bir atasözü, acaba başka toplumlarda da var mı? Ya da ne tür toplumlarda bu tür bir atasözü yer alıyor? Tez konusu gibi bir soru oldu.

Fransa'da ekonomik durum iyi de olsa kötü de olsa, halk iktidarın yolsuzluğunu affetmezmiş; Malezya'da ise ekonomik durum yolundaysa, halk sesini çıkarmazmış. Biri dünya ekonomisinin ilk onunda yer alıyor, diğeri otuzun altında. Ekonomik düzey, bir ülkenin gelişmişliği ile orantılı olduğuna göre, ülke ekonomisinin sosyokültürel yapıyı da etkilediğini belirtmek, söz israfı olmaktan öteye gitmeyecek.

Genelinde son yıllar, özelinde 17 Aralık'tan sonraki süreç dikkate alınarak, bilimsel etik anlayışı içselleştirmiş, özellikle toplumbilimciler tarafından Türkiye toplumunun karakteristik yapısı, inanıyorum ki inceleniyordur. Zira incelenmeye değer bir konu olduğuna hiç şüphe yok.

Her insanın kendi yaşamı içinde deneyimlediği en önemli gerçekliklerden biri, akla uygun yaşamanın gerekliliğidir. "Akılla yaşamak", kurallarından ötürü zorlayıcı da olsa, sonuç olarak insana her zaman rahatlık sağlar. Günü ya da paçayı kurtarmanın derdiyle, güdümlü yaşamaksa kaçınılmaz olarak sıkıntı getirir.

30 Mart geçti. Önümüzde, 10 Ağustos 2014 ve 14 Haziran 2015 var. Akla uygun davranmamış olmak, bundan sonra da akla aykırı davranılacağını göstermez. Yeter ki "paçayı kurtarmanın" derdinde olmayalım. Sözün değil, eylemin var ediciliğinin farkında olalım.

Son bir iki sözle şunlara vurgu yapmadan yazıyı sonlandıramayacağım: Yöneticilerin ikiye ayrıldığını düşünürüm; liderler ve çobanlar. Liderler, insanlarla birlikte üretmekten zevk alırlar. Çobanlarsa, malûm; her söylediklerine inanılması ve istediklerinin yerine getirilmesi, hiçbir zaman sorgulanmadan kendilerine biat (halk artık bu sözcüğü daha iyi anlar oldu) edilmesi onlara keyif verir.

Son olarak, muhalefetin, yüzde 30 altında kalmış oy oranını, bir başarı gibi göstermesi de akla uygunlukla bağdaşır değil.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.