Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar sözcülerinin ağzında sürekli bir “sivil anayasa” söylemi var. Seçimlerin ardından artan bu söylemin daha etkili olması için cümlenin önüne “darbe anayasası ile yönetiliyoruz” ifadesini ekliyorlar. Bu söylem ile 12 Eylül askeri darbesinin ardından hazırlanıp halk oylaması ile kabul edilen 1982 Anayasası ifade ediliyor. Yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bunu, “Darbe anayasasıyla yönetiliyoruz, demokratik ülkeye bu elbette ki yakışmaz” diyerek hedeflerinin yeni, demokratik ve sivil anayasayı milletle buluşturmak olduğunu söyledi.
Acaba “sivil” ifadesi ile anayasa demokratik, evrensel insan haklarına saygılı, demokrasinin olmazsa olmazı laikliğin, kuvvetler ayrılığının, hukuk devletinin sağlam esaslara bağlandığı, hak ve özgürlüklerin “ancak”sız şekilde tanımlandığı bir anayasa mı kastediliyor yoksa otokratik bir tek adam rejimini daha sağlam esaslara bağlayacak bir anayasa mı ya da daha başka amaçlar mı hedefleniyor?
Ne olduysa, MHP lideri Bahçeli’nin ani bir çıkışla önayak olması sonucu, 2017'de olağanüstü hal koşullarında yapılan, oy verme işlemi devam ederken YSK’nin aldığı, “mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılması” kararı ile hukuken sakat hale gelen tartışmalı referandum sonunda Türkiye’ye giydirilen ucube başkancı sistemi düşününce insan kuşkulanıyor. Tartışmalı referandum ile yönetim sistemi değişip, halk egemenliğinin tecelli ettiği Meclis işlevsiz hale gelmişken daha ne değişikliği olabilir? Bütçe bile sarayda hazırlanıp Meclis’in onayına sunuluyor usulen…
Kaldı ki, bu iktidarın ilk yıllarında CHP’nin de desteği ile AB’ye girme hedefi doğrultusunda anayasada birçok demokratik değişiklik yapıldı. 1982 Anayasası’nda başlangıç bölümü de dahil o kadar çok düzenleme yapıldı. Bunca değişikliğin ardından “12 Eylül'ün darbe anayasası” demek için bir neden kalmadı aslında. Ama bu demokratik hamlelerden vazgeçildi ve 2017'deki referandum ile anayasa ilk halinin bile gerisine düştü.
Anayasalar toplumsal sözleşmeler olduğu için en geniş uzlaşma ile kurucu meclisler tarafından hazırlanması esastır ancak AKP, MHP’nin desteği ile “ben yaptım oldu” diyerek istediği değişiklikleri referanduma götürmenin yolunu açtı, sandıktan da yüzde 50’nin biraz üzerinde bir oyla çıktı. Anayasa değişikliği iktidar tarafından halka öyle bir anlatıldı ki, sanki Erdoğan ile Kılıçdaroğlu'nun yarıştığı bir seçim gibi sunuldu.
Kuvvetler ayrılığının icraatlarına engel olduğunu söyleyen, AYM kararına uymadığını, saygı da duymadığını ifade edebilen Erdoğan’ın tek adam rejimini inşa etmesini sağlayan anayasada başka ne değişiklik istiyor olabilirler acaba? Daha ne kalmış olabilir değişmesini istedikleri ki, “darbe anayasasıyla yönetiliyoruz, demokratik ülkeye bu elbette ki yakışmaz” diyebiliyorlar.
Zaman zaman "eski Türkiye" diyor, vesayetten dem vuruyorlar ama anayasada vesayet filan kalmadı, "eski Türkiye" dedikleri Türkiye ise bugünkünden daha ileriydi, bu kesin. Vesayet ise bugün saraydadır. Hangi bakan, “Cumhurbaşkanımızın talimatı” olmadan cümle kurabiliyor? Bu o kadar abartıldı ki, İstanbul’da Balıklı Rum Hastanesi’nde çıkan yangın için bile, “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla söndürüldü” dediler. Görevi yangın söndürmek olan itfaiyenin bir yangın çıktığında onu söndürmeye gitmesinden daha doğal ne olabilir? Demokratik hukuk devletlerinde kurumlar, yasalar ve kurallara göre çalışır bunun için özel bir talimata gerek yoktur.
Anayasada tek adam rejimini inşa eden, kuvvetler ayrılığına darbe vuran esas değişikliği yaptıklarına göre geriye kalan ne olabilir? Oysa, “darbe anayasası” dedikleri 1982 Anayasası’nın ilk hali bile bugünkünden daha ileri. Her şeyden önce Meclis’in egemenliği daha belirgin, kuvvetler ayrılığı daha sağlam, yargı bugüne göre daha bağımsız.
Öyle görünüyor ki, “sivil anayasa” diye tutturmalarının nedeni iyice çiğnedikleri laiklik ve Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen aydınlanma devrimleri… “Başörtüsü”nü anayasaya sokma gerekçesi ile bu hedeflerine varmak istiyor olmalılar.
Halbuki anayasada başörtüsünü kısıtlayan, ona engel olan bir madde yok. Geçmişte yaşanan sorunlar, 12 Eylül askeri rejiminin kılık kıyafete ilişkin yönetmelik düzenlemeleri ile başlayan ve uygulamada birtakım idari dayatmalardan ve bunun yargıya taşınmasından kaynaklandı. Nitekim bu sorun zamanla çözüldü. Hatta "başörtüsü özgürlüğü" o kadar yaygın ki, anaokullarında 3-4 yaşındaki çocukların bile başını kapatır hale geldiler!
Oysa hiç hazzetmedikleri o laiklik inanan inanmayan her yurttaş için hayati bir güvence. Toplumun farklı inançlara mensup kesimlerinin ile birarada yaşamasının, demokrasinin güvencesi. Bunu bir idrak etseler!
Eğer Türkiye, modern dünyada yer almasını, bölgesinde örnek ülke olmasını sağlayan, demokrasinin "olmazsa olmaz"ı laikliği feda ederse toplum çok acı çeker. Ülkemizin felaketi olur bu durum. Öyle şeyler olur ki, bugün laikliği istemeyenler bile, “biz ne yaptık” diye pişmanlık duyar ancak, iş işten geçmiş olur. Son yıllarda bazı vakıf ve derneklerin baskısı ile iptal ettirilen festival ve konserler bu tehlikeli sürecin adımları...
Önümüzde laikliği feda eden İran ve Afganistan örneği var. Bu iki ülke ile bölgemizde laikliği hala dinsizlik olarak gören, dini kurallara göre yönetilen ülkeler var. Onlara yakından bakarsak laikliğin ekmek gibi, su gibi ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlarız.