SON DAKİKA
Hava Durumu

Geciken Moskova-St Petersburg notları (2)

Yazının Giriş Tarihi: 10.09.2025 00:26
Yazının Güncellenme Tarihi: 10.09.2025 00:46

Araya başka konular, ikinci üniversiteyi okuduğum felsefe bölümündeki finaller ve gündemin yoğunluğu girince Moskova-St. Petersburg notlarını tamamlayamadım. Gecikme nedeniyle gezinin St. Petersburg bölümünü merakla bekleyenlerden özür diliyorum. Böyle geziler zaten güncelliğini hep koruyor, o yüzden her zaman okunabilir.

Moskova’da Nazım’la dolu geçen iki günün ardından geceyarısı trenle St. Petersburg’a doğru yola çıktık. Aslında bu yolculuğu gündüz yapmak, çevreyi de görmek açısından iyi olacaktı ancak tur organize edenler gündüzü şehirde gezmeye ayırmak için yolculuğu geceye almışlar.

Rusya’da çok meşhur olan tren yolculuklarının keyifli olduğunu hep duyarız. Türkiye’de ve Avrupa’da tren yolculuğu yaptım ama Rusya’da ilk kez bir tren yolculuğu geçireceğiz. Kızıl Meydan çevresinde gezip akşam yemeğimizi yedikten sonra otobüslerle Leningrad (St. Petersburg) tren istasyonuna hareket ettik. Rusya’da tren istasyonları gidilecek yer neresi ise onun adını taşıyor. Mesela Leningrad’dan Moskova’ya gelecekseniz, varacağınız istasyonun adı Moskova.

Rusya’da dikkatimizi çeken şeylerden biri de tren, restaurant ve benzeri yerlerde çalışanların İngilizce bilmemeleri, biliyorlarsa bile konuşmamalarıydı. Bu konuda bayağı bir zorluk yaşadık ama neyse ki Google Translate imdadımıza yetişti zor zamanlarda. Trende hizmet veren görevli personelle bu şekilde anlaştık.

Çar Petro’nun kurduğu şehir

İki kişilik, yataklı, konforlu kompartımanlarda 8,5 saat süren yolculuğun ardından sabah saatlerinde, bize tarihte “Deli” diye anlatılan Ruslar’ın ise “Büyük” dediği Rus Çarı Petro’nun kurduğu, Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapısı, Dostoyevski’nin Beyaz Geceler romanının mekanı, İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler’e 900 gün direnen Leningrad’a, efsane şehire vardık. İstasyonda bizi Rus rehberimiz karşıladı gayet sıcak bir şekilde ve hemen otobüslere geçerek Nevski Bulvarı’ndan şehir turuna başladık.

Şehrin ana bulvarı olan Nevsky, Çar I. Petro tarafından planlanmış, Amirallik Binası'ndan Aleksandr Nevski Manastırı'na kadar devam eden uzun bir bulvar. Şehrin alışveriş ve gece hayatı bu bulvarda yaşanıyor. St. Petersburg’daki ilk günümüzde Ekim Devrimi’nin sembolü olan Avrora zırhlısını demirlediği limanda dışarıdan gördük. Dışarıdan gördük diyorum çünkü o gün ziyaret yoktu. Önünde birkaç hatıra fotoğrafı çektirip ayrıldık.

Rus İmparatorluk Donanması'nda korumalı kruvazör olarak, Sovyet Deniz Kuvvetleri'nde eğitim gemisi olarak hizmet veren Avrora, 1957'den beri St. Petersburg'da Neva Nehri kenarında müze gemisi olarak demirlemiş halde duruyor.

Bolşevikleri destekleyen geminin Neva Nehri'ni terk etmesi emredilmiş ancak Avrora’nın kaptanı bu emri reddederek 25 Ekim 1917 günü top atışlarıyla Kerenski hükûmetinin bulunduğu Kışlık Sarayı'na (Hermitage) saldırılara başlamış ve Bolşeviklere güç vermiş. Geminin önemi buradan geliyor.

Rusya’nın en ihtişamlı müzesi

Hermitage Müzesi dünyanın en büyük ve eski, Rusya’nın en ihtişamlı müzelerinin başında geliyor. Müze galeri alanı bakımından dünyanın en büyük sanat müzesi özelliğini taşıyor. 1764 yılında Çariçe II. Katerina tarafından kurulmuş, yaklaşık 3 milyon sanat eserinden oluşan müzenin koleksiyonunun çok az bir kısmının sergilendiği belirtiliyor. Müze, en çok tablo koleksiyonuna sahip olması nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabında yer alıyor.

Koleksiyonlar, Rus imparatorlarının eski ikametgahı olan Kışlık Saray da dahil olmak üzere, altı tarihi binadan oluşan büyük bir komplekste bulunuyor. Bunların dışında Menshikov Sarayı, Porselen Müzesi, Staraya Derevnya'daki Depolama Tesisi ve Genelkurmay Binası'nın doğu kanadı da müzenin bir parçası. Yurtdışında birçok sergi merkezi bulunan kompleksteki altı binadan beşi, yani Kışlık Saray, Küçük Hermitage, Eski Hermitage, Yeni Hermitage ve Hermitage Tiyatrosu halka açık.

St. Petersburg'a gelme nedeniniz yalnızca bu müze bile olabilir. Çünkü gezmek çok fazla zamanınız alıyor. Sergilenen 60 bin eserin her birini üç dakika inceleseniz 20 bin saat, yani 2 yıldan fazla sürüyor. Düşünebiliyor musunuz, Rusya’daki diğer müzeleri de hesaba kattığınızda ne kadar zaman ayırmanız gerektiğini. Rusya gezisinin tadına varmak istiyorsanız iyi bir rehber ya da rehber grubuyla gezmelisiniz. Gördüğünüz eserlerin hikayelerini dinlemek akılda kalıcı oluyor.

Hermitage Müzesi’nde, 1941’de Leningrad Kuşatması başlamadan önce koleksiyonların önemli bir bölümü Sverdlovsk’a tahliye edilmiş ve savaşın bitmesinden sonra geri getirilerek müze yeniden açılmış.

St Petersburg’da gezilecek harika yerlerden birisi de I. Petro tarafından yaptırılan bir dizi saray ve bahçeden oluşan Petergof Yazlık Saray Bahçesi. Burasını gezerken kendinizi bambaşka bir alemde hissediyorsunuz. Buralar “Rusya'nın Versay'ı” olarak kabul ediliyor çünkü Petro Versay Sarayı'nı model alarak yeni saraylar ve bahçeler inşa edilmesi talimatı vermiş. 1941'de Almanlar tarafından ele geçirilen Petergof, işgal altındaki 3 yıl boyunca büyük oranda yıkıma uğramış. Çeşmelerin pek çoğu yok edilmiş ve saray kısmen patlatılarak yanmaya bırakılmış. Savaşın bitiminden sonra başlayan restorasyon çalışmaları günümüzde de devam ediyor.

Gezinin 5. Günü önce Puskin kasabası olarak bilinen Car kasabasındaki Rus İmparatorluğu döneminde çarların yazlık ikametgah olarak kullandıkları Katerina Sarayını, ardından Peter Paul Katedrali’ni gezdik.

Kanal Turu’nun keyfi bir başka

Gezinin en heyecanlı günü Kanal Turu yaptığımız 6. Gündü. St Petersburg’u kanalla gezmenin keyfi bir başkaydı. Yüksekliği az olan köprülerin altından geçerken ayağa kalkmamanız gerekiyor, buna dikkat etmezseniz başınızı köprülere çarpmanız kaçınılmaz. Kanal turu geçen yıl yaptığımız İtalya gezisindeki Venedik turunun bir benzeriydi ancak St Petersburg’taki kanalın turu her yönüyle bir başka güzel. Hele “Beyaz Geceler” St Petersburg’u ayrı bir çekici kılıyor. Saat 23.00’e kadar süren aydınlık hava 1.5-2 saatlik bir karanlığın ardından doğudan tekrar aydınlanıyor.

Mariinski Tiyatrosu’nda Raymonda Balesi

Kanal Turundan sonra Isak Katedrali ve Kanlı Kilise’yi turladık. Kanlı Kilise’nin ardından bizim içinde bulunduğumuz grup ile Raymonda Balesi’ni izlemek üzere Mariinski Tiyatrosu’na doğru yol aldık. Diğer grup ise Galereiya’ya gitti.

1860 yılında hizmete giren ve dünyanın en büyük sahnelerinden birisi olan Mariinski Tiyatrosu, Rus bestecilerinden Rimsky-Korsakov'un, Çaykovski'nin ve Modest Musorgksi'nin pek çok eserinin galasına ev sahipliği yapmış. Tiyatro, Uyuyan Güzel ve Kuğu Gölü balelerinin de doğum yeri olarak biliniyor. 19. Yüzyıl Rus mimarisinin başyapıtlarından biri olan bu tiyatroya yerleşik Mariinskiy Balesi de Rusya'nın en önde gelen opera ve bale topluluğu.

II. Katerina'nın 12 Haziran 1873 yılında verdiği "Rus Tiyatrosu yalnızca komedi ve trajedi değil, opera da sahnelemelidir" emri Mariinski Tiyatrosu'nun kuruluş tarihi kabul ediliyor.

Raymonda, Marius Petipa tarafından Alexander Glazunov'un (opus 57) müziği ve Lydia Pashkova'nın librettosu eşliğinde koreografisi yapılan, üç perdelik, dört sahnelik ve bir tanrılaştırma içeren büyük bir bale. Raymonda, özellikle baş balerin Pierina Legnani yararına sahnelenmek üzere yaratılmış ve ilk olarak 19 Ocak 1898'de Mariinski Tiyatrosu'nda İmparatorluk Balesi tarafından sahnelenmiş.

İşte büyük bir kadronun muhteşem kostümlerle sahnelediği baleyi o tarihi binada büyük bir ilgi ve keyifle o zamanı ruhumuzda hissederek izledik çıkışta da ‘Beyaz Geceler’in tadını bir kez tadını çıkardık.

Tarih boyunca önemli olayların, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı, dünya edebiyatındaki tartışmasız yeri ile bilinen kuzey komşumuzla (her ne kadar artık kara sınırımız olmasa da) sıkı ilişkiler sürüyor.

Rusların efsaneleşen Leningrad direnişi

Kurtuluş Savaşı'nda Büyük Millet Meclis orduları için Türkiye'ye büyük silah, cephane ve para yardımı yapan Sovyetler Birliği'nden bugünkü Rusya Federasyonu'na gelinen süreçte yeni ülkeler kuruldu, sınırlar değişti. Her ne kadar komünist rejim yıkılsa da bugünkü Rusya özellikle İkinci Dünya Savaşı'nda Naziler'i durdurmasının gururunu yaşıyor, Rusya Devlet Başkanı Putin de bunu zaman zaman dile getiriyor. Birçok meydanda Marx'ın, Lenin'in heykelleri hala duruyor.

İlginçtir gezimiz boyunca hiçbir yerde, bilboardda Putin'in posterine rastlamadık. Sadece Moskova'da bir tavernada bira içerken fotoğrafı vardı, onu da taverna sahibi oraya gelip bira içtiği için duvara asmış.

Rusya'nın Batıya açılan kapısı olan, Avrupai yüzünü gösteren St. Petersburg, önceki adıyla Leningrad çok güzel bir şehir. Rusya'nın yaşadığı değişim ve dönüşümlerin mimarı olan Çar Petro tarafından bataklığın kurutulmasıyla inşa edilen şehir Venedik'e benziyor.

Her imparatorluk, krallık ya da diktatörlüklerde olduğu gibi Rusya'nın tarihinde de kanlı iktidar kavgaları var.

Leningrad, bugünkü adıyla St. Petersburg İkinci Dünya Savaşı'nda en kanlı çatışmaların yaşandığı yerlerden birisi. Hitler'in Rusya'yı işgal etmek için saldırdığı şehir 900 gün boyunca büyük bir direnişe sahne olmuş bir milyona yakın insan hayatını kaybetmiş. Leningrad kuşatması, yakın zamandaki en uzun süreli ve en yıkıcı kent kuşatmalarından biri olarak tarihe geçmiş durumda.

1975 yılında açılan Leningrad Kahraman Muhafızları Anıtı'na yakın zamanda bazı yeni heykeller eklenmiş ve düzenlemeler yapılmış.

Büyük keyif aldığımız Moskova-St Petersburg gezimiz Mariinski Tiyatrosu’ndaki Raymonda Balesi ile son buldu ve Pulkovo Havaalanı’ndan Türkiye’ye hareket ettik.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.