SON DAKİKA
Hava Durumu

Esad'la röportaj ve Baasçı suçlaması

Yazının Giriş Tarihi: 04.07.2012 02:37
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.07.2012 02:37

Basına yansıdığı kadarıyla Beşşar Esad ile röportaja Mehmet Ali Birand, Ertuğrul Özkök, Utku Çakırözer, Fehim Taştekin ve Amberin Zaman birlikte gideceklerdi ancak Cumhuriyet dışındaki yayın organlarının yönetimleri röportaja, Başbakan Erdoğan'ın icazeti olmadığı için sıcak bakmadı ve yazarlarına, yapsalar bile röportajı yayınlamayacaklarını duyurdular.

Bunun üzerine Şam'a sadece Utku Çakırözer gitti ve Türk jetinin düşürülmesiyle savaşın eşiğine gelinen Suriye'nin Devlet Başkanı'nın ne düşündüğünü öğrenme fırsatımız oldu.

Gazetecilik işte böyle zamanlarda daha bir önem kazanır.

İktidarın tek yönlü bilgilendirmesi karşısında tüm tarafların ne düşündüğünü öğrenmek, bunu kamuoyuna aktarmak gazetecinin görevidir.

Hele bir de savaş tehlikesi varsa, çocukları savaşa gidecek olan toplumun bunları bilme hakkı vardır ve bunu yapacak olan da evrensel duyarlılığa sahip, mesleğinin ilkelerine bağlı gazetecilerdir.

Başbakan'ın iki yıl öncesine kadar kolkola olduğu Beşşar Esad'ın ne söyleyeceğini Türkiye kamuoyunun bilmesini istememesi, 'Esad'ın işine yarar' demesi kendisi açısından normal görülebilir, ancak bunu danışmanı aracılığı ile engellemeye vardırması, patronların buna boyun eğmesi, yılların gazetecilerinin de ses çıkarmaması vahim bir durum. İşte 'ileri demokrasi'yle yönetildiği savunulan Türkiye'nin basın özgürlüğünde geldiği nokta.

Basın, Turgut Özal'ın iktidar olduğu yıllarda, hatta askeri dönemlerde bile böyle bir icazet olayına tanık olmadı. Kuşkusuz baskılar vardı ancak cesur haberlere imza atılır, bu haberler yüzünden gazeteler toplatılır ya da dava açılırdı.

Mehmet Ali Birand daha kimsenin cesaret edemediği 1980'lerde Bekaa Vadisi'ne gitmiş ve Abdullah Öcalan ile yaptığı röportaj 'İşte PKK işte Apo' başlığıyla Milliyet'te manşetten yayınlanmştı. Bu röportaj basında bir ilkti o zaman.

Milliyet okuyucusu olduğum o yıllarda sabah gazeteyi bayiden aldıktan sonra DGM'nin ünlü savcısı Nusret Demiral gazetenin o günkü sayısı için toplatma kararı vermiş ve dava açılmıştı.

O zamanlar böyle haber ve röportajlar yayınlanıyor daha sonra ise o yayınlar toplatılıyordu. Şimdi bırakın yayınlamayı daha röportaj bile yapılmadan ancak otoriter rejimlerde görülen engellemeler karşımıza çıkıyor. İleri demokrasi, daha beyinlerdeki fikirler harekete geçmeden engel koyuyor. Zaten demokrasimizin ileriliği de ileriyi bu kadar görmesinden ileri geliyor!

İşte o yılların Mehmet Ali Birand'ının bugün Başbakan Erdoğan'ın icazeti olmadan röportaj yapamıyor duruma düşmesi ve buna ses etmemesi dikkatle üzerinde durulması gereken bir olay.

Başbakan'ın danışmanının röportaja karşı çıkış gerekçesine bakar mısınız. Röportaj Esad'ın işine yararmış. Aslında bunu 'Esad'ın söyleyecekleri Erdoğan'ın işine yaramaz' şeklinde okumak daha doğru. Nitekim Utku Çakırözer'in röportajının ilk bölümünden de durumun böyle olduğu anlaşılıyor. Oysa röportajın herhangi bir kimseye değil, kamuoyunun işine yaramasıdır.

Bu 'icazet' olayıyla birlikte, Türkiye'de ana akım medya kuruluşlarının siyasi iktidara bağımlılığı ve AKP'nin medyadan beklediğinin, Suriye'ye karşı düşmanlığı körükleyen ve propaganda ürünü 'haberler' olduğu bir kez daha görüldü.

Beşşar Esad'ın Utku Çakırözer'e sorularına verdiği yanıtlara bakınca Başbakan'ın neden bu röportajı istemediği belli oluyor.

Türkiye ile geliştirilen ilişkilerin Ak Parti Hükümeti tarafından sürekli yok edildiğini söyleyen Esad, Türk jetinin düşürülme süreciyle ilgili olarak da ciddi bilgiler veriyor. 'Keşke uçağı düşürmeseydik' sözünü samimi bulmayanlar olabilir ancak röportajın tamamını okuyunca ortaya Erdoğan'ın tek yanlı ve emperyalist politikalar doğrultusundaki söylemlerinden farklı bir tablo çıkıyor. 

Böyle bir ortamda iki komşu ülke orduları arasında konuşacak kimsenin olmaması ne ilginç. Necdet Özel Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Hükümet iki ordu arasında acil durumlardaki ilişkiyi bile kestirmiş.

En uzun kara sınırına ve tarihi geçmişe sahip komşunuzla tüm teması keseceksiniz ama Afrika'da savaş suçlusu ilan edilen Ömer El Beşir ile her türlü ilişkiyi gelişireceksiniz.

Başbakan Tayyip Erdoğan 1.5 yıl önce 180 derece dönüş yaptığı Suriye politikasını eleştirenlere, savaş karşıtı söylemlerde bulunanlara ucuz bir 'Baasçılık' yaftası yapıştırıyor. O da biliyor ki kimsenin Baas'ı, Esad'ın katliamlarını savunduğu yok ama işine öyle geldiği için o yolu seçiyor. Halbuki 1.5 yıl öncesine kadar kimse ona, 'Sen neden Baas lideri ile kol kolasın' gibi ucuz bir suçlamada bulunmamıştı.

İktidarın samimiyet ve niyetini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren Sudan'la ilişkilere bir-iki gazete ve yazar hariç, basın yeterince yer vermiyor ve sorgulama gereği de duymuyor.

İktidarın Suriye politikasını, "Eli kanlı Esad hergün çoluk çocuk öldürüyor, halkını katlediyor. Esad iktidarda kalsın mı" diyenler bir zahmet Türkiye-Sudan ilişkilerine baksınlar bakalım ne görecekler.

Daha dün Taraf'ta haberi vardı. Türkiye, soykırım ve savaş suçlarından hakkında tutuklama kararı olan Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir'le çok kapsamlı bir askeri işbirliği için start verdi.

İstanbul'da geçen yıl çerçevesi imzalanan, iki ülke arasında başta askeri olmak üzere birçok alanda işbirliği öngören kanun tasarısı, muhalefetin itirazına rağmen Meclis'te kabul edildi. Anlaşmaya göre Türkiye, dünyanın katliam yapmakla suçladığı diktatör Ömer El Beşir'in başkanlığını yaptığı Sudan'ın askerlerini eğitmekten, birliklerin donanımı ve askerî araçlarının modernizasyonuna kadar 17 maddeye imza attı.

Buyrun size bir eli kanlı diktatör daha. Üstelik hakkında uluslar arası savaş suçları mahkemesinin yakalama emri var.

Siz önce bunu bir açıklayın daha sonra Beşşar Esad üzerine konuşalım.

twitter.com/zaferopsar

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.