SON DAKİKA
Hava Durumu

Yerel yönetimler ve güvenli kentleşme

Yazının Giriş Tarihi: 06.03.2023 15:19
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.03.2023 15:19

Doğu illerimizde yaşanan deprem felaketinin üzerinden yaklaşık 1 ay geçti. Resmi rakamlara göre elli bine yakın canımızı kaybettik. Bence bu rakam çok daha yüksektir. Maddi kayıplarımızın bedeli henüz tam hesaplanmamakla birlikte 150 milyar dolarlara erişebileceği söyleniyor.

Neden bu denli korumasız binalar yapıyoruz, felaketin bu boyutlara erişmesinin sorumluları kimlerdir, akıl ve bilimi neden tercih etmiyoruz gibi soruların cevapları üzerinde artık sağlıklı bir analiz yapabiliriz diye düşünüyorum.

Öncelikle kentleşme sorunumuzu irdelemek lazım.

Türkiye kentleşmeyi beceremedi. Kentleşmemiz geç kalmış bir kentleşmedir. Toplu nüfus akınları biçiminde kırdan kente göçle oluşan kentleşme sağlıklı bir biçimde gerçekleşmez.

Yoğun kentleşme, imar plan süreçlerinden yapı stoku güvenliğine, eğitimden sağlığa, birlik inşa edici tutumdan anomiye, ulaşımdan kentsel tasarıma, doğal afetlerden kent güvenliğine kadar pek çok sorunu beraberinde getirmiştir.

Bir de son dönemde çok başlılık diye bir ucube durumla karşı karşıyayız. Belediyeler uygulama imar planı dediğimiz 1/1000’lik plan yaparken, TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve büyükşehir olmayan illerde İl Özel İdareleri de 1/1000’lik plan yapabilmekte.

Mesela TOKİ kentin istediği yerinde uygulama imar planı yaparak konut projeleri üretmekte ve kentin büyüme stratejisini bozmaktadır. Çevre Düzeni Planı, Nazım Plan ve Ulaşım Planları hepsi TOKİ’nin seçtiği yere göre değişmektedir. Bu bir karmaşadır; böyle bir kentleşme olmaz.

Gerçi bu büyük depremde TOKİ binalarından yıkılan yok, bu da demektir ki kurallara uygun bina yapılırsa yıkılmayabiliyor.

Öte yandan kentleşmemizin bir biçimi, şekli de yok. Yani dünyada ideal kent modelleri var, bizimki hiç birine uymaz. İdeal kent modellerinden mesela birinde kentin bir merkezi var, diğer alanlar baklava dilimleri tarzında tasarlanır.

Bu hususun öncülerinden biri ünlü İsviçre asıllı Fransız Mimar Le Corbusier’dir. Bizde is rastgele bir kentleşme var. Genellikle niteliksiz ve birikimsiz kişilerden oluşan bazı belediye başkanları(bu arada liyakatli başkanları tenzih ederim), rüyasında gördüğünü ya da çocukluğunun hayallerini kentleşme olarak uygulamaya kalkıyorlar.

Depremlerden neden ders almıyoruz

Deprem en büyük doğal afetimizdir. Maalesef Anadolu coğrafyası büyük fay hatları üzerindedir. Bunlardan biri Doğu Anadolu Fay Hattı, diğeri Kuzey Anadolu Fay Hattı, bir diğeri de Batı Anadolu Fay Hattıdır. Son yaşanan büyük felaketteki on ilimiz Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde bulunmaktadır.

Türkiye depremleri yeni yaşamıyor; bu konuda yeterince tecrübeye sahipken, hala bu boyutta can ve mal kaybına uğramamızın 3 temel nedeni vardır:
- Kaderci kültür
- Devletin vatandaşın güvenliğine kayıtsız kalması
- Yolsuzluk ve rüşvetin yaygınlığı

Deprem gibi büyük felaketlerde üç şey çok önemlidir:

- Depreme karşı doğru zeminler/yerler seçerek, imar planlarını buna göre yapmak ve depreme dayanıklı binalar yapmak; mevzuatı bu yönde tam ve doğru uygulamak. (TOKİ binalarında yapıldığı gibi)

- Deprem sırasında önceden hazırlıklı olup, en kısa sürede müdahale edebilmek

- Deprem sonrası mağdur olmuş vatandaşların durumunu iyileştirmek

Şimdi bu maddelere göre son büyük depremi değerlendirelim:

- Bir kere deprem konusunda akıllanmıyoruz ve bunu kader diye geçiştirerek memleketimizin büyük ekonomik kaybına, büyük can kaybına seyirci kalıyoruz. İmar afları ile siyasi oy devşirme hesabından vazgeçmediğimiz, rüşveti, kayırmacılığı ve yolsuzlukları ortadan kaldırmadığımız sürece depremle mücadelede her daim sınıfta kalmaya, büyük can ve mal kayıplarına seyirci kalmaya devam edeceğiz. Bunun için büyük bir kültürel yenilenmeye ihtiyacımız var. Aklın ve bilimin ışığında bir yenilenmedir bu.

Öte yandan depreme dayanıklı bina yapmanın ilk şartı sağlam zemindir. Şehirlerimizi o sağlam zeminlere taşımalı ve bina yapımlarını her şart ve halükarda sıkı bir biçimde denetlemeliyiz. Bu taşıma maliyeti bir kez olacak, bugünkü maddi ve can kayıplarını bir daha yaşamayacağız.

Ayrıca kentleşmeyi sağlıklı yönetmek ve yönlendirmek hiç de zor değildir. Bunun için kanun ve yönetmeliklerin taviz verilmez biçimde uygulanması gerekir. 
Siyasi hesaplarla, ahbap çavuş ilişkileri ile kentleşme yönetilemez. Şili’de 1960’da yaşanan 9.5 büyüklüğündeki depremde bir çok bina kullanılamaz hale geldi ancak sadece 3 bin kişi hayatını kaybetti. Japonya’da 1995 Kobe depreminde 400 bin bina kullanılamaz hale geldi, 250 bin ev yıkıldı fakat 6500 civarında insan hayatını kaybetti.

Bizde ise muhtemelen bu depremde ölü sayısı umarım olmaz ancak 100 bini geçecektir.

Depremle mücadele öncelikle iyi bir eğitim ve kültürel gelişmişlikle olur. Kaderci kültür depremle mücadele edemez. Kader geleneksel İslam’ın anladığı da değildir. Depremi kadere bağlamak Allah’a iftiradır. Kader Allah’ın her şeyi bilmesidir. Ancak Allah doğa kanunlarını ortaya koymuş, öte yandan insana en kıymetli mefhum olan aklı vermiş ve bilimi hedef göstermiştir.

Şimdi gelelim İktidarın tutumuna. Ak Parti iktidarının başlangıçtaki en kıymetli sözü, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak idi. Geldiğimiz birçok noktada her şey ya eskisi gibi olmaya devam ediyor ya da eskisinden beter oldu.

Gelelim deprem öncesi hazırlık dediğimiz aşamaya. İktidar bu konuda da sınıfta kalmıştır. Gerçi bu büyüklükteki bir yıkımla ABD bile baş edemezdi. Demek ki, önceden tedbir almak, doğru zeminlere dayanıklı binalar yapmaktır aslolan.

Daha önceki depremlerdeki başarılarımız bile yok edilmiştir. EMASYA Protokolü(emniyet, asayiş, yardım) ortadan kaldırılarak askerin duruma acil vaziyet etmesi engellenmiştir. Oysa bölgedeki illerde kalabalık tugaylar vardır. Yani askerin sahaya çıkması canlı kurtarma işinde daha başarılı olmamızı sağlayabilirdi.

Öte yandan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu Valilere afet durumunda asker kullanma yetkisi veriyor. Ama herkes Cumhurbaşkanı’nın ağzına baktığı için hiçbir vali buna cesaret edemedi ve erken müdahalede çok gecikildi. Bu da tek kişilik hükümet sisteminin ya da tek adam rejiminin bir yanlışı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kızılay’ın eski başkanı Tekin Küçükali günlerdir TV’lerde Kızılay’ın nasıl etkisiz hale getirildiğini anlatıyor. Liyakatsiz, iş bilmez insanlar AFAD ve benzeri kurumlarda etkili görevlere getirilmiş, bu yüzden de arama kurtarma ekipleri bölgeye geç intikal ettirilmiştir.

Zonguldak maden arama kurtarıcıları çok üstün becerilere sahip olmasına rağmen bölgeye ancak üç gün sonra intikal ettirilmiştir.

Oysa deprem öncesi insan gücü, makine teçhizat ve donanımları bakımından yeterli kapasitenin hazır tutulması gerekirdi.

Ünlü deprem bilimcimiz Prof. Dr. Naci Görür hoca adeta nokta atışı yaparak bir yıldır Pazarcık ve Elbistan merkezli ve 7 büyüklüğün üzerinde bir deprem olacağını bas bas bağırarak söylüyordu.

Deprem sonrası mağdur olmuş vatandaşlarımızın durumunu iyileştirmede de siyasi mülahazaların, oy kaygılarının öne çıktığını görüyoruz. Naci Görür hoca zemin incelemesi yapılmadan konut yapımına başlanmamalıdır diyor, ancak iktidar, hemen inşaatlara başlamak istiyor. Bu durum korkarım ki, ileride yeni felaketlere kapı aralayacak bir tutum olacaktır.

Bir de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Hatay Havalimanı’nı tamire kalkmasına Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, ‘siz kim oluyorsunuz da havalimanı tamirine kalkıyorsunuz’ biçiminde itirazı var. Oysa deprem sonrası devletin bütün kurumları, hatta sivil toplum topyekün müdahale etmeli, güç birliği olmalı ki kısa sürede daha doğru sonuçlar alınabilsin.

Bu arada o bölgelerdeki belediyeler de çok zayıf kalmıştır. Onları da sistemin içine çekerek etkin hale getirmek gerekir. Yerel Yönetimlerin güçlendirilmesinden korkan bir devlet anlayışı halen daha devam etmektedir.

Oysa o bölgedeki Kürt Sorunu’nun bir çözümü de Yerel Yönetimleri güçlendirmekten geçiyor. Bunu ısrarla söylüyorum. Adam gibi devlet doğru ve ciddi denetim yapan devlettir. Devlet denetim görevini doğru yaparsa, bölgede terör örgütlerine yerel yönetimlerce kaynak aktarılmasına sebep olanlara, hukuk önünde bunun hesabını sorar.

Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, 1981’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyor; ‘Biz Fransa’yı kurarken kuvvetli bir merkeziyetçi yönetime ihtiyacımız vardı. Şimdi ise Fransa’yı bir arada tutabilmek için kuvvetli bir yerel yönetime ihtiyacımız var.’

Fransa ‘Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı imzalamamış ancak 1981 sonrasında çok daha ileri bir yerel yönetim modeli geliştirmiştir. Bölge yönetimleri kurmuştur.

Hülasa deprem kuşağında yaşıyor olmak kaderimizdir. Ancak depremlerden ölmek, büyük can ve mal kaybına uğramak kaderimiz değildir. 

    
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.