Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ve Yeşil Finans Mekanizmalarının örtülü maliyetleri işçileri nasıl etkileyecek?
Türkiye, karbon yoğun sektörlerin bulunduğu endüstriyel gölge yapılanmasıyla ve ihracattaki yeri ile Emisyon Ticaret Sisteminden (ETS) etkilenecek ülkeler arasında yer almaktadır. İklim Kanunu kapsamında başlatılan ETS pilot fazı, karbon ticaretini finansal bir araç hâline getirirken gerçek maliyetler işçiler, yerel topluluklar ve ekosistemler tarafından ödenmektedir. Piyasa temelli yaklaşımlarda sera gazı emisyonları ölçülebilir ve takas edilebilir formuyla işçiler üzerindeki ekonomik baskıyı ve ekolojik tahribatı görünmezleştirir. ETS’nin hayata geçirilmesi sanayi dönüşümünün, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır.
22 Temmuz 2025’te İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yayımlanan Karbon Kredilendirme ve Denkleştirme Yönetmeliği Taslağı, teknik ve idari mekanizmaları tanımlamakta ancak toplumsal eşitsizlikleri, yerel ekonomik ve ekolojik etkileri ele almakta yetersiz kalmaktadır. Taslak, karbon ticareti süreçlerinin sertifikasyon ve izleme altyapısını oluşturmayı, piyasa düzenini sağlamayı hedeflerken, sistemin dayandığı kapitalist mantığı ve endüstriyel enerji kullanımındaki yapısal bağımlılığı sorgulamamaktadır. Karbon Denkleştirme Sistemi (TR KDS) ve Turkuaz Krediler, gönüllü taahhütler ve ETS yükümlülüklerinde kullanılabilecek olup sistemin kurumsal denetimi İklim Değişikliği Başkanlığı, Türk Standardları Enstitüsü (TSE) ve TÜRKAK arasında paylaşılmıştır. TR KDS bünyesinde, ulusal projeleri takip edecek Türkiye Karbon Denkleştirme Kayıt Sistemi ve uluslararası kredilere ilişkin kayıtları tutacak Türkiye Uluslararası Karbon Kayıt Sistemi olmak üzere iki ayrı mekanizma öngörülmektedir. Çifte sayımı ve finansal suiistimalleri önlemek amacıyla Turkuaz Krediler yalnızca başka sistemlerde kullanılmamış projelere tahsis edilecektir. Teknik önlemler, işçilerin sırtına yüklenecek bu yükü ve endüstriyel gölge bölgelerdeki ekolojik yıkımı maskelemek yerine çözüm sunmalıdır. Fosil yakıt endüstrisi ve enerji yoğun üretim süreçleri hâlâ işçilerin emeğini daha kırılgan hâle getirmekte; kömür ocakları, sanayi bölgelerinin arka sokakları ve tarım arazilerinin yanındaki topluluklarda yaşam koşullarını zorlaştırmaktadır.
TÜİK 2024 İşgücü İstatistikleri temel alınarak yapılan analizlere göre, Türkiye’de toplam istihdam 32,7 milyon kişiye ulaşmıştır ve bunun yaklaşık 6,7 milyonu (%20,7) endüstri paydasını oluşturmaktadır. ETS pilot fazı kapsamında yüksek enerji tüketimi ve karbon salımı açısından kritik alt sektörler demir-çelik, çimento, seramik, cam, alüminyum, kimya ve kağıt üretim sektörleridir. Jana Boeckx’in çalışması üretimdeki iş kaybında %4,76 civarında azalmaya neden olabileceğini göstermektedir. Buradan hareketle Türkiye’de ETS uygulamasının olası etkileri değerlendirildiğinde, sanayi sektöründe yaklaşık 320 bin işçinin doğrudan veya dolaylı olarak etkilenebileceği tahmin edilmektedir. Bu etki özellikle demir-çelik, çimento, cam, kimya ve alüminyum gibi enerji yoğun sektörlerde yoğunlaşmaktadır. Demir-çelik üretimi Marmara ve Karadeniz’de, çimento ve kireç üretimi İç Anadolu ve Akdeniz’de, cam ve seramik Marmara ve Ege’de, kimya ve petrol ürünleri Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Bu dağılım, ETS’nin bölgesel ekonomik ve sosyal etkilerinin anlaşılması açısından kritik öneme sahiptir.
Demir–çelik ve metalurji sektöründe, karbon kotası ve artan enerji maliyetleri üretim süreçlerini hızlandırma baskısı yaratmaktadır. Bu durum işçilerin vardiya sürelerinin uzaması, fazla mesaiye zorlanması ve psikososyal stres risklerinin artmasıyla sonuçlanmaktadır. Filtreleme ve emisyon kontrol yatırımlarının ertelenmesi, işçilerin metal oksit ve partikül maruziyetini yükselterek solunum yolu hastalıkları ve meslek hastalıkları riskini arttırabilir.
Çimento ve kireç sektöründe, ETS’nin maliyet baskısı doğrudan hissedilmektedir. Karbon azaltım hedefleri üretim planlamasında değişikliklere yol açmakta, bu da işçilerin termal stres ve yoğun toz maruziyetini artırmaktadır. Maliyet odaklı işletmelerin iş güvenliği yatırımlarını ertelemesi, bu sektördeki işçilerin sağlığını daha da kırılgan hale getirmektedir.
Cam ve seramik sektöründe, enerji yoğun fırınların karbon maliyeti nedeniyle üreticiler tasarruf odaklı adımlar atmaktadır. Bu ise işçilerin yüksek sıcaklık, yoğun partikül ve kimyasal buharlara maruziyetini artırmaktadır. Ayrıca ETS baskısıyla artan taşeronlaşma ve vardiya esnekliği, işçilerin güvencesizliğini ve meslek hastalıklarına açık hale gelmelerini hızlandırmaktadır.
Alüminyum üretiminde, ETS’nin enerji maliyetleri üzerindeki etkisi belirgindir. Rafinasyon ve döküm süreçlerinde çalışan işçiler yoğun toz, gaz ve kimyasal katkı maddelerine maruz kalmaktadır. Enerji optimizasyonu baskısı altında filtreleme sistemlerinin eksik çalıştırılması işçilerin maruziyetini derinleştirmektedir.
Kimya ve petrol türevleri sektöründe, karbon kotaları maliyetleri artırmakta ve düşük maliyetli, riskli üretim pratiklerini teşvik edebilmektedir. Nitrik asit, amonyak, adipik asit gibi ürünlerin üretiminde işçiler kimyasal yan etkiler, patlayıcı gaz karışımları ile karşı karşıya kalmaktadır. ETS nedeniyle dönüşüm yatırımlarının ertelenmesi sağlık risklerini artırmaktadır.
Rafineriler ve büyük yakma tesislerinde (20 MW üstü) ETS, enerji maliyetleri ve karbon izinleri üzerinden doğrudan etkilidir. İşçiler yüksek sıcaklık, yanıcı gazlar ve kimyasal buharlara sürekli maruz kalmakta; enerji tasarrufu baskısı vardiya sürelerinin uzaması ve iş yükünün artmasıyla sonuçlanmaktadır.
Maliyet baskısı altında işletmeler, emisyon azaltım yatırımlarını erteleyebilmekte, iş yükünü işçilere yıkabilmekte ve taşeronlaşmayı artırabilmektedir. Bunun sonucu olarak ücret baskısı, iş güvencesizliği, meslek hastalıkları ve iş cinayetleri artışı gözlenebilmektedir. Fosil yakıt kullanımının azalması uzun vadede hava kalitesini iyileştirebilirken, yeni üretim teknolojilerinde işçilerin kimyasal, mekanik ve ergonomik riskleri değerlendirilmelidir.
Almanya’da enerji ve çelik sektörlerinde ücret baskısı ve iş güvencesizliği, Polonya’da kömür sektöründe taşeronlaşma ve işsizlik artışı, Çin’de düşük karbonlu üretime geçiş sürecinde filtreleme eksiklikleri nedeniyle sağlık riskleri gözlemlenmiştir. ABD’de RGGI uygulaması ise küçük işletmeler ve taşeron işçiler üzerinde maliyet baskısı yaratmıştır. Türkiye’de de benzer şekilde, çimento, demir-çelik ve enerji sektörlerinde işçilerin kırılganlıkları artmaktadır. Özellikle Marmara, Ege, İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerindeki yoğunlaşmış üretim merkezlerinde, işçilerin ekonomik ve sosyal güvenliğinin korunması kritik hale gelmektedir.
ETS’ye uyum sürecinde işçi sağlığı, iş güvenliği, yeniden istihdam ve adaptasyon hakları toplu sözleşmelere eklenmelidir. ETS’nin işsizlik ve gelir kaybı yaratabileceği bölgelerde, işçilerin ekonomik kayıplarını telafi edecek geçiş fonları oluşturulmalıdır. Karbon piyasasından elde edilen gelirler piyasa düzeni için değil, işçilerin sağlık ve güvenlik yatırımları için kullanılmalıdır. İşçi temsilcilerinin ETS uyum planlamasına ve sektör bazlı karar mekanizmalarına aktif katılımı sağlanmalıdır. Biyoyakıt, kimyasal dönüşüm ve düşük karbonlu teknolojilerin işçiler üzerinde yaratacağı yeni sağlık ve güvenlik riskleri önceden değerlendirilerek önleyici iş güvenliği politikaları geliştirilmelidir.
Kaynakça
Boeckx, P., et al. (2025). Changing workforce dynamics under the European Union Emissions Trading Scheme: job profiles and the color of the collar
ETUC. (2015). European Trade Union Confederation Report on Carbon Pricing and Labour Impacts. Brussels: ETUC. (2023). Carbon Market Policies and Worker Rights in the EU. Brussels: ETUC.
TÜİK. (2024). İşgücü İstatistikleri 2024. Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu.
World Bank. (2024). Carbon Pricing and Labor Markets: Global Evidence. Washington, D.C.: World Bank.