2013 yılının en çok konuşulan gündem maddesi ise, Öcalan ile yapılan görüşmelerle ilerleyen "Barış süreci". Yıllardır bu kirli savaşın bitmesini, Türk ve Kürt gençlerinin artık ölmemesini isteyenlerde temkinli de olsa heyecan, sevinç ve umut var. Toplumun bir kesimi ise yürütülen bu sürece kuşku, endişe ile bakıyor, barışa karşı çıkıyor.
MHP başta olmak üzere milliyetçi kesimlerin barış ve çözüm sürecine tepki göstermeleri, hatta bu tepkilerini süreci yürütenleri ve destekleyenleri hainlikle suçlamaya kadar götürmeleri beklenen bir durum. Varlık nedeni savaş, kan, cenaze olan ırkçıların savaşın bitmesini, barışın gelmesini istemeleri gerçekçi olmazdı. Ancak kendilerine "solcu" diyen bazı çevrelerin (başta İP, TKP ve CHP'nin ulusalcıları) barış sürecine destek olmak bir yana, süreci "ihanet projesi" olarak nitelemeleri anlaşılacak gibi değil. Sözcü, Aydınlık vb. gazetelerin "sözcülüğünde" her gün nefret kusarak barışı engellemeye çalışan bu "ulusalcı/milliyetçi cephe", adeta MHP'nin yedeği işlevini görüyor.
Barış sürecine karşı çıkanların söylemlerine baktığımızda tektipçi, ayrımcı, ırkçı, elitist bir nefret dilini görüyoruz. Barış sürecine karşı çıkmak için öne sürülen gerekçelerden bazılarını irdelemeye çalışacağız:
1) AKP'ye güven olmaz: Bu gerekçeyi öne sürenler aslında barış istediklerini ama AKP öncülüğünde yürütüldüğü için karşı çıktıklarını söylüyorlar. Ne söylediğine/yaptığına değil, kimin söylediğine/yaptığına önem veren bu kesimler salt AKP karşıtlığı uğruna barış umudunu heba etmekten kaçınmıyorlar. Yapılan olumlu şeylere bile karşı çıkan birinin, yanlışları eleştirmesini halk nasıl dikkate alacak acaba?
2) PKK ile konuşulmaz: Bunu söyleyenler barış için çalışma yapılmasını, ancak PKK ile görüşülmemesini istiyor. Bu sorun PKK ile ortaya çıktı, sorunun en önemli aktörü PKK ve Öcalan. Bir sorun, o sorunun muhatapları ile konuşarak çözülür, başka kimle çözülecek? Dünyadaki diğer örneklerde de öyle olmuştur. Uruguaylılarla konuşarak çözecek değiliz ya.
3) Barış karşılığında ne verilecek?: Bazıları da barış görüşmeleri ile PKK'ya ya da Kürtlere ne verileceğini soruyor. Anayasada etnik vurgunun kaldırılması, ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve özerklik gibi insan hakkı olan konuların hayata geçirilmesini taviz olarak görüyorlar. Bunlar zaten en temel insan haklarıdır ve çok önceden gerçekleştirilmesi gerekirdi, taviz olarak verileceğini söylemek, en hafif deyimle ayıptır.
4) Ülke bölünür: Barışa karşı çıkanların bir bölümü, karşı çıkma gerekçeleri olarak bu sürecin ülkeyi böleceğini ileri sürüyorlar. PKK ve Öcalan açıkça ayrı devlet istemiyoruz, ülkenin bütünlüğünü savunuyoruz dese de, bunlar sözlere inanmayarak niyet okuyuculuğu yapıyor ve PKK'nın mutlaka ülkeyi böleceği saplantısını tekrarlıyor. Asıl bölünmenin, savaş sürdükçe gelen ölülerin ardından artan duygusal kopuşla oluştuğunu ise ne yazık ki görmüyorlar.
5) PKK silah bırakmaz, "terör" bitmez: Bu gerekçeye söyleyecek laf yok. Kendi kafalarında yarattıkları bir hayale inanıyorlar ve hiçbir olay, hiçbir söz onların görüşünü değiştirmiyor. Öcalan, silahlar sussun, artık siyaset konuşsun diyor. Bunlar hayır, olmaz diye diretiyor. Ne diyelim, Allah akıl fikir versin, çözümden bu kadar korkmayın demekten başka söz yok.
6) Bu kadar şehidi boşuna mı verdik?: Bazıları da madem ki bu kadar şehit verdik, o zaman sonuna kadar savaşalım, hepimiz ölelim demek istiyor. Türkler 15.000 dolayında, Kürtler ise 30.000 dolayında şehit verdiler, yetmez mi? Daha ne kadar insanın ölmesi gerekecek yeter demek için? Ölmek ve öldürmekle bu sorunun çözülemeyeceğini hala göremedik mi?
7) Akil adamların seçimi yanlış: Bunu ileri sürenlere sadece şunu söylemek gerek; "olabilir", akil adamların seçiminde yanlışlar var. Ancak önemli olan sürecin başarıya ulaşması ve barışın sağlanması. Akil adamlar içinde gerçekten olması gereken pek çok kişi olduğu gibi, orada ne işi var diyeceğimiz kişiler de var. Ama bu nedenle süreci engelleyecek girişimlerde bulunmak kabul edilemez. Şu anda yapılması gereken tek şey, el birliği ile süreci başarıya ulaştırmak için çaba göstermektir.
Çiçero'nun dediği gibi "En haksız barışı, en adil savaşa tercih ederim".
Savaştan, kandan, ölümden çıkarı olmayanlar siyasi kaygıları bir yana bırakarak barış için çaba göstermelidir. Barışı kimin sağladığı önemli değildir, önemli olan barışın sağlanmasıdır. Çünkü barış sağlandıktan sonra, sadece Kürtler değil bu ülkede yaşayan herkes için daha fazla demokrasi, daha fazla eşitlik ve özgürlük yolu açılacaktır.