Midyat’ın 23 kilometre güneydoğusunda bulunan Mor Gabriel Manastırı, Türkiye’nin en büyük manastırı. Bölgedeki turizme açılmış en temiz alanlardan. Manastırın temelleri Mor Şmuel ile Mor Şemun tarafından 397 yılında atılmış. Manastırın tanıtımında bize eşlik eden rehberimiz Emmanuel Üstün, manastırda 60 kişi yaşadıklarını, bu nedenle yaşam alanlarının ziyarete kapalı olduğunu söylüyor. Papazlar evlenip, halkın arasında yaşayabiliyor, rahipler ise hiç evlenmiyor ve bütün hayatını Manastırda sürdürebiliyormuş.


Kral Theodosius (408-450) çağında lahitlerin konacağı abide evi, Meryem Ana Kilisesi, Resuller Kilisesi, Kırkşehit Kilisesi, Mor Şmuel Mabedi, kral kızı Theodora'nın Mor Şmuel tarafından iyileştirilmesi nedeniyle Theodora Kubbesi, Mor Şlemun Mabedi yapılmış. Eğer yağmalanmasaydı dua edilen tavan gibi birçok yerde altın işleme mozaikler olacaktı.
Manastıra adını veren Mor Gabriel ise 634-668 yıllarında manastırda görev yapar. Mor Gabriel’in pek çok mucizesi olduğuna inanılıyor. Bu nedenledir ki her 31 Ağustos’ta Mor Gabriel’in sağ eli gösterilerek ayin yapılıyor.

Manastırın içerisinde 15 mezar bulunuyor. Her bir mezarda 800 din insanının, toplamda 12 bin din insanının kemiği olduğu söyleniyor. Mezarı bulunan en önemli isimler manastırı kuran Mor Şmuel ve Mor Şemun ile manastıra adını veren Mor Gabriel. Fakat onların mezarları yere yapılmış. O kadar alçakgönüllü insanlarmış ki mezarlarının ayak izazında yapılmasını istemişler. Mezarların önünde bir açıklık bulunuyor. Bu açıklıktan mezarda yatan kişinin toprağına dokunuluyor, hatta şifalanmak için bir parça toprak almaya da izin veriliyor.

Ezidiler; Yaş ağaç kesmek, insan öldürmekle eşdeğerdir
Mor Gabriel Manastırında ruhlarımız huzura kavuştuktan sonra Mağara (Kiwex) Köyü’ne düşüyor yolumuz. Bu köyde Ezidiler yaşıyor. Ezidiler, tek bir ‘y’ harfi nedeniyle tarihte en fazla zulüm gören bir topluluk. Ezidilikte Allah inancı vardır ama peygamber inancı yoktur. Allah’ın bir alt kademesi olarak 7 büyük meleğe inanıyorlar. Dünya genelinde 600 bin civarında nüfusa sahipler. Çoğu Kuzey Irak’ta, Kuzey Mezopotamya toprakları (Mardin, Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır) ve Gürcistan yakınlarında yaşıyor. Uğradıkları zulüm, katliamlar inanışları sebebiyle. Özellikle kadınlar hedef oluyorlar çünkü Ezidilik anneden geliyor tıpkı Musevilik gibi.
Zülfü Livaneli’nin ‘Huzursuzluk’ kitabı geliyor aklımıza Ezidi toplumunun uğradıkları zulmü dinlerken. 2018 Nobel Barış Ödüllü Nadia Murad’ın ‘Son Kız’ kitabı da okuma listelerimizde yerini alıyor.

6-13 Ekim Ezidilerin ikinci bayramı. En önemli bayramları ise Nisan ayının üçüncü çarşamba gününe denk gelen Çarşema Sor Bayramı. En kutsal zaman da bugündür. Çünkü Allah’ın dünyayı yarattığı zamanın Nisan ayının üçüncü çarşambasına tekabül ettiğine inanıyorlar. Senenin 51 haftasının çarşambası kara iken, yalnızca bir haftası kırmızıdır, mutluluk haftasıdır. Nisan ayında evlenmezler, avlanmazlar, toprağa dokunmazlar. Toprak Ana, gebedir, dokunulmazdır. Yaş ağaç kesmek, insan öldürmekle eşdeğerdir.

Allah dünyayı yarattığı zaman ardından meleklerini yaratır ve ilk insan olan Adem’i yaratır. Allah, meleklerine der ki “Adem benim kolumdur hem de nebimdir. Ona da inanacaksınız.” Meleklerden bir tanesi, “Allah’ım ben direkt olarak sana inanmak varken neden araya bir aracı koyayım” der. Bu söz Allah’ın hoşuna gider en çok kendisini sevdiği ve araya bir aracı koymadığı için. Ama diğer melekler o meleği aralarından dışlarlar. Dışlanan melek, diğer inanışlarda ‘Şeytan’ olarak kabul edilirken Ezidilikte ‘şeytan’ kelimesi kullanılmaz. Ezidiler, “Biz araya hiçbir aracı koymadan direkt Allah’ı seviyoruz ve sadece ona inanıyoruz” diyorlar.
Bayramlar, ölümden sonra dünyada serbestçe dolandığına inandıkları ruhlarıyla buluşma zamanıdır Ezidiler için. Bayramlar için yurt dışında yaşadıkları yerlerden köye geliyorlar. Çoğu beyaz renkte kıyafet giyiyor. Dua ettikleri kutsal saydıkları alana girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar.
Bugün halen daha kimliklerini saklayarak yaşamaya devam etmek zorunda kalıyorlar. Bu kadar zulüm gören bir milletken dualarına “Dünyanın 72 milletine selam olsun ve Allah’ın iyiliği onlar üzerine olsun” diyerek başlıyorlar.
7 meleğin yanında ibadetlerini yapan, dualarını eden, fotoğraf çekinen beyaz kıyafetli güzel Ezidi kadınlarının arasına biz de karışıyoruz. İkramlık üzümlerinden yiyoruz.

Yolumuz uzun diyerek Haberli Köyü’nün manzarasını kısa süre seyrettikten sonra Cehennem Deresi’ne yol alıyoruz.
Dargeçit ilçesinde bulunan bu yere gitmenin kolay olmadığını ‘acaba dönsek mi’ diye söylenirken anlıyoruz. Önce düz bir yol varmış gibi ama yol yokmuş gibi. İki uzun arsa arasındaki toprak yoldan dakikalarca ilerledikten sonra uçurum kenarından virajlardan inerken ‘biz buradan nasıl döneceğiz’ diye sorguluyoruz. Korkumuz Cehennem Deresi’ne inince geçiyor. Doğal ve güzel kalmaları için bazı yerlerin yolunun olmaması gerekiyor ya burası da öyle bir yer. Aç olduğu her halinden belli olan bir köpek eşlik ediyor yürüyüşümüze. Dağın yamacında kalan mağara gibi oyukları izleyerek derenin yanına varıyoruz. Yol üzerinde mevsimi yeni yeni geçmeye başlamış böğürtlenlerden yiyoruz. Ağaçların yansımasıyla hoş bir görüntü oluşturan derenin suyuyla ayaklarımızı buluşturuyoruz.

Günün yorgunluğu ve açlığıyla Midin Köyü’nde Midin Pizza’da Süryanilerin her ürünü nasıl burada başka bir tada döndürerek pazarladığına şahit oluyoruz. Kesinlikle Türkiye’nin neresine giderseniz gidin böyle bir pizzayı hiçbir yerde yiyemezsiniz.

Günümüzü bin yıldır üzüm işi ile uğraşan Midin Köyü’nde bir şarap üretim tesisinde sonlandırıyoruz. Önce üzümünü yiyoruz, nasıl şarap haline dönüştüğünün her aşamasını dinledikten sonra tadımlık şaraplara bakıyoruz. Sekizli, dünyada ilk 100’e girmiş bir şarap. Hikayesi; ölümsüz sekiz. Nuh, eşi, 3 oğlu ve 3 gelininden geliyor. Tevrat’ta geçen hikayedir ki tufanda ölmeyen sekiz kişidir.