SON DAKİKA
Hava Durumu

Neoliberalizmin Doğuşu ve İdeolojik Temelleri (1)

Yazının Giriş Tarihi: 15.08.2025 08:14
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.08.2025 23:08

"Toplum diye bir şey yoktur. Yalnızca bireyler ve onların aileleri vardır."
(Margaret Thatcher, 1987)

Bu sözler sadece bir İngiliz başbakanın kişisel görüşü değildi. 1980'lerde dünyayı kasıp kavuran bir devrimin manifestosuydu.

Thatcher'ın dudaklarından dökülen bu cümleler, aslında yarım asırdır sessizce gelişen bir “düşünce sisteminin” somut ifadesiydi. Bu sistem, bugün bildiğimiz “neoliberalizmdi” ve o günden bu yana hem zihinlerimizi hem de dünyayı kökten değiştirdi; ülkeleri ve toplumları adım adım yıkıma götürdü.

Mont Pelerin'den günümüze

Hikaye 1938 yılında Paris’te düzenlenen Walter Lippman Kolekyumu (Friedrich Hayek ve Ludwig von Mises) ile başladı; ancak İkinci Dünya Savaşı çıkınca yarım kaldı. 1945’de Hayek İsviçreli bir işadamından destek buldu ve temelleri atarak kapalı bir entelektüel ağ oluşturdu.

Hayek, 1947'de İsviçre'nin Mont Pelerin kasabasında ilk toplantıyı düzenleyerek düğmeye bastı. Bu toplantıya Avusturyalı ekonomistler, İngiliz liberalleri, Chicago Okulu, Alman ordoliberaller ve Fransa’dan bir grup katıldı.

Mont Pelerin Cemiyeti, en başından itibaren bilinçli bir şekilde “siyasi sağduyuyu dönüştürme” ve “liberal bir ütopya yaratma” hedefine odaklandı. Bu küçük grup, bugün Mont Pelerin Topluluğu (https://montpelerin.org) olarak bilinen, halen aktif toplantılarını sürdüren ve neoliberalizmin beşiği sayılan devasa büyüklükteki entelektüel ağın temellerini attı.

Friedrich Hayek'in öncülüğünde Mont Pelerin Cemiyeti, mevcut Keynesçi düzene karşı alternatifsizliğe çözüm bulmak ve elit sınıfın fikirlerini değiştirmek, kapitalistleri neden neoliberal olmaları gerektiği konusunda eğitmeyi gaye edindi. Keza, Keynesyen refah devleti” yükselişteydi, “sosyalizm güçleniyordu” ve "piyasa özgürlüğü" tehdit altındaydı.

Neoliberalizmin ideolojik hegemonyasının inşasında İngiliz Antony Fisher’in de hayati bir rolü oldu. İngiltere’de İktisadi İlişkiler Enstitüsü’nün kuruluşuna öncülük eden Fisher’e göre, “zor olan fikir üretmek değil, üretilen fikirlerin yaygınlaşmasıydı”. Bu nedenle Kanada’da Fraser Enstitüsü, ABD’de Manhattan Politika Araştırmaları Enstitüsü’nün kuruluşunu bizzat organize etti.

Fisher, 1981 yılına gelindiğinde Atlas İktisadi Araştırma Kurumu ile ideolojik saldırı boyutu genişletti ve “yeni düşünce kuruluşlarının açılmasına destek olma sürecini kurumsallaştırmayı” hedef haline getirdi. Atlas bugün aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 80’den fazla ülkede 400’ü aşkın neoliberal düşünce kuruluşunun kurulmasına ve birbirleriyle bağlantı kurmasına önayak oldu.

Ve devlet iktidarına uzanan bu uzun mücadelede Hayek tarafından “ikinci el fikir tüccarları” olarak adlandırılan “gazeteciler, akademisyenler, yazarlar, yayıncılar ve öğretmenler” hedeflendi.

Mont Pelerin Cemiyeti yalnızca akademik bir topluluk değildi. David Harvey'in keskin analiziyle söylersek, bu bir "sınıf projesi"ydi; kapitalist elitlerin kaybolmakta olan hegemonik güçlerini yeniden inşa etme projesi.

1970'lerin stagflasyon krizi (işsizlikle fiyatların aynı anda hızla artması) onlara sabırla bekledikleri fırsatı verdi. Milton Friedman, James Buchanan, Gary Becker gibi isimler artık sadece üniversitelerde değil, politik karar alma merkezlerinde de etkili olmaya başladı.

Milton Friedman’ın neoliberalizmin iktidara gelişini özetleyen ünlü sözü durumu çok güzel özetliyordu:

Gerçek olsun ya da olmasın, yalnızca kriz durumu gerçek bir değişim yaratabilir. Kriz ortaya çıktığında, atılacak adımlar halihazırda var olan fikirlere bağlıdır. Bana göre, bizim temel işlevimiz, mevcut politikalara alternatifler üretmek ve siyasi olarak imkansız kabul edilen, siyasi olarak kaçınılmaz hale gelene dek bu alternatiflerin canlı ve erişilebilir kalmalarını sağlamaktır.”

(ÖZEL ARA NOT: Bu serinin beşinci ve son bölümünde de aktarmaya çalışacağım gibi, bu nedenle yeni solun ideolojik hegemonya mücadelesini sabırla yürütmesi ve bugün yaşanan derin kriz halinde olduğu gibi krizlere(fırsatlara) fikirsel ve siyasi olarak hazırlanması gerekiyor. Buna ilişkin olarak da sıklıkla yazmayı planlıyorum)

Neoliberal reçetelerin kitlesel uygulaması, belirli “deney sahalarında” gerçekleşti. 1973’te Şili’deki askeri darbe sonrasında uygulanan ekonomik politikalarda “Chicago Boys”un fikirleri test edildi; toplumsal harcamalar kısıldı, özelleştirmeler hızlandı, işçi hakları sınırlandı. Bu erken deneyim, neoliberal politikanın disiplin ve uygulama boyutunu ortaya koydu: “Sadece piyasayı özgürleştirmek değil, emek ve kamusal talepleri yeniden düzenlemek.”

Nick Srnicek ve Alex Williams’ın “Geleceği İcat Et” kitabında (mutlaka okumanızı öneririm) çok güzel aktardıkları gibi, “neoliberalizm mecburi bir sonuç değil, siyasi bir inşaydı.”

Keynesçi yaklaşımlar stagflasyon için nihayet bir açıklama geliştirebildiği zaman ise artık her şey için çok geç kalınmıştı; neoliberal yaklaşım akademik iktisadı ve politika geliştiren dünyayı ele geçirmiş ve hegemonik hale gelmişti.

İngiltere’de 1979’da Thatcher iktidara geldi ve 10 yıl sürdü; Paul Volcker FED Başkanı oldu; 1980’de Ronald Reagan ABD Başkanı oldu; Bretton Woods sistemi çökünce IMF ve Dünya Bankası ideolojik olarak ele geçirildi; 1980’lerin başında Fransa Mitterand ile neoliberal dönüşüm geçirdi. Mitterand’ın “sosyalist” olduğunu ve neoliberalizmin erken dönemde ideolojik olarak nasıl derinleşerek her yere nüfuz etmeyi başardığını anımsatmak gerekiyor.

Ve tüm bu ülke yönetimlerinde yer alan bürokrat ve siyasetçiler 1960 ve 1970’li yıllarda Mont Pelerin Cemiyeti etrafındaki okul ve enstitülerde yetişenlerden oluşuyordu.

Neoliberallerin 1980’den itibaren neyi yıkmaya başladıklarını daha net kavrayabilmek için aşağıdaki tabloyu inceleyebilirsiniz.

Keynesyen Refah Devleti ile Neoliberal Dönem Arasındaki Temel Farklılıklar

Özellik

Keynesyen Refah Devleti

Neoliberal Dönem

Ekonomik Anlayış

Devlet müdahalesi ve planlama esastır.

Piyasanın mutlak üstünlüğü ve serbest rekabet.

Sosyal Politika

Güçlü sosyal güvenlik ağları, kamu hizmetleri.

Bireysel sorumluluk, özelleştirme, sosyal yardımların azaltılması.

Devlet Anlayışı

Ekonominin düzenleyicisi, sosyal adaletin koruyucusu.

"Gece bekçisi devleti", piyasanın kurallarını uygulayan bir aktör.

Birey Anlayışı

Vatandaş, sosyal hakları olan bir öznedir.

Girişimci, kendi hayatının yöneticisi, "insan sermayesi".

Uluslararası İlişkiler

Koruyucu gümrük politikaları, ulusal ekonominin korunması.

Serbest ticaret, sermayenin serbest dolaşımı.

Piyasa tapıcılığının Türkiye macerası

Neoliberalizmin dalgalarının ülkemiz sahillerine varması ise çok geç olmadı ve Türkiye bu dönüşümü 24 Ocak 1980 kararlarıyla yaşadı. ABD’de neoliberal okulların tornasından geçirilmiş olan Turgut Özal'ın "Liberalleşen Türkiye" vizyonu sadece ekonomi politikası değildi; toplumsal yaşamın bütününe dair yeni bir program sunuyordu. Hâlâ hafızalarda yankılanan Özal’ın "zengin olun, zengin olmanız ayıp değil" sözü, sadece ekonomik değil “ahlaki bir devrim” çağrısıydı.

Özal, “ekonomiyi dışa açma” söylemiyle kendisinden beklendiği gibi IMF ve Dünya Bankası reçetelerini uygulamaya koydu. 12 Eylül darbesi ise bu dönüşümün siyasal zemini oldu: “Sendikalar bastırıldı, toplumsal muhalefet dağıtıldı.”

Özal döneminde Türkiye'de neoliberalizm, geleneksel muhafazakarlık ile pragmatik modernleşmenin benzersiz karışımını hayata geçirdi. 1980’ler boyunca “ihracata dayalı büyüme modeli, özelleştirme politikaları ve finansal serbestleşme” adım adım ilerledi. Banker skandallarından, özel televizyon kanallarının patlamasına, İstanbul'un finans merkezi haline gelme hayalinden AVM kültürünün yayılmasına kadar, neoliberal ideoloji Türk toplumunda kök saldı.

2000’lerden itibaren AKP iktidarı, neoliberalizmi yalnızca “ekonomik” değil, “kültürel ve siyasal” düzeyde de derinleştirdi. TOKİ projeleri, mega altyapı yatırımları, şehirlerin “marka” haline getirilmesi, eğitim ve sağlıkta özelleştirme gibi uygulamalarla kamu kaynakları yağmalandı, yurttaşın parasız kamu hizmetine erişimi sınırlandı.

Sadece ekonomi değil: Yaşam ideolojisi olarak Neoliberalizm

Michel Foucault'nun kavramlaştırdığı gibi, neoliberalizm bir "yönetimsellik" biçimidir. Yani devletin vatandaşları doğrudan kontrol etmesi yerine, onları kendi kendilerini yönetecek şekilde "özgür" kılması. Yazılarımda sıklıkla vurguladığım Mark Fisher'ın deyimiyle "kapitalist gerçekçilik" bu noktada hâkim kılındı: “Alternatif yok, piyasa mantığı doğal ve kaçınılmazdır”.

Bu yeni neoliberal zihniyet insanları "insan sermayesi" haline dönüştürdü. Gary Becker'in tanımlamasıyla “her birey kendi şirketidir, eğitimi yatırımıdır, sosyal ilişkileri networking'idir”. Kendinizi "marka" yapmalı, sürekli "değer yaratmalı", her an "rekabetçi" kalmalısınız. Bu sadece işyerinde değil, aşkta, arkadaşlıkta, hatta ebeveynlikte bile geçerli hale geldi.

Yaratıcı yıkımın psikopolitikası

Neoliberalizmin dehşet verici gücü, Joseph Schumpeter'ın ünlü "yaratıcı yıkım" kavramını sadece ekonomiye değil, toplumsal yaşamın tamamına uygulamasını getirdi. Her şeyi sürekli "yenileme", "optimize etme", "disrupte etme (yıkma, bozma)" adına, “köklü bağlar”, “geleneksel dayanışma ağları” ve “kolektif hafıza” sistematik olarak çökertildi.

Bu süreçte bireyler sürekli “stres altında”, sürekli “performans baskısında”, sürekli "kendini geliştirme" kaygısında yaşar hale geldi. Yine Mark Fisher'ın altını çizdiği gibi, “depresyon ve kaygı bozuklukları” artık “bireysel hastalık” değil, neoliberal yaşam tarzının kaçınılmaz “yan ürünleri” oldu.

Alternatifsizliğin inşası

Neoliberalizmin en büyük başarısı, kendini "doğal" gösterebilmesi. Thatcher'ın 1980’lerdeki ünlü "TINA - There Is No Alternative" (Başka Alternatif Yok) sloganı sadece politik bir argüman değil, ontolojik (var oluş açısından kaçınılmaz) bir iddia haline geldi. “Piyasa ekonomisi” insan doğasının gereği, “rekabet evrimsel” bir zorunluluk, “özelleştirme” ise verimliliğin kaçınılmaz koşulu olarak sunuldu.

Bu ideolojik “hegemoyaya karşı çıkmak”, sanki “doğa yasalarına isyan etmek” gibi görüldü. Sol muhalefet bile "gerçekçi" olmak adına piyasa mantığının temel parametrelerini kabul etmeye başladı. İngiltere’de Tony Blair'in "Üçüncü Yol"u, Almanya’da Schröder'in "Agenda 2010"u, hatta Türkiye'de DSP'nin Dünya Bankası’ndan getirilen (gönderilen) Kemal Derviş marifetiyle IMF programlarına imza atması bu teslimiyetin somut örnekleridir.

Neoliberal ideoloji, 1990’lar ve 2000’ler boyunca İngiltere, Almanya, İspanya, Yunanistan, Türkiye, yani her yerde “sol”, “sosyalist” partileri de ele geçirmeyi başardı.

Gelecek bölümlerde neler var?

Özetle, neoliberalizm yalnızca bir “ekonomi politikası” olmaktan çıkıp, bir "yaşam biçimine" dönüştü. İnsanların kendilerini nasıl tanımladığından, neleri mümkün görebildiklerine kadar her şeyi şekillendiren kapsamlı bir "öznellik teknolojisi" haline geldi.

Peki bu süreç nasıl işledi? İnsan zihnini nasıl kolonize etti? Bireyi nasıl kendi kendinin patronu ve işçisi haline getirdi? Kamusal alanın çöküşünde hangi mekanizmalar devredeydi? Ve en önemlisi, bu hegemonyanın çatırdamaya başladığı bugünlerde, nasıl bir alternatif gelecek mümkün?

Bu soruları yanıtlayabilmek için neoliberal öznenin inşa sürecini daha yakından incelememiz gerekiyor. Çünkü neoliberalizm, sadece “cüzdanımızı” değil, “hayallerimizi” de yönetiyor.

Bir sonraki bölüm: "Piyasa Öznesinin İnşası: Birey Nasıl Şirket Haline Geldi?"

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.