SON DAKİKA
Hava Durumu

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Amok Koşusu’(*)

Yazının Giriş Tarihi: 29.05.2025 10:45
Yazının Güncellenme Tarihi: 31.05.2025 20:27

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,

Bu yazıyı, bir açık mektup olarak size yazıyorum. Ama bu mektubu ve içeriğini sizi seven, destekleyen ve politik olarak sizinle birlikte hareket edenler de üzerlerine alınarak okuyabilir.

Ama aynı zamanda bu mektubun, son dönemde sizi anlamaya çalışanlar için de yazıldığını bilmenizi isterim.

Şunu daha başlangıçta belirtmek istiyorum; Mayıs 2023’te Türkiye’de milyonlarca yurttaş gibi büyük bir umutla size oy vermiş, Türkiye’nin yeniden demokrasiye dönmesi hayaliyle sizi desteklemiş birisiyim.

Ama olmadı, olamadı, başarılamadı, başaramadınız… Çok defa örneğini sergilediğiniz gibi…

Bunun nedenleri üzerine 2 yıldır konuşuluyor, konuşulacak, konuşulmalı da… Ne var ki bu yazıda ayrıntılı olarak bunlara girmek istemiyorum.

Seçimler yapıldı ve büyük bir fırsat heba edilerek yeniden milyonlarca insan için karamsarlık günleri başladı. Sonra CHP kurultaya gitti, az bir oy farkıyla Ekrem İmamoğlu’nun desteklediği Özgür Özel genel başkan seçildi ve partide yeni bir dönem başladı.

Özgür Özel liderliğindeki yeni dönemi de bu yazıda konuşmak istemiyorum, söyleyecek olumlu-olumsuz epey şeyim olsa da…

22 Mayıs 2010'dan 8 Kasım 2023'e kadar bu partiye 13 yıl 170 gün genel başkanlık yaptınız. Görev sürecinizde 4 genel seçim, 3 cumhurbaşkanlığı seçimi, 3 yerel seçim ve bir referandum (16 Nisan 2017) olmak üzere, toplamda 11 seçimi yönettiniz. (16 Nisan 2017 referandumuna biraz sonra özel bir parantez açacağım) Bu seçimler arasında 2019 yerel seçiminde İstanbul ve Ankara’yı kazanarak görece bir başarı yakaladınız; 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde ise Özgür Özel'in genel başkanlığında 14 büyükşehir, 21 il, 337 ilçe ve 48 belde belediyesi kazanılarak partinizi ilk kez AKP karşısında birinci parti olmayı başardı. Yani yönetiminiz altında CHP ile 13 yıl boyunca Erdoğan’ın AKP’si karşısında yenilgiden yenilgiye koştunuz.

Anımsatmak isterim ki, görevde olduğunuz süre içinde Türkiye Gezi direnişi, 15 Temmuz darbe girişimi gibi tarihi olaylara da sahne oldu ve siz ana muhalefet partisine genel başkanlık yapıyordunuz ki bu yıllar Erdoğan rejiminin otoriterlik yöneliminin kökleştiği yıllar oldu. Tarihe adınız, “O sırada ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu” diye yazılacak, yanında tarihe mal olan “söz, eylem(sizlik) ve tavırlarınızla” birlikte…

Biliyorsunuz, CHP Genel Başkanı seçildikten sonra, Deniz Baykal’ın kaset skandalıyla istifası ve bu göreve seçilme sürecinizle ilgili bizzat Erdoğan ve AKP yöneticileri ve dahi yandaş medya tarafından yıllarca hakkınızda spekülasyonlar üretildi; bir proje olarak o göreve getirildiğiniz savı yıllarca dolaşıma sokuldu. Bununla ilgili çokça haksızlığa uğradınız ve bunlarla baş etmek zorunda kaldınız. Bu spekülasyonlarla ilgili sizin tarafınızdan ya da size karşı bir hukuki soruşturma ya da dava süreci işletildi mi açıkçası anımsamıyorum.

Sizin temelde dürüst, namuslu bir insan olduğunuza ilişkin bunca yıllık siyasi hikâyeniz süresinde olumsuz bir iddiayla karşılaşmadım, bu konuda herkesin de hemfikir olduğunu düşünüyorum. Siyaseten demokrasiye “inanmış” bir kişiliğe sahip olduğunuza da inanıyorum. Ama Türkiye’de halen aşılamayan ve derin bir yara halinde kanamaya devam eden “demokrasiye inanmakla”, “demokrasiyi yaşamak ve uygulamak” arasındaki derin tezatı siz de defalarca sergilediniz. Yani gerçek bir demokrasi savunuculuğu ve temsiliyeti konusunda siz de bol bol hatalar yaptınız, yetersizlikler yaşadınız, tutarsızlıklar sergilediniz.

Köklü bir demokrasiye sahip bir ülkede ve parti geleneğinde ağır bir seçim yenilgisinden sonra parti yönetimleri yerini yeni liderlere ve yönetimlere bırakırken, bunun yolunu açarken, siz aynı suda 11 kez yıkanmaya devam ettiniz, tarihe ve doğa kurallarına baş kaldırdınız!

Eksik demokrasi kültürümüzün bir örneğini sergileyerek, hata ya da eksikliklerin sizden ve çevrenizdeki kadrolardan değil, ancak “anlaşılamamak” gibi bir savunuya sarıldınız, ya da halkın sizi anlamaması gibi bir zihniyete savruldunuz; bazı entelektüel kesimlerin yıllarca dillendirdiği (sarıldığı) halkın cehaleti, geriliği üzerinden bir siyasi savunma ile yerinizi bir başka genel başkana ve kadrolara bırakmayı reddettiniz, güçlü bir defans yaptınız. Başarısızlığın faturasını açık, aleni biçimde üstlenerek partiyi yeni fikirlere, yeni kadrolara açarak dinamik bir döneme adım atmak yerine, açıkça söylemeseniz de fiili olarak yürüttüğünüz siyasi süreçle faturayı yıllarca halka kestiniz.

Yaşayan ve halka yaslanan güçlü bir siyasi organizasyon yaratmayı başaramadığınız gibi simgesel adımlar ve bir akademik çalışma kıvamında hazırladığınız siyasi program ve seçim kampanyalarıyla başarı elde edeceğinizi düşündünüz; sokakta, tarlada, fabrikalarda, atölyelerde olmayı başaramadınız.

Siyaset yapma biçiminizi ve kültürünüzü yıllarca Meclis grubuna, grup toplantılarına ve seçimden seçime işleyen kampanya süreçlerine indirgediniz. Sizden önceki dönemlerde olduğu gibi parti süreçlerine mutlak hakimiyet sağlayarak, parti organizasyonunu dar bir kadro hareketi sığlığında tuttunuz; farklı motivasyon ve kaygılarla parti dikkate değer oy oranlarına ulaşsa da CHP’yi bir kitle hareketine dönüştüremediniz. (CHP’nin kapılarının güçlü biçimde yurttaşa açılamadığı ve hala parti hukuku yönünden çok büyük eksiklikler olduğuna ilişkin eleştirilerimi saklı tutuyorum).

Toplumsal tüm eleştirilere kulaklarınızı tıkayarak, parti içindeki otoriterizminizle yıllarca tahakküm kurdunuz. Partinizde demokrasiyi kurup, yaşayan bir organizmaya dönüştürmeden, Türkiye’ye demokrasiyi getiremeyeceğinizi kavrayıp, içselleştiremediniz.

Delegelikleri kazanmayı, halkı kazanmaya beis gördünüz…

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,

Nihayetinde 8 Kasım 2023 kurultayında tüm uğraşlarınıza rağmen Özgür Özel ile yarıştınız ve 13 yıl 170 gün sonra koltuğunuzu bırakmak zorunda kaldınız; oysa yıllarca önce özgür iradenizle, cesaretle ve özgüvenle o koltuktan ayrılmanız, bu yönde gerçek bir demokrat tavır sergilemeniz gerekirdi.

13 yıllık bir siyasi hikâyenin ardından Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedilmesiyle seçmenlerinizin ve Türkiye toplumunun yaşadığı ağır travmayı ve kaygıyı anımsayın, sakince düşünüp, “Benden buraya kadar, artık yeni bir yönetim görevi devralmalı” diye düşünüp partiyi sağlıklı biçimde kurultaya götürmeyi seçmek yerine, “hançerlendiğinizi” savunarak, yine başarısızlığın yükünü ve faturasını üstlenmekten kaçındınız. Türkiye tarihinin en ağır siyasi yenilgilerinden birini almış olmanıza rağmen, hiçbir şey yaşanmamış gibi yol yürümeye devam ettiniz.

Ve uzun bir sessizlik sürecinden sonra 7 Şubat 2025 tarihinde “KRT Soruyor” programında CHP Kurultayı’na ilişkin “şaibe” iddialarını ortaya atarak, "Parti yönetiminin açık ve net açıklama yapması lazım. Yapmıyorsanız, e sûkut ikrardan gelir o zaman başka bir şey var demektir burada. Bir şey varsa, kesinlikle partinin kirlilikten arınması gerekir" diye konuştunuz, muğlak ifadelerle, siyasi gündemin ortasına bir “sis bombası” attınız.

Sözlerinizin “ahlaki sorumluluğunu” üstlenip, iddialarınızı ispatlayacak delilleri kamuoyu ve mahkemeyle paylaşmak yerine, sözünüzün tetiklediği tsunami dalgalarının partinizin kıyılarına vurmasını, o dalgaların yıkıcı olası etkilerini sûkut içinde izlediniz, izliyorsunuz…

Ve yıllarca genel başkanlık yaptığınız partinizi Ekim 2024’te Esenyurt Belediyesi ile başlatılan sancılı bir süreçte büyük bir spekülasyonun içine sürüklediniz. İktidar tarafından yargı marifetiyle partiniz üzerinde büyük bir kuşatma ve baskı oluşturma sürecinin fitilini ateşlediniz.

Konuşma tarihinizle 19 Mart 2025’teki Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyon, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve CHP’ye kayyum atama girişimi arasındaki yaklaşık 1,5 aylık zaman dilimi için bir spekülasyonda bulunacak değilim. Ama sayenizde iktidarın elinde bir “fırsat aracına” dönüştürülmek istendiği, CHP’ye kayyum atayabilmek için “koşul ve zaman” fırsatının kollandığını anlayabilecek bir siyasi deneyime sahip olduğunuzu biliyorum.

“Şaibe” şüphesini ortaya atıp, ne iddialarınızı somut delillerle gösterecek bir girişiminiz oldu, ne de bunları ispatlamak için çağrıldığınız mahkemeye gittiniz; “şaibeli” insanların temelsiz iddialarını ülke gündeminde kalmasına ve partinizin üzerinde operasyonel, potansiyel bir araç olarak sallanmasına devam ettiniz, ediyorsunuz.

Hani, KRT’deki konuşmanız da dediniz ya, “sûkut ikrardan gelir”, sükut içinde olan biteni izliyorsunuz. Bu sükutunuz neyin ikrarı!

İddianızın samimiyetini parti içinde politik bir mücadele ile tartışmak ve ispatlamaya çalışmak yerine iktidar etkisindeki bir yargı mekanizmasının çarklarına terk etmeyi, ona yaslanmayı tercih ettiniz; “kimliğinizi ve sözlerinizi” kullanışlı bir aparata dönüşmesini sûkut halinde izlemeye bıraktınız.

İçinize kurt düşüren “şaibe” iddialarınıza CHP’nin olağanüstü kurultayı da mı yanıt, derman olmadı; kurultaya ilişkin sûkutunuzu bozması için ne olmasını istiyor ve bekliyorsunuz?

Erdoğan’ın söylemlerinde “Bay Kemal’den, Kemal Bey"e terfi etmiş olmanıza diyecek bir sözüm yok, ancak Erdoğan rejiminin şekillendirdiği hukuksuz ve adaletsiz yargı sistemine güven ve umut bağladığınız bu sûkunetinizden anlaşılıyor; adı geçen “şaibeli” kişilerin tüm temelsiz iddia ve ithamlarına rağmen…

Türkiye’nin 19 Mart’tan sonra yaşadıklarını görüyorsunuz değil mi? Saraçhane’de yaşanan halk direnişini TV’den izlemişsinizdir, 2 aydan fazla süredir meydanları dolduran milyonların nabzını hissediyor musunuz?

2019’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na aday göstermek için Ekrem İmamoğlu’nun anne ve babasına evinde gerçekleştirdiğiniz ziyaret ritüelini anımsıyor musunuz? Bir evlat değeri biçtiğiniz İmamoğlu ve partinize yönelik operasyonun siyasi anlamını ve sonuçlarının farkında mısınız? Türkiye demokrasininin ve özgür seçimlerin tamamen askıya alınmak üzere olduğunu göremiyor musunuz?

Siz “hançerlendim” diye ortalığı ayağa kaldırırken, Türkiye’nin geleceğinin nasıl “hançerlendiğini” anlamıyor olamazsınız! Yasak savma babında yaptığınız bir iki sosyal medya açıklaması dışında son iki aydır sizi hiçbir yerde göremiyoruz. Şimdi söyleyin, zaten yıllar önce kalkmanız gereken koltuktan, bir türlü somut olarak ispat edilemeyen iddialarınız ve seçimi kaybetmiş olmanız mı “harçerleme” yoksa bu sûkut haliniz mi!

Eğer şaibe ve hançerlemenin izlerini bulmak istiyorsanız, 16 Nisan 2017’yi anımsayabilirsiniz… YSK’nin “mühürsüz oy pusulalarını” yasaya ve Anayasa’ya aykırı biçimde geçerli sayması üzerine o tarihte de bugünkü gibi CHP Genel Sekreteri olan Selin Sayek Böke’nin CHP’lileri ve yurttaşları protesto ve tepki için YSK önünde toplanma çağrısını anımsıyor musunuz? Peki, siz ne yaptınız? Akşam saatlerinde yayınladığınız parti içi genelgeyle, partililerinize “oturun oturduğunuz yerde” dediniz!

Partilileriniz ve halkla birlikte hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşı direnmeniz gerekirken, tüm olanları CHP Genel Başkanı olarak sineye çektiniz; sonra oldu anımsıyorsunuz değil mi?

“Atı alan Üsküdar’ı geçti.”

Söyleyin şimdi, o zamanki sûkutunuz neyin ikrarıydı?

Bugün tek adam rejimi altında ülkemiz ağır bir ekonomik ve siyasi bunalımdan geçiyorsa, bunun altında sizin imzanız ve atın eğerlerinden tutup Üsküdar’dan geçiren ellerinizin payı var.

Daha bitmedi, bir de "anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" dediğiniz anayasa ihlaliniz var...

2017 referandumundan tam bir yıl önce 13 Nisan 2016’da CNN Türk’te Tarafsız Bölge yayınına katıldınız ve siyasetçilerin bedel ödemesi gerektiğini ve bedel ödemekten ‘korkmadığınızı’ kaydederek, “Bağımsız olmayan yargı, yazarı hapse atıyor; biz de atılmayı göze aldık. Biz dokunulmazlık zırhının ardına asla saklanmak istemiyoruz. Bakanların da dokunulmazlıkları kalksın, mevcut ya da eski bakanlar hangisi olursa. Hiç kimsenin olmayacak. Başbakan dahil. Eğer bunlar yürekliyse, bakanların da dokunulmazlığını kaldırıyoruz derler” dediniz ve devamında Türkiye demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen o sözü ettiniz: “AKP’nin yaptığı düzenleme Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen ‘Evet’ diyeceğiz. Aksi halde AKP bu durumu istismar edecek.”

Ve “evet” dediniz, dokunulmazlıkları kaldırtarak, Türkiye’nin girdiği karanlık tünelin kapısını elinizle açtınız. Bu tarihten itibaren HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere partiniz milletvekilleri dahil seri tutuklamaların başlamasına vesile oldunuz.

Erdoğan çizdiği siyasi alanın ve korkularınızın esiri oldunuz. Hem yargının bağımsız olmadığını söylediniz, hem de cehennemin kapıları açmak da sakınca görmediniz. O tarihten beri, 9 yıldır AKP’nin neyi istismar ettiğini anladınız mı? Emin misiniz?

Ama sözlerinizde haklı yönler de vardı: “Siyasetçilerin bedel ödemesi gerekiyor ve bedel ödemekten korkmuyoruz.”

Ve 9 yıldır Türkiye halkı bedel üstüne bedel öderken, siz hiçbir bedeli üzerinize alma sorumluluğu duymadınız. Bedel ödemek bir tarafa, bu siyasi tercihleriniz ve hatalarınızdan bir mahcubiyet, bir pişmanlık emareleri bile göstermediniz.

Şimdi iktidar üzerinden, olmayan yargıdan sönmeyen kişisel ihtiraslarınıza, dinmeyen egolarınıza, en naifinden kalp kırıklığınıza adalet bekliyor, derman arıyorsunuz! Ve acıdır ki, umurunda bile olmadığınız iktidarın otoriterizm arayışlarına kendinizi araçsallaştırıyorsunuz. Bu sizi hiç incitmiyor mu; “Erdoğan’ı Kılıçdaroğlu mu kurtaracak?” yorumları vicdanınızı yaralamıyor mu, içinizdeki öfke o kadar mı büyük!

Olası bir “mutlak butlan” iddiasıyla CHP Genel Başkanlığı’na kayyım atanmanızın sizin bir hakkınızın yargısal bir tespitten ziyade (ki buna ilişkin bir delalet yok), CHP’nin bugün toplumu birleştiren siyasi gücü, direnişi ve temsiliyetini parçalamaya, dağıtmaya yönelik bir karar, hamle olacağını göremiyor olamazsınız!

30 Haziran’da mahkemenin “Sırf CHP karışsın, iç tartışmalara gömülsün, siyasi enerjisini, mücadele azmini kaybetsin” diye kurultayı iptal etme ihtimalinin konuşulduğu bir iklimde, sûkut halinizi sürdürecek misiniz?

Roma’yı da yakmaya hazır mısınız?

Yıllar önce sizin yapmanız, becermeniz gereken bir siyasi hamleyi Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun gerçekleştirmiş olmasından memnuniyet duymanız gerekirken, siz, hasta halleriyle saatlerce ayakta duran Hikmet Çetin, Murat Karayalçın ve Altan Öymen’i meydanlarda yalnız bıraktınız!

Kişisel ihtiraslarınızı, halkınızın ve ülkenizin çıkarlarının önüne koydunuz ve artan adımlarınızla giderek bir “Amok Koşucusuna” (*) dönüşüyorsunuz…

Kendinize de ülkemize de yazık ediyorsunuz!

(*) "Amok Koşusu" (Almanca: Amoklauf, İngilizce: running amok) tabiri, kökeni Güneydoğu Asya kültürlerine dayanan bir kavramdır ve genellikle kişinin ani bir cinnet haliyle kontrolsüz, saldırgan ve yıkıcı davranışlar sergilemesi anlamına gelir. Bu kavram zamanla mecazi anlamda da kullanılmaya başlanmıştır. "Amok koşucusu" terimi siyasette, çoğu zaman ölçüsüz, kontrolsüz, öfkeye kapılmışçasına hareket eden siyasetçiler ya da siyasi aktörler için mecazi bir benzetme olarak kullanılır. Bu bağlamda, kavramın psikolojik veya kültürel kökeninden ziyade, siyasi eylemlerin irrasyonelliğine ve yıkıcılığına işaret eder. Bir siyasetçinin ya da hareketin, kendi politik pozisyonunu savunurken ölçüsüz saldırganlık göstermesi, kamuoyunu, kurumları ya da muhaliflerini hedef alarak "saldırıya geçmesi", bu terimle tanımlanabilir.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.