Francis Fukuyama “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabını 1992 yılında yayınladığında muzaffer bir hava yerküreyi kaplamıştı. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku çökmüş, neoliberalizm tarihi zirvesine ulaşmış ve artık sonsuza kadar bu şekilde yaşıyacakmışız gibi bir hava hakimdi.
Tarihin sonu ifadesiyle Fukuyama, insanlığın ideolojik evriminin nihai aşamasına ulaştığını iddia ederken liberal demokrasinin, insanlığın siyasal gelişiminin “en ileri” ve "nihai" biçimi olduğunu iddia ediyordu.
Aradan yaklaşık 25 yıl geçti; tabii ki tarihin sonu gelmedi!
Bugün Beyaz Saray’ın koridorlarında, Trump yönetiminde ve çevresinde yer alan çok sayıda kişi imparatorluk Roma'sının büyüsüne kapılmış vaziyette. Bu yıl Washington D.C.'de düzenlenen Muhafazakar Siyasi Eylem Konferansı'ndaki bir pankartta Donald Trump, Augustus profilinde, alnı defne yapraklarıyla süslenmiş olarak resmedilmişti.
Bugünlerde Trump’a bayrak açan Elon Musk kendisini “Mars İmparatoru” olarak tanımlıyor (ama kalbinin derinliklerinde dünya imparatorluğunu geçiriyor); ve hatta çocuklarından birine “Romulus” adını bile verdi. Yeni bir parti kurarak “imparatorluk” hayallerinin peşine meyledecekmiş gibi gözüküyor.
Trump’ın ideologlarından Steve Bannon, Capitol Hill'deki ofisinde Julius Caesar'ın bir büstünü bulunduruyor.
Trumpizm’in arka plandaki diğer ideologları Curtis Yarvin, Marc Andreessen ve Peter Thiel gibi isimlerin savunularına bakacak olursanız “liberal demokrasi” başa bir bela; hatta “demokrasinin” bizzat kendisi büyük bir sorun. Serbest seçimleri, çoğunluğun kararıyla iktidarların ve yönetimlerin oluşmasını yönetim istikrarı (kendi çıkarlarının istikrarı) için sakıncalı buluyor, buna bir son verilmesini istiyorlar ve bunları açıkça savunmaktan çekinmiyorlar.
Peki ne istiyorlar?
“Ülkeyi bir şirket CEO’su gibi yönetecek, mutlak güç ve hakimiyetin olduğu yeni nesil bir hükümdar!”
Onun için Trumpizm ideologları, “tarihin Sonu” ideolojisinin ve neoliberalizmin zaferinin yollarını döşeyen geçmişin üniversitelerini, medya organlarını, düşünce kuruluşlarını, sivil toplum örgütlerini hedefe koydular ve şimdi hepsini yıkmak için saldırıyorlar.
“Sovyetler Birliği” ve “komünizmi” 1950’lerden itibaren bir “kabus ideolojisi” gibi kullanan neoliberaller, bugün bağrında doğup büyüdükleri “liberal ideolojinin kurumlarını”, “aşırı sol” olarak değerlendirerek darmadağın etmeye, liberalizmin çerçevelediği fikirlerin yeniden üretilmesinin önüne geçerek, “yeni bir gelecek inşa etmek” istiyorlar. Bu kurum ve yapıları yeni nesil krallığın fikirleriyle taçlandıracak talimatları yağmur gibi bu kurumlara yağdırıyorlar.
Şaka yapmıyorlar ve tüm kudretleriyle demokrasiye saldırıyorlar…
Dünyaya ve tarihin akışına bakacak olursak Trumpgillerin yalnız olduğunu söyleyemeyiz. Macaristan, Hindistan, Almanya, Fransa, İtalya, Türkiye ve daha birçok ülkede siyasi ve tahayyül kardeşleri olduğunu görüyoruz.
Bu tabloyu gelip geçici görenler, Trumpgillerin söz ve eylemlerini alaya alanlar, gülüp geçenler fena halde yanılıyorlar.
Kapitalizm ve neoliberalizm aslında "2008 Mortgage krizi"nde çöktü.
Kapitalizmin kaleleri olan finans kuruluşları Lehman Brothers, Washington Mutual, IndyMac iflas etti. AIG, Fannie Mae / Freddie Mac, Bear Steams JP ve Merrill Lynch devlet eliyle ayakta tutuldu.
Doymak bilmeyen aç gözlü rantiye sınıfı ve çöken kapitalizm, derin krizin ağır mağduru yoksulların vergileri ve kamu kaynaklarıyla ve ABD Merkez Bankası’nın karşılıksız bastığı trilyonlarca dolar para ile kurtarılmaya çalışıldı.
Teknolojik gelişmeler ve özellikle son yıllarda yapay zeka ile birlikte ivmelenen devrimsel değişim dalgası da üzerine bindi ve neoliberalizmin şekillendirdiği dünya ekonomilerini altüst etti. Daha az insanla ürün ve hizmet üretimi yaygınlaştı, şirketler ve hatta ülkelerin iflasları süreci başladı.
1980’den beri ABD'de Ronald Reagan ve İngiltere'de Margaret Thatcher iktidarlarıyla başlayan neoliberalizmin mutlak hakimiyeti, “ideolojisi, kavramları ve kurumlarıyla birlikte” tamamen çöktü. Artık neoliberalizm bireylere ve toplumlara hiçbir “gelecek umudu, inandırıcı bir vaat ve hikaye” sunamıyor.
300 yıldır “bırakın insanlar istediğini yapsın, devlet hiçbir şeye karışmasın” söylemiyle başlayan ve son 70-80 yılda devletin tüm kurumlarını piyasa kurumları ve mekanizmasıyla ele geçiren neoliberal dalga, devleti kamusal sorumluluklarından uzaklaştırarak dünya toplumları için bir yıkım mekanizmasına dönüşünce ideolojisinin rıza üretme makinesi olan “serbest seçimler” ve “liberal demokrasiye” de düşman haline geldi.
Trump’ın politikalarına yön ve enerji veren Curtis Yarvin ve Peter Thiel gibi ideologlar artık açık ve cepheden geniş kitlelerin oyları ve iradeleriyle belirledikleri iktidar mekanizmasını, toplumsal düzeni tehdit olarak görüyorlar.
Böylece, kapitalizmin ve neobileralizmin “özgürlük” kavramı ve vaadinin de çökme aşamasına geçtik.
Ve en nihayetinde “rüyalar ülkesi” ABD, bugün hızla “kabuslar ülkesi” olma yolunda ilerliyor.
Son günlerde ABD’nin Kaliforniya eyaletinde (Los Angeles) başlayan ve görünürde Trump’ın göçmen politikasına tepki olarak başlayan protestolar birkaç gün içerisinde ülkenin en az 10 büyük kentine daha yayıldı. Trump, savaşta görev yapan ulusal muhafızlar ile deniz piyadelerini bile halkına karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini gösterdi.
“Yabancı göçmenler, gümrük vergileri” gibi tartışmalar özünde kapitalizmin krizinin esasını örten, sentetik tartışmalar, gerilimler. Bildiğimiz kapitalizm artık “üretim yapamıyor, istihdam, büyüme, refah üretemiyor”, küçük üreticiler, orta sınıflar hızla çöküyor, vergi ve faiz politikaları, teşvikler, enflasyon gibi araçlarla gelir paylaşımı adaletsizlikleri derinleşiyor, teknoloji ve yapay zeka nedeniyle az sayıda çılgın büyüklükte şirket küresel gelir ve refahın ezici bölümüne el koyuyor.
Yeni bir “hakim azınlık sınıf” haline gelen bu “tekno-otokratlar”, sürdürülebilir bir iktidar mekanizmasına ihtiyaç duyuyorlar ve bu mekanizmayı “liberal/neoliberal” argüman ve yapıyla çalıştıramayacaklarını görüyorlar.
Elon Musk’ın açıkça sergilediği, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg, Peter Theil, Marc Andreessen, Sam Altman gibi isimlerin arka kapı politikalarıyla yön vermeye çalıştığı gibi küresel dev şirketler, uluslar ve devletler üstü bir güçle yeni bir iktidar yapısına geçmeyi hedefliyor.
Tekno-otokratlar, neoliberalizmin ötesine taşarak “yeni bir gelecek icat etmeye” çalışıyorlar. Bunun için açık bir güç ve otoriterizme ihtiyaç duyuyorlar. 2016’da başlayan, ancak 2020’de yarım kalan otoriterizmin inşası için Trump ve çevresindekiler bu yolda karşılarına çıkan tüm engelleri yakıp yıkmaktan tereddüt etmiyorlar.
Elde kalan son kamu sosyal destek programlarına, karşılarında tehdit olarak gördükleri fikir üreten üniversiteler, medya, STK’ler ve hatta Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurum ve yapılara saldırıp, yıkıyorlar. Henüz mutlak bir iktidar ve güç oluşturamamış olmanın sancısını yaşıyorlar.
Şimdi, Kaliforniya’da başlayan gösteriler ve eylemlerin, Trump’ın, Hitler’in mutlak iktidar yürüyüşüne benzer bir yürüyüşe dönüştürebileceği yorumlarına neden oluyor.
Almanya’da Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i başbakan (şansölye) olarak atamıştı. Nazi Partisi henüz çoğunlukta değildi ama diğer sağ partilerle koalisyon kurdu. Hitler, Reichstag Yangını (Şubat 1933) bahanesiyle temel hak ve özgürlükleri askıya aldı. Ardından birkaç hafta içinde, Mart 1933’te çıkarılan “Yetki Yasası” ile Hitler yasama yetkisini de eline aldı. Almanya’da diktatörlük fiilen başladı.
Dünyada otoriterizminin bir numaralı faili haline gelen Trump, hem kendi ülkesinde hem de siyasi akrabaları vasıtasıyla özgürlükleri, serbest seçimleri ve nihayetinde demokrasinin kendisini yok etmek üzere emin adımlarla ilerliyor.
Bakanlıklara, güvenlik ve yargı bürokrasisine atağı kendisine mutlak sadakat içindeki isimlerle, Ocak 2020’de mecbur kaldığı gibi bir durumla karşılaşmamak, mutlaka kazanacağı seçimleri organize etmek, gerekirse fiilen seçimlerin gerçekleşmemesini sağlamak ve bir daha iktidarı devretmemek üzere bugünden kilometre taşlarını döşüyor.
Trump için dile getirilen “politikalarıyla ABD’ye büyük zarar veriyor” eleştirileri çok naif bir yorum olarak kalıyor. 2008’de yıkılıp, yok olacağını gören rantiye sınıfı, tekno-otokrat yeni temsilcileriyle birlikte ayakta kalma, yaşam savaşı veriyor. Can havliyle, her şeye tenezzül edebileceklerinin işaretlerini veriyor, örneklerini sergiliyor.
Bu fotoğrafın yalnızca ABD’yle sınırlı kalacağını düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Kapitalizmin krizi yalnızca ABD’nin değil, dünyanın krizi; ABD’nin zirve düzeyinde yaşadığı krizin minyatür ölçekleri AB’de, Latin Amerika, Asya’da ve dünyanın her yanında yaşanıyor.
Bugün bildiğimiz, alışageldiğimiz “demokrasiler, serbest seçimler, halk iradesi, özgürlükler” her yerde tehdit altında. Liberalizmi/neoliberalizmi tarihsel, en sert muhalifleri değil, bizzat onu inşa edenlerin varisleri yıkıyor; yerine “otoriter, tekno-diktatöryal” yeni rejimler kurmak üzere…
Bilin ki, tüm dünya ülkeleri ve toplumları için önümüzdeki yıllar çok zorlu geçecek; iktidarları ele geçiren otoriterizm eğilimli siyasi yapılar ve liderler, gitmemek için her türlü “imkan ve aracı” denemekten çekinmeyecekler.
Keza bunu engelleyebilecek, durdurabilecek ve ahlaki üstünlüğü olan küresel kurumlar ve mekanizmalar yok. Kapitalizmin krizi çok sahici, seçeneksizliğin girdabında her ülke ve toplum kendi içindeki sancılara ve krizlere gömüldü.
Ne yazık ki, dünya kestiremediğimiz, muhtemelen 5-10 yıl arası sürmesi olası bir “buhran, kaos” dönemine girdi.
Dünya bu buhran haliyle birlikte bir doğum sancısı çekiyor. Bu doğumun nasıl gerçekleşeceğini bugünden hiç birimiz öngöremeyiz. Teknolojiyle biçimlendirilmiş yeni nesil diktatörlükler çağına mı, yoksa teknolojiyle tahkim edilmiş yeni nesil bir özgürlükler ve demokrasi çağına mı adım atacağımızı, dünya toplumlarının gerçekleştireceği mücadeleler ve ödeyecekleri bedellere bağlı olacak.
Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa, her koşulda bir bedel ödeneceği...
Tekno-otokratların hegemonya mücadelesine, yeni gelecek inşasına, dünya halkları yeni kavram ve tasarımlarla yeni bir ütopya ve ortak bir mücadeleyle karşılık veremezse, nesilleri etkileyecek “karanlık bir çağa” girmemiz kaçınılmaz olacak.
Ülkemizde son yıllarda yaşadığımız ekonomik ve siyasi krize isterseniz bir de bu pencereden bakın.