SON DAKİKA
Hava Durumu

Fransa emekçileri Türkiye emekçileri için de mücadele ediyor!

Yazının Giriş Tarihi: 11.09.2025 00:11
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.09.2025 11:33

Başlığı görünce “nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim!

Ama gerçeklik bu…

“Bu nasıl oluyor?” diye merakınız daha da arttıysa izahı var; izin verin tane tane anlatayım…

Hikâyenin özeti, neoliberalizmin (kapitalizmin) derin krizinin Fransa sahillerine sert biçimde vurmasıyla alakalı…

Eğer son aylarda ve özellikle son günlerde CHP’ye yönelik yargısal kuşatma ve saldırı haberlerinden kulaklarınızı biraz olsun dünyaya da açabildiyseniz Fransa’da yaşananlardan da haberdar olmalısınız!

8 Eylül 2025'te Fransa Ulusal Meclisi’nde yapılan güven oylamasında merkez sağcı François Bayrou hükümeti 194’e karşı, 364 milletvekilinin oyuyla düşürüldü. Bayrou hükümeti Beşinci Cumhuriyet tarihinde (4 Ekim 1958'den bu yana devam eden cumhuriyet yönetimi) güven oylamasıyla düşürülen ilk hükümet oldu.

“Zaten bizim siyasi krizimiz bize yeter, bize ne Fransa’dan” demeyin!

Coğrafyamız ve halklarımız farklı olsa da, hepimizi sarıp sarmalayan, siyasi ve toplumsal iklimimizi zehirleyen toksik kaynak aynı: “Neoliberalizm ve uluslararası sermayenin saldırıları.”

Ülkelerimiz de, halklarımız da ayrı olsa, ezenler de aynı, ezilenler de…

Devam edelim…

KRİZİN ANATOMİSİ

Fransa’da şu anda çok büyük bir siyasi kriz yaşanıyor.

7 Temmuz 2024’te gerçekleştirilen genel seçimlerde, sosyalistlerin aşırı sağcı Ulusal Birlik (Le Pen) hareketini engelleyebilmek için son anda verdiği destekle merkez sağ lider Emmanuel Macron zayıf bir pozisyonda Cumhurbaşkanlığı koltuğunu koruyabildi.

Seçimden sonra Macron, Michel Barnier’i başbakan olarak atadı, ancak 3 ay koltuğunu koruyabildi; muhalefetin önergesiyle düştü. Macron bu kez Bayrou’yu 13 Aralık 2024’te başbakanlığa atadı, o da 8 Eylül 2025 itibariyle koltuğunu kaybetti.

Macron son olarak Savunma Bakanı Sebastien Lecornu'yu Fransa'nın yeni başbakanı olarak atadı. Böylece, güven oyu alıp almayacağı belirsiz olan Lecornu, Macron’un son iki yılda atadığı 4’üncü başbakan oldu.

Fransa parlamentosu 577 milletvekilinden oluşuyor. Sol Blok 190, Merkez (Macron partisi ve destekçileri) 161, Sağ/Aşırı Sağ (Ulusal Birlik / Le Pen hareketi) 172, bağımsızlar 23 milletvekiline sahip ve hiçbir blok Meclis çoğunluğu için 289 milletvekili sayısına ulaşamıyor.

Hasılı, Meclis ve siyaset ciddi şekilde parçalanmış durumda; merkezi bir güce sahip herhangi bir blok yok. Sol blok sayıca önde olsa da, hükümet kuracak düzeyde çoğunluk sağlayamıyor. Macron destekçisi merkez, çeşitli grupları toplasa bile çoğunluğu bulamıyor. Sağ/Aşırı sağ blok da benzer şekilde çoğunlukta değil, ama toplumsal etkisi yüksek.

Şimdi gelelim krizin odağına…

Bu derin siyasi kriz neden yaşanıyor?

SERMAYE YARATTIĞI KRİZİN FATURASINI YOKSULLARA KESİYOR

Bugün isyana dönüşen kriz yaz aylarında tırmandı.

Sağcı Bayrou hükümeti, 15 Temmuz'da gelecek yıl için hazırladığı bütçe taslağını Meclis’e sundu. Bu taslak, işçi sınıfına ve toplumun en savunmasız kesimlerine büyük saldırılar anlamına geliyor. Taslak, “iki resmi tatilin iptali, sağlık hizmetlerinde büyük kesintiler, emeklilik maaşlarının dondurulması ve binlerce kamu sektöründeki işin ortadan kaldırılmasıyla” yaklaşık 44 milyar Euro’luk tasarruf hedefliyor.

İşte büyük infial bu şekilde başladı…

İşin ilginç tarafı hem sol blok hem de aşırı sağ, merkez sağcı Bayrou hükümetini güvensizlik oyuyla birlikte düşürdü ve iki cephe de Macron’un görevden uzaklaştırılmasını istiyor.

Pandemi sonrası İngiltere, ABD ve daha birçok ülkede olduğu gibi neoliberal düzenin yaşadığı derin buhran Fransa’yı da sarsmış durumda. Kamu borç krizi diğer ülkelerdeki gibi Fransa’da da hızla büyüdü ve sağcı Fransız hükümetleri de sermayeyi korurken, bütün yükü emeği ile geçinen geniş kitlelere yıkan politikalara yöneldi.

Yakın zamandaki yazılarımda da anlatmaya çalıştığım gibi neoliberalizmin çöküşüyle birlikte ülkelerdeki merkez sağ ve merkez sol partiler birlikte çöktüler.

Bu, Fransa için de geçerli.

Özellikle merkez sol partilerinin neoliberal zihniyet ve politikalardan kopamaması neoliberalizmin saldırdığı toplumun en zayıf kitlelerini derin bir yalnızlığa ve duygusal kopuşa itti.

Solun bu çöküşü aynı zamanda kitleleri aşırı sağın popülist dilinin saldırılarına (özellikle göçmenlere yönelik) ve etkisine açık hale getirdi.

LİDERİ OLMAYAN TABAN İSYANI

Fransa, 1980’den hemen sonra sosyalist Mitterand ile birlikte neoliberalizmin işgaline uğramış olsa da yıllardır sendikaların, öğrenci, çiftçi hareketlerinin oldukça etkili ve güçlü toplumsal tepkiler geliştirilebildiği bir ülke.

Örneğin, 10 Eylül 2018’de başlayan “Sarı Yelekliler” protestoları, yakıt vergilerine karşı çıkan bir dilekçeyle başladı, kısa sürede ekonomik adalet ve siyasi temsil krizine karşı ülke çapında kitlesel bir harekete dönüştü. En yoğun dönem 2018 - 2019’du, ama etkileri yıllarca sürdü. Macron hükümeti 2018 Aralık’ta yakıt zammını iptal emek zorunda kaldı ve asgari ücrete aylık 100 Euro artış sözü verdi.

Halkın direnişi ve protestolar sonuç verdi ve sermayenin bu ilk saldırı dalgası durduruldu.

Sağcı Bayrou hükümetinin yıllar içerisinde büyümeye devam eden kamu borç krizini emekçilerin üzerine yıkmaya çalışması 10 Eylül’ün yıl dönümünde yeni bir protesto dalgasını da tetikledi.

“Her şeyi engelleyelim” (Bloquons tout) sloganıyla son haftalarda sosyal medyanın da yardımıyla sivil meclisler, sendika toplantıları ve diğer girişimlerin tetiklemesiyle ortaya çıkan ve “lideri olmayan” kitlesel hareket 10 Eylül’de ülke genelinde eylemlerin patlak vermesine neden oldu.

Eylemler neredeyse tüm kentlere yayıldı… (Haber için TIKLAYIN)

Paris, Nantes, Rennes, Evian, Lyon gibi birçok kentte çok sayıda otobüs terminali, lise ve yol yüzlerce gösterici tarafından kapatıldı.

Hükümet, 80.000 polis memuru ve jandarma görevlisinden oluşan devasa bir güvenlik gücü kurarak protestoları engellemeye, polis göz yaşartıcı gaz kullanarak ve çok sayıda barikatı şiddetle bastırmaya çalıştı.

Yani Fransız emekçileri sermayenin saldırısına karşı “taban hareketiyle” yeni bir direniş sürecini başlattı.

Yeni eylem ve mitinglere hazırlanan geniş kitleler Bayrou'nun düşüşünden sonra Macron’un gitmesini, Bonapartist ve neoliberalizmin işgali altındaki baskıcı Beşinci Cumhuriyet'in sona erdirilmesini talep etmeye başladı.

Şimdi, Fransa'nın en önemli sendika konfederasyonlarının bir ittifakı olan “Intersyndicale”, 18 Eylül'de eylem günü ilan edilmesi çağrısında bulundu.

Anlayacağınız Fransa emekçileri yaratıcısı olmadıkları ve dahi yıllardır mağduru oldukları ekonomik krizin büyüyen faturasının kendi üzerlerini yıkılmasını önleyebilmek için yeni bir toplumsal ve sınıfsal direniş başlattı.

Bu direniş dalgasının günler içerisinde büyük bir dalgaya dönüşmesi, “Sarı Yelekliler” eylemlerine benzer yeni bir protesto sürecinin aylar boyunca sürmesi güçlü olasılık.

Bu protestolar ve öfke dalgası aşırı sağı mı güçlendirir, yoksa neoliberalizm karşıtı yeni bir sol dalgayı mı büyütür, şimdilik meçhul!

Ama dünyanın her ülkesi ve kentindeki gelişmelerin birbirini etkilediği, beslediği ve domino etkisi potansiyeli taşıdığı açık…

FRANSA… İNGİLTERE… ABD… NEOLİBERAL İSYAN YAYILIYOR

Yalnızca Fransa mı?

Benzer şekilde İngiltere de kaynıyor…

Neoliberalizmin kalelerinden birisi olan İngiltere’de bir yıl önce iktidara gelen İşçi Partisi, kamu borç krizini emekçilerin üzerine yıkmaya yöneldi.

Neoliberalizmin her yerde savunması da saldırısı da aynı…

Starmer iktidarı, özellikle engellilik yardımları ve diğer sosyal destekler konusunda büyük kesintiler içeren bir reformu gündeme getirince parti içinde kriz büyüdü, partinin destek oranı halk arasında hızla eridi.

Eski İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ve Zarah Sultana’nın öncülüğünde İşçi Partisi’nden ayrılan en az 7 milletvekilinin desteğiyle Temmuz ayında yeni bir sol parti (Your Party) girişimi başlatıldı.

Aynı şekilde, neoliberalizmin kurucu ülkesi ABD’de de sancı büyük…

Donald Trump, Temmuz 2025’te çıkardığı "Tek Büyük Güzel Yasa" (One Big Beautiful Bill) ile zenginleri daha zenginleştirecek vergi indirimlerini kalıcı hale getirirken, kamu borç yükü nedeniyle birçok sosyal yardımı sona erdirdi ve on binlerce kamu çalışanını kapının önüne koydu.

Kamu borç stoku önümüzdeki 10 yılda bu yasa ile 4 trilyon dolar daha artarak 40 trilyon dolara ulaşması öngörülürken, harcamalardaki artış (Yüzde 25 civarı) savunma (silahlanma) ve göçmenlerin ülkeden gönderilmesi gibi alanlara ayrılırken, bütçe kesintileri Medicaid (sağlık yardımları), SNAP (gıda yardımı), öğrenci kredileri gibi milyonlarca yoksul kesimi ilgilendiren alanlarda oldu.

Yani neoliberalizm Fransa ve İngiltere’de olduğu gibi kendi yarattığı ekonomik krizin faturasını ABD’de de yoksullara ve ücretli çalışan emekçilere kesmeye yöneldi; kendi zenginlerinden (sermaye sınıfından) en ufak bir özveri ve bedel talep etmeden…

Trump’ın Ocak ayında koltuğa oturmasından sonra MAGA (Make America Great Again - Amerika’yı Yeniden Büyük Yap) adı altında binlerce kamu çalışanını kovması, sosyal harcamaları tırpanlaması tepkileri de hızla büyüttü.

Demokrat Parti’nin New York Belediye Başkanlığı ön seçimini kazanan Demokratik Sosyalist Zohran Mamdani’ye olan ilgi hızla arttı ve etkisi ülke geneline doğru yayılmaya başladı. Şimdi Kasım ayındaki seçimde Mamdani’nin dünyanın bir numaralı kentinin ve deyim yerindeyse neoliberalizmin başkentinin belediye başkanlığı koltuğuna oturması bekleniyor.

Bu durum sermaye sınıfının tüylerini diken diken ediyor ve Trump’ın şahsında alarma geçmiş haldeler…

Şimdi dönelim başlığımıza!

FRANSA’DAKİ İSYANIN RUHU VE ENERJİSİ YAKINDA DÜNYAYI SARABİLİR

Biliyorum, hala “Fransız emekçisiyle Türkiye emekçisinin ne alakası var” diye sorguluyor ve anlamaya çalışıyorsunuz!

Ama buraya kadar geldiyseniz zihninizde bir miktar ışık ve aydınlanma belirdiğini umut ediyorum…

Bilmelisiniz ki, Fransa, İngiltere ve ABD’deki neoliberal müesses nizamın kurucuları, kurumları ve hegemon yapıların Türkiye ile de güçlü bir bağ ve çıkar birliği var.

Fransa, İngiltere ve ABD’deki sınıfsal mücadelenin, Türkiye emekçileri ve sınıflarıyla da doğrudan bağı olduğu gibi...

Bu ülkelerdeki sermaye sınıflarının hem ideolojik olarak hem de kurumsal kapasiteleriyle geriletilmeleri ve yenilmelerinin Türkiye’deki toplumsal ve sınıfsal mücadeleyle de bağı ve etkisi kuvvetli.

Uluslararası sermayenin sınıfsal gücü ve saldırıları sınırsızlaşmış (küreselleşmiş) ve coğrafya ayrımı gözetmeden aynılaşmış ve tüm ülkelerin finansal piyasalarını, ekonomik yapılarını yekpare halde kontrol edebilir ve yönetebilir hale gelmiş durumda.

Fransa, İngiltere ve ABD’de bu büyük sermayenin yenilmesi ve geriletilmesinin domino etkisi elbette Türkiye gibi ülkelere de yansıyacak ve yayılacak.

Bu birincisi…

İkincisi ise, ezilen toplumsal kesimlerin “direniş şekilleri ve mücadele yöntemleri” Türkiye gibi tüm ülkelerin emekçi sınıfları için de önemli bir “deneyim ve örnek” teşkil ediyor.

Şimdi filiz vermeye başlayan bu “yeni sol direniş dalgasının” yakın zamanda yeni bir ideolojik tahayyül ile birlikte sermaye karşısında yeni bir politik hegemonya süreci başlatması pek muhtemel.

Fransa’nın kentlerinde yükselen itirazlar ve sermayeye karşı direniş eylemleri aynı zamanda Türkiye’de işsizliğe ve yoksulluğa terk edilen yüz binlerin sesini de haykırıyor…

Saldıran sermaye aynı, direnen yoksulların ve halkların direnişinin de aynılaşmasının zamanı hızla yaklaşıyor…

40-50 yıllık sermayenin küreselleşmesinin ardından, sıra, yoksullaşan halkların direnişinin küreselleşmesine geliyor.

Özcesi, “Kurtuluş yok tek başına / Ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganı yalnızca Türkiye’de yaşayanlar için değil, dünya halkları için de ortak bir direnişin haykırışı olma potansiyeli taşıyor!

(MÜHİM NOT: CHP ve genel olarak Türkiye’deki muhalefete yönelik başlayan saldırıları, yukarıda aktarmaya çalıştığım çerçeve kapsamında daha geniş bir pencereden okumaya ihtiyaç var. Erdoğan iktidarını ve tek adam rejimini yalnızca “Siyasal İslam”ın bir hegemonya arayışı olarak yorumlamak ve eleştirmek kanımca dar bir bakış açısını ve buna mukabil dar bir mücadele çerçevesini ifade ediyor. Erdoğan iktidarını yandaş çıkar çevreleriyle birlikte sarıp sarmalayan uluslararası sermayenin büyük çıkarları koruyor ve onun açık ve örtülü yapıları rejimi ayakta tutuyor. Türkiye’de “derin devlet” kavramı ve tartışmaları ezelden beridir sürüyor. Sistemin ve nizamın işleyen ayak izlerini takip ederseniz, “derin devletin” temsilcilerinin “asker ya da sivil güvenlik bürokrasisi” içinde yerleşmiş kişi ve kurumların bizzat sahip oldukları kudretten ziyade uluslararası sermeyenin çıkarlarını (güvenliğini ve daimiliğini) temsil eden kişi ve yapıların “kudretsiz temsilcilikleri ve elçiliklerinden” ibaret olduğunu kavrayarak şaşkınlığa düşebilirsiniz. Bu minvalde Türkiye’de kimlerin derin devletin temsilcileri olduğunu hayal edebilirsiniz. Böylece devlet bürokrasinin koridorlarında aranan ama bir türlü bulunamayan derin devletin silüetine ulaşabilirsiniz. Bu nedenle, CHP etrafında mevzilenen toplumsal muhalefetin direniş ve mücadele strateji ve taktiklerinin de nelere odaklanması gerektiği üzerine iyi düşünülmesi gerekiyor. Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı otoriter rejim arayışının salt O’nun şahsına ait sarsılmaz ve değiştirilemez bir iktidar arayışının çok ötesinde olduğunu kavramamız gerekiyor ki neyle yüzleşmemiz ve mücadele etmemiz gerektiğini iyi anlayabilelim. Mikro bir inceleme yapmak isterseniz birkaç ay önce Meclis’ten geçirilen yeni Maden Yasası’nı sorgulamanız ve anlamanız bile yeterli. Bu kapsamda yaklaşık 10 gün önce yazdığım, ancak 2 Eylül’de CHP İstanbul İl Yönetimine kayyum atanmasıyla değişen gündem nedeniyle beklettiğim “CHP İçin (Olması Gereken) Yeni Program: Demokratik Sosyalizm” başlıklı yazıyı birkaç gün içerisinde yayınlayacağım. Türkiye ve CHP her anlamda tarihi bir kavşakta. Tarihin akışı ülkemiz ve dünya için hızlanıyor ve daha da hızlanacak. Tarihi kırılmaların, sınıfsal mücadelelerin ve devrimlerin yaşanacağı bir kavşak bu. Ya yenileceğiz ve yer küremiz ne kadar süreceğini bilemediğimiz “yeni bir karanlık çağa” girecek, ya da kazanacağız ve halkların küresel dayanışmasıyla topyekûn yeni bir aydınlanma çağına kavuşacağız.)

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.