Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 39. Olağan Kurultay sürecini ilçe kongreleriyle sürdürüyor.
Parti, 19 Mart yargı darbesi sonrası olağanüstü bir siyasi sürece girdi; AKP’nin 23 yıllık mutlak iktidar gücünün sarsıldığı ve iktidarı kaybetme olasılığının çok arttığı bir süreçte, bir yandan iktidarın yargı üzerinden yürüttüğü operasyonlara direniyor, bir taraftan da iktidara hazırlanan bir parti kimliğine kavuşabilmek için hazırlık yapıyor.
Öyle olması umuluyor, bekleniyor!
Kabul etmek gerekir ki CHP, cumhurbaşkanı adayı ve çok sayıda belediye başkanı, yüzlerce belediye bürokratı tutuklanmış ve yargı üzerinden büyük bir siyasi operasyon yürütülüyor olmasına rağmen, ciddi bir hataya düşmeden, başarıyla direniyor.
En geç 2028 ilkbaharında gerçekleşecek bir erken seçim için saat işliyor; bir seçim olacaksa ve hangi koşullar altında gerçekleşeceği büyük bir soru işareti olmaya devam ederken…
Yani CHP hem iktidarın yargı üzerinden saldırılarına bölünmeden, parçalanmadan direnmek, hem de bir iktidar adayı olarak hazırlanmak zorunda…
Bu, hem iç hem dış koşullara bakıldığında üstesinden gelinmesi kolay bir siyasi basınç değil…
Her şeye rağmen “demokratik zeminde” kalarak, “demokratik yollarla” iktidar değişimini sağlayacak “strateji, plan ve programı” sürdürebilmek bana göre yaşadığımız sürecin kalbini oluşturuyor.
Üstelik bunu dünya da, Türkiye’de büyük bir “iktisadi, sosyal ve siyasi” değişim (alt üst) yaşanırken yapmanız gerekiyor.
Yalnızca ülkemizde değil, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa dahil hemen tüm ülkelerde “demokrasiler, özgürlükler, hukuk ve adalet” tehdit altında. Aşırı sağ ve hatta ırkçı hareketler siyasetin çevresinden merkeze doğru hızla ilerliyor ve dünyanın iktisadi ve siyasi gündemini belirleyici ana aktörler olma yolculuğunu sürdürüyor.
Hepsi bir an önce iktidarları ele geçirip, demokrasiyi askıya almak için yanıp tutuşuyor!
Bu vuslata erme yolunda emin adımlarla ilerleyen Donald Trump’ın şahsında simgeleşen fotoğraf dünyaya da dalga dalga yayılma potansiyeli taşıyor: “Demokrasisiz, seçimsiz (ya da kontrollü, göstermelik seçimli), çoğulculuk, özgürlük ve hukuk düzeninin olmadığı” bir dünya tahayyülünü “inşa ve ihya” edebilmek için sendikalara, medyaya, üniversitelere, sanatçılara, STK’lara, tüm özgürlük yanlılarına pervasızca saldırıyorlar.
CHP kurultayından başlayıp sonra bunları neden anımsatıyorum?
Çünkü anlattığım bu saldırılar “ideolojik ve stratejik” saldırılar, bunlara toplumlar adına siyaseten karşılık vermek de “ideolojik ve stratejik” yanıtlarla mümkün olabilir…
Birçok ülke gibi, Türkiye ve toplum için de zaman tükeniyor!
Son 3-4 aydır yazılarımla ısrarla dikkat çekmeye çalıştığım gibi 1947’den itibaren adım adım inşa edilen “neoliberal müesses nizam” yıkıldı; yepyeni bir dünya kuruluyor ve bu dünya inşasının 180 derece ters yöne giden iki ana yol ayrımı var:
“Ya dünyaya aşırı sağ/faşizm hakim olacak, ne zaman biteceği belirsiz bir karanlık tünele gireceğiz, ya da toplumlar yan yana gelerek bu badireyi atlatacak ve yeni bir aydınlanma, özgürlük çağını başlatacak.”
CHP, bu iki yoldan hangisine talip? Hangi yoldan gidecek?
Bunun orta yolu, bir uzlaşma sağlayacak “sosyal demokrat” bir seçeneği kalmadı. Bununla ilgili düşüncelerimi "CHP için (Olması gereken) yeni program: Demokratik sosyalizm" başlıklı yazımda paylaştım.
Görünen Trump’ın neferliğini üstlendiği ve bugünlerde İngiltere, Fransa ve Almanya’ya ihraç etmeye çalıştıkları “ırkçı-gerici tahayyül” başkaldırmış vaziyette ve arsızca gündemini ilerletmekte kararlı.
CHP, liderlik kadrosu dahil tüm organizasyonuyla gelen bu çığı görüyor mu?
İşte böyle bir iklim ve koşullarda CHP kurultay sürecini ilerletiyor: Belediyelere siyasi operasyonlar, partiye kayyum atanması baskısı altında strateji geliştirmeye, ülkeyi bu badireden çıkarmaya çalışıyor.
Acaba?
Hafta sonu önce Osmangazi kongresini, ertesi gün de Nilüfer kongresini salonda izledim; konuşmaları dinleme, salondaki havayı, delege ve üyelerin tansiyonunu gözlemleme fırsatım oldu. Tabi, mahalle delege seçim süreçlerini yerinde ya da genel olarak izleme çabamızla birlikte…
Kayyum baskısı altında hızlandırılmış bir kurultay sürecinde gördüğüm manzara-i umumiye özetle şu:
CHP’nin o bilinen mahalle delege seçimleri sürecinden başlayan siyaset yapma biçimi ve gerçekliği bir kez daha test edildiği gibi partiye uzun yıllardır hakim olan “ben seni seçeyim sen de beni seç” zihniyeti hakim güç olmaya devam ediyor.
Bu öylesine “kuvvetli, yerleşik, sarsılmaz bir kültür” ki, bireysel olarak insanların “iyi niyet, demokrasi arzu ve bağlılığından bağımsız otomatiğe bağlanmış bir refleks halinde parti içi tüm siyasi gündem ve süreci zehirliyor”.
Politik fikirlerin, kent ve ülke sorunlarına karşı “ideolojik yaklaşımların” hemen hemen hiç gündeme gelmediği, tartışılmadığı bir delege seçim sürecini, “eş, dost, akraba, yandaş” ilişkileri etrafında (çok az sayıda ayrıksı örnek olabilir) belediye başkanlarının açık ya da örtülü biçimde vaatlerle domine ettiği, bilek güreşine çevirdiği bir süreç, bilmem kaçıncı kez terennüm etti.
Bu nasıl bir hırs ki, Osmangazi’de bir mahalle delege seçiminde sandık başında çıkan gerginlik ve yumruklaşma üzerine, 19 Mart sonrası partiye üye olmuş, 23 Mart Cuhurbaşkanlığı ön seçiminde oy kullanmış ve bir demokrasi şölenine gittiğini düşünerek çocuklarıyla delege seçimine gitmiş olan çok sayıda yeni üyenin “biz nereye düştük böyle” serzenişleriyle oy kullanmadan çekip gittiklerini bile gördük.
CHP’nin aylardır kent kent meydanlarda örmeye çalıştığı direniş dalgalarının, mahallelerde kurulan sandık önlerinde “hakim siyasi hastalıklara” çarparak sönümlendiği örneklere tanıklık ettik.
Kadim bir sorun olan üyelikler, katılımlar, mahallelerde üyelerle yürütülen çalışmalar, politika yapma, halkla iletişim ve bağ kurma sorunlarına burada hiç girmiyorum bile.
Çok ağırlıklı bölümü bir siyasi iddia, politik bir analiz, ideolojik bir savunu ve duruştan, yani bir davadan beslenmeyen, “aldım verdim, ben seni yendim” ruh haliyle topluma önderlik etmek, iktidarın güçlü bir adayı olmak mucizelere kalmış demektir.
Ama dünya ve Türkiye öyle bir döneme girdi ki, “mucizelere artık yer yok”; hani bir zamanlar halkın seçimden seçime, “şimdi de şu partiyi deneyelim” düşüncesinin beslediği siyasi gündem ve sürece geri dönülmesi mümkün değil!
İzlediğim Osmangazi ve Nilüfer kongreleri sırasında, AKP iktidarının siyasi saldırılarına karşı bolca itiraz ve direniş sloganı, ama bu direniş sonucunda nasıl bir ülke kurulacağına ilişkin somut fikir görüş ve önerilerin hemen hemen hiç konuşulmadığı anlara tanıklık ettik.
Yalnızca Milletvekili Kayıhan Pala’nın Nilüfer kongresinde “çarşaf liste” önerisi ve dünya kapitalizminin başlattığı yeni saldırı ve stratejisiyle ilgili 3-4 cümlesi dışında sol bir parti kongresine yakışır konuşmalar, tartışmalar yaşanmadı. Birkaç kişinin çarşaf liste lehine el kaldırması dışında parti içi demokrasi adına söz söyleyecek bir üye bile çıkmadı.
Hele hele Kayıhan Pala’nın birkaç dakikalık konuşmasının arasında “sermaye yapı değiştiriyor, gençleri ve kadınları kazanarak sermayeye karşı mücadele etmeliyiz” sözü duyulmadı bile…
“İş ve kadro vaatleriyle” mikro düzeyde belediyeler üzerine örülen bir siyasi muhalefet anlayışının, makro düzeyde iktidarın benzerini ülkeye giydirmesine itiraz etmenin haklı hangi “siyasi ve ideolojik” dayanakları olabilir ki!
Özgür Özel’in meydanlarda haykırdığı “ahlaki üstünlük bizde” derken kastettiği “üstünlük” bu gerçekliği de içeriyor mu?
Başkanlar etrafında ve çoğunda bizzat başkanlar eliyle tesis edilen delege saflaşmaları, hayatın, ülkenin, dünyanın gerçekliğiyle ilgili çoğu düşüncenin konuşulmasını gereksizleştirecek bir iklim yaratmıştı bile…
Bu, belediye meclislerine, dar siyasi kişisel ve grup çıkarlarına hapsolmuş gündem, ülkenin ve toplumun ve en nihayetinde hepimizin uzun vadedeki geleceğini, yararını düşünmeyi, konuşmayı hayal bile edilemeyecek bir tablo yani.
AKP’nin belediyelere ve CHP’ye yönelik temelsiz siyasi saldırıları karşısında bunların konuşulmasını geçiştiremez ve önemsizleştiremeyiz.
Keza, siyasi rakibine benzememek ve yeni bir yol yaratmak, tasarlamakla mükellefsin; bunların üstünü örterek, olmamış gibi davranarak bunu başaramazsın.
AKP’ye direniş sloganlarıyla itiraz edebilir, ama AKP’yi sloganlarla yenemezsin.
Bir süredir sıklıkla yazıp çiziyorum; CHP bir kitle partisi…
Muhalefet ve solun hangi penceresinden bakarsanız bakın CHP’nin bu gerçekliği değişmiyor; yukarda anlatmaya çalıştığım tüm hastalık ve yetersizliklerine rağmen…
Ama birilerinin artık kral çıplak demesi ve parti içinde süre giden sağlıksız hakim yapı ve sürece itiraz etmesi ve dur demesi gerekiyor.
Belki gözlerden kaçmış olabilir, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’in olağanüstü kongre kapanışında dile getirdiği gibi “parti içinde demokrasiyi hakim kılmadan ülkeye demokrasi vaadinde bulunmak” inandırıcı olmuyor.
CHP, bugün tarihin akışı içinde büyük bir fırsat penceresinin önünde duruyor: Ya yalnızca bir parti olmanın ötesine taşarak “toplumsal harekete dönüşecek” ve Türkiye’yi demokrasiyle buluşturacak yeni bir kurucu siyasi güç inşa edecek, ya da bunu beceremeyip kendi iç tartışmaları içinde kaybolup gidecek.
CHP, eğer parti içi iktidar mücadele ve kavgalarıyla sınırlı kalacak politik bir hat ve kadro hareketi olarak kalmaya devam edecekse, tüm enerjisini ve tahayyülünü “rant ve kadrolaşma mücadeleleri etrafında” sürdürecekse, bir kez daha kaçacak fırsatın sonrasında dönüp dolaşıp bilmem kaçıncı kez yine halkı (toplumu) “cehaletle, eğitimsizlikle” suçlamaya kalkmamalı.
İlle de “cehalet ve eğitimsizlikten” söz edecekseniz bu olsa olsa, 300-400 delege hesabı etrafında dönen küçük bir siyasi hesaplaşma dünyası içinde kaybolup, halka yeni bir politik program, onu hayata geçirecek bir strateji ve kadro yapısı, siyasi eylem planı, üyelerle ve halkla güçlü yeni bir siyasi bağ sunamamanızın içinde olabilir!
Bir kez daha anımsatmak isterim ki, CHP’nin önceki kongrelerinde de nitelikli ve liyakatli birçok isim bu siyasi gerçekliği aşamadığı için parti dar bir siyasi alana hapsolmaktan kurtulamadı.
Ama tekrar etmekte yarar var, deniz tükendi ve alalade zamanlarda değiliz. Tarih, dünyayı da, Türkiye’yi de yeni bir radikal değişimin eşiğine getirdi.
Irkçı, gerici bir enternasyonelin ruhu dünyaya yayılıyor; “tekno-kapitalizmin ve tekno oligarkların” dünyaya hakim olma girişimiyle mücadele edecek yeni stratejilere, yeni bir ideolojik güce ve araçlara ihtiyacımız var.
Hep birlikte yeni bir toplumsal mücadeleler çağına girdik. Dar, menfaate dayalı, küçük hesapların peşinde koşulan, parti içi konfor alanlarına sıkışan siyasi manevralarla halkla bağ kurmak da toplumsal hareket yaratmak da imkansız.
Çok mu idealistçe, çok mu hayalperest buldunuz bunları…
Biliyorum, bu yazdıklarım kimilerine CHP’nin tarihine göndermeler içeren bir alaycılıkla “değişmezliği ve inançsızlığı” ifade ediyor, kimilerine de “partiye hakim olmanın verdiği özgüvenle” bıyık altından gülünen safça fikirler olarak yankılanıyor…
Oysa, CHP’nin geldiği nokta, ne tarihe esir düşüp küçümsenerek elimizin tersiyle itmemiz gereken bir eşik, ne de partinin hastalıklı yapısını temsil eden hakim yapıya teslim olunması, çekip gidilmesi gereken bir eşik.
CHP, 19 Mart’ta çıktığı sokaktan ve meydanlardan bir daha geri dönmemek üzere yola çıkmış bir siyasi harekete dönüşmek zorunda.
Bu yalnızca CHP’nin kendi varlığını ilgilendiren bir durumun ötesinde, tüm toplumsal muhalefetin ayakta kalmasını, halkın direnmesini sağlayacak bir gerçeklik.
Keza, aksi halde yenilenin yalnızca CHP’nin olmayacağı acı bir yıkım süreciyle sağlamasının yapılması çok dramatik olacak.