SON DAKİKA
Hava Durumu

AKP geldiği gibi gidebilir!

Yazının Giriş Tarihi: 05.09.2025 00:09
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.09.2025 00:11

Duymuşsunuzdur, “tarih tekerrürden ibarettir” denilir.

Bazen şaşırtıcı derecede olayların tarihteki örneklerine benzer şekilde yaşandığını, tekerrür ettiğini görebilirsiniz.

AKP’nin akıbeti de bu tekerrüre uğrayabilir, geldiği gibi gidebilir…

Kuvvetle muhtemel!

İzin verin anlatayım…

Tarihte bazen otoriter eğilimli lider ve yönetimler, “mutlak iktidara” ulaşana kadar popülist politikalarla ve sandık demokrasisiyle halk desteği bulabilir ve toplumsal rıza üretebilir.

Ancak mutlak iktidarı elde etmesi ve sonrasında “güç zehirlemesiyle” zamanla bu desteği ve “toplumsal rızayı” kaybederler.

AKP iktidarı ve Erdoğan da şimdi bu süreci yaşıyor.

Ama tüm otoriter lider ve yönetimlerin karakteristik tavrında olduğu gibi “iktidarı ve gücü”, “kendilerine tapulanmış” bir durum olarak gördükleri için olası bir seçim ve sandık yoluyla gitmemek için başta yargı olmak üzere “bürokrasiyi araçsallaştırarak” her türlü entrikaya başvurmaya başlarlar.

Ne var ki, ülkeler ve toplumlar sancılı süreçler, krizler ve kaoslar yaşamaya başlasa da kitlesel desteği kaybetmiş bir iktidar, yönetim istikrarını ve iktidar muktedirliğini sürdürecek bir güven ve toplumsal onayı (rıza) kaybettiği için “iktidardan gitmeme labirentinin” içinde kaybolurlar.

Elinde kalan tek araç olan “yargı ve güvenlik bürokrasisiyle” toplumsal rızayı arkasına alan muhalefeti “bastırmak, parçalamak ve mümkünse yok etmek” için “baskıyı ve şiddeti” giderek artırırlar; sağa sola başına buyruk saldırmaya başlarlar.

Bu hal bile, yine de dertlerine derman olamaz!

Muhalefet ve halkın talepleri, beklentileri bürokrasi marifetiyle yavaşlatılabilse de tarihsel ilerlemeyi tamamen yok edemez.

Otoriter yönetimin gerçekliğiyle halkın talepleri arasındaki “mutlak kopuş” (Özgür Özel bunu ahlaki üstünlük olarak tanımlıyor) ne tür bürokratik baskı mekanizması kullanılırsa kullanılsın, otoriter yönetimin arzusuyla halkın talepleri arasındaki mesafeyi kapatamaz.

Yani, güncel durumla somutlaştırarak aktaracak olursak, “CHP’li başkanları tutukladı, hatta belki de CHP’ye kayyım atadı” diye halk koşa koşa gidip iktidarı desteklemeyeceği ve yeniden iktidara biat etmeyeceği gibi, siyasal süreci otoriter yönetim lehine konsolide etmeyi de başaramaz.

Tek bir şeyi başarırlar…

Geniş kitlelerle bağlarını biraz daha koparır, mecburen (ayakta kalabilmek için) “otoriterizmden totaliterizme doğru” yelken açarlar.

Türkiye’de Eylül 2025 başı itibariyle geldiğimiz eşik işte bu; rekabetçi otoriterizmden totaliterizme doğru evrilecek miyiz, yoksa yeniden demokrasiye dönme imkânı bulabilecek miyiz?

Türkiye’de totaliter bir rejim kurulabilir mi, böyle bir zorlama karşılık bulabilir ya da ayakta kalabilir mi; tartışmaya açık ve bu yazının konusu değil.

Ama bir cümleyle görüşümü belirtip devam edeyim: “Niyet ve girişimler olsa da, bu yolda mesafe alınsa da Türkiye’de totaliter bir rejim kurulamaz; bunun sosyolojik, ekonomik ve siyasi birçok gerekçesi var.”

TARİHİN TEKERRÜR ÇARKI 2019’DA DÖNMEYE BAŞLADI

Gelelim tarihin AKP açısından tekerrür boyutuna…

Kısa bir anımsatma…

28 Şubat 1997'deki “MGK Kararları” ile laiklik ve irtica tartışmaları sonrası 16 Ocak 1998'de Refah Partisi, yerine kurulan Fazilet Partisi de 22 Haziran 2001’de “laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı” haline geldiği gerekçesiyle kapatıldı.

FP sürecinde Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın öncülük ettiği “yenilikçi” kanat ile Recai Kutan ile Şevket Kazan’ın başını çektiği “gelenekçi” kanat olarak iki grup oluştu. Gelenekçiler 20 Temmuz 2001’de Saadet Partisi’ni (SP), yenilikçiler ise 14 Ağustos 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu.

Yenilikçilere Gül ve Arınç liderlik etmiş olsa da Recep Tayyip Erdoğan okuduğu şiir nedeniyle 26 Mart 1999’da cezaevine girince oluşan mağduriyet algısının yarattığı rüzgarla yenilikçilerin doğal lideri konumuna sıçradı.

1999 depremiyle oluşan ağır hasar, 2001 ekonomik krizinin yarattığı derin sosyal ve siyasi yıkımın etkisi ile mevcut partilerden yılmış olan halkta umut oluşturan yeni bir program ve kadro hareketinin rüzgarıyla AKP, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde yüzde 34 oyla tek başına iktidara geldi.

Sonrasındaki 23 yıllık siyasi hikâye herkesin malumu.

Burada parantez açılması gereken ayrıntı şu:

“Müesses nizam 1994 genel seçimleri sonrası kurulan Erbakan-Çiller koalisyonunu MGK kararları ile dağıtması, parti kapatmaları ve daha birçok bürokratik müdahaleye rağmen, kitleleri ve toplumsal rızayı arkasına alan bir siyasi hareketi durdurmayı, engellemeyi, bastırmayı başaramadı. Hatta AKP iktidarı sonrası parti hakkında açılan kapatma davası, 27 Nisan bildirisi gibi vakalar da dahil…”

Tarihin tekerrür çarkı 31 Mart 2019 yerel seçiminde Ekrem İmamoğlu’nun Erdoğan’ı İstanbul’da devirmesiyle dönmeye başladı.

Bu tarihten itibaren önce Ekrem İmamoğlu’nu, Özgür Özel’in genel başkan seçilmesi ve 2024 yerel seçimleriyle birlikte Türkiye’nin birinci partisi haline gelen CHP’yi durdurabilmek için AKP iktidarı ve Erdoğan, yargı ve güvenlik bürokrasisini araçsallaştırarak bir zamanlar maruz kaldığı yol ve yöntemlerin mislini uygulamaya başladı.

Bu baskı mekanizmaları zamanında kendilerini durduramadığı gibi, şimdi uygulamaya çalıştıkları baskı mekanizmaları da CHP ve kitlesel muhalefet hareketini durduramıyor ve durduramayacak.

Diyeceksiniz ki, “eskiden sorunlu da olsa ağır aksak işleyen bir demokrasi ve seçimler vardı; şimdi seçimler ve sandık güvenliği bile tehlikede… Üstelik CHP’ye kayyum atanarak parti ele geçirilmeye ve muhalefet dağıtılmaya çalışılıyor.”

Böyle bir tespit çıplak gözle haklılık içeren bir görüntüye sahip olsa da tarih böyle bir “doğrusallık ve kadercilik” içinde ilerlemiyor…

Toplumlar ve kurumlar içinde bulundukları koşullar içinde yeni bir çıkış ve çözüm kapısı arıyor ve buluyorlar.

ERDOĞAN FIRSATI ALTIN TEPSİDE SUNABİLİR…

Geldik bam teline…

Sevgili okuyucu, bilmenizi isterim ki, bundan sonra okuyacağınız bölüm bir tavsiye içermiyor ve bir beklentiyi de dile getirmiyor, ama güçlü biçimde tarihin tekerrür etme ihtimaline kuvvetli biçimde dikkat çekiyor.

Unutmayın ki, yakın siyasi tarih Kürt hareketi içinden gelen siyasi partiler de dahil olmak üzere çok sayıda parti kapatmasına ve davalarına tanıklık etti; ama toplumsal gerçeklikleri ve süreçleri bu baskı ve parti kapatmaları durduramadı.

Diyelim ki, AKP ve Erdoğan gözünü karattı ve bugünlerde herkesin konuşmaya başladığı gibi CHP’ye kayyım atanması tahminleri gerçek oldu ve Kemal Kılıçdaroğlu ya da bir başkası partinin başına kayyım olarak atandı.

Ne olacak?

Elbette, Özgür Özel ile mevcut parti yönetimi ve aylardır alanlarda direnen CHP’liler ve muhalefetin geneli bu gelişmeye büyük tepki gösterecek ve direnecektir. Yine de yargı ve güvenlik bürokrasisinin zoruyla “fiili olarak CHP işgal edilirse” milyonlarca yurttaş yutkunarak kenara çekilip oturacak mı?

Elbette hayır!

Toplumsal direniş de durmaz, siyaset de asla boşluk kabul etmez!

İşte bu aşamada, birebir benzerlik taşımasa da Fazilet Partisi’nin kapatılması sonrası yaşanan gelişmelerin bir benzeri yaşanacak; siyasi ve ekonomik krizle boğulan halkın talep ve beklentilerini karşılayacak yeni bir siyasi hareket ve parti doğacak.

Eğer Tayyip Erdoğan’ın kafasından CHP’ye kayyım atayarak onu durdurmak ve iktidarını korumak geçiyorsa, hafızasını yoklayıp 1994-2002 arasını anımsayabilir.

CHP’yi durdurabilir ve kontrol edebilir; ama toplumsal muhalefeti ve siyasi değişim talebini asla; aksine bu ateşi harlayacak yeni odunlar atmış olur!

CHP’nin köklerinden doğacak, “Cumhuriyet’i gerçek bir demokrasi ile buluşturacak”, dindar-laik çatışmasını bitirecek, Kürt sorununu özgürlük ve demokrasi ilkeleriyle çözmeyi vaat edecek, bugünün dünya ve ekonomi gerçekliğine uygun halkın sorunlarını etkili biçimde çözeceğine ilişkin radikal bir siyasi ve ekonomik program ile yeni kadroların da katılımıyla kurulacak yeni bir siyasi hareket (parti), 3 Kasım 2002 seçimlerinin benzeri bir rüzgar yaratabilir.

Halkın öfkesi, siyasi statükonun üzerinden silindir gibi geçebilir…

Böyle bir siyasi hareket (parti) oluşturulması zorunluluğu halinde kısa bir bildiriyle CHP ile illiyet bağı kurulabilir ve “demokrasiye dönüldüğünde işgal altındaki CHP özgürleştirilecek ve bir birleşme kurultayı ile tarihin normal seyrine dönülecek” denilebilir.

Bu fikir ve önerinin birçok kişi için sarsıcı olduğunun farkındayım; özellikle CHP gibi devlet kurucusu bir partinin üzerine (devamında) böyle bir siyasi tahayyülün düşünülmesi hiç de kolay değil.

Ama dedik ya, siyaset asla boşluk kabul etmez ve toplum asla çaresizliğe terk edilemez; toplumsal değişim talebi (süresi öngörülemese de) bir süreliğine bastırılabilir, ama yok edilemez!

Böyle bir durum, şaşırtıcı biçimde toplum için de ülke için de yepyeni bir fırsat da sunabilir.

Büyük kriz ve buhran anlarında toplumun köklü değişim talebi zirve yaparken, köklü siyasi yapıların bu derece kuvvetli değişim beklentilerine “program ve kadro olarak” yanıt vermesi, değişimi sağlaması kolay değildir.

Oysa CHP’nin işgal edilmesi halinde büyük bir mağduriyet tablosunun altında başlatılacak yeni siyasi hareketin toplumsal meşruiyeti çok güçlü olacak ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak yeni program ve kadro tasımını yapmak çok daha kolaylaşabilecek.

Eğer Fazilet Partisi kapatılmasaydı, yenilikçilerin AKP ile tasarladıkları siyasi program ve toplumun daha geniş kesimini kapsayan yeni kadro yapısı oluşabilir miydi? (Bunları yazarken okuyucuyu uyarmak isterim, anlatmak istediğim asla AKP’nin kurulduğu dönemdeki gibi bir siyasi program ve kadro hareketi değil.)

CHP’YE KAYYIM ERDOĞAN’I KURTARIR MI?

Eğer bu analizim ve öngörüm doğru kabul edilirse Türkiye nasıl bir siyasi sürece ve iklime evrilir?

Tam da iktidarın arzuladığı gibi CHP ikiye bölünmüş ve iç tartışmalara boğulmuş, iktidar karşısında zayıf bir muhalefet tablosu mu oluşur?

Hiç sanmıyorum.

Bu, 10 yıl önce gerçekleşseydi, Erdoğan medet umabilirdi, ama 2019’dan beri bambaşka bir siyasi gerçeklik var.

Güçlü muhalefet ve değişim dalgası toplumun bağrında doğduğunda, kaba siyasi mühendislik çalışmaları bu değişimi durdurmaya yetmez. Yetseydi, FP kapatıldıktan sonra 3 Kasım 2002 seçiminde AKP yüzde 34,3 oy alırken Saadet Partisi yüzde 2,5’ta kalmazdı.

Kim bilir, yenilikçiler Saadet Partisi’nde kalsaydı ve SP ile seçime gitselerdi belki de yüzde 34,3 oy oranına ulaşamayacaklardı; AKP’ye giden geniş yelpazedeki kadrolar SP’ye gitmeyecek, benzer bir siyasi dalga yaratamayacaktı.

Ve yine kim bilir, belki de Erdoğan CHP’yi ve muhalefeti boğacağım diye, yüzde 40’lar, 50’lere ulaşacak yeni bir siyasi hareketin doğuşunun koşullarını hazırlıyor. Erdoğan’a da AKP’nin gölgesine sığınmış ve yüzde 2,5 oy alabilmiş Kılıçdaroğlu’nun CHP’si kalabilir; Erbakan’a SP’nin yüzde 2,5 oyu kaldığı gibi…

Erdoğan, iktidarını kaybetme korku ve travmasıyla siyasi oyun kurarken, tahayyül ettiği senaryoyla karşılaşacağı gerçeklik bambaşka olabilir. 7 Haziran 2015 gecesi iktidarını kaybettiğinde yüzüne vuran kaygının daha derin versiyonunu yaşayabilir.

Yine uzun yazdın diye kızan dostlar olabilir J

Toparlayacak olursak, karşımızda bugün Anayasa, yasa, hukuk ve hatta kanun hükümlerini dahi göz ardı etmiş, Rubicon’u geçmiş, gemileri yakmış, her şeyi göze almış bir siyasi iktidar var.

Büyük anlarda büyük siyasi kararlar almak zaruret haline gelebilir. Hatta hayatın doğal akışı bu büyük kararları size aldırtabilir!

CHP’ye olası bir kayyım atanması, Özgür Özel ve yönetiminin görevden uzaklaştırılması toplumsal muhalefetin önemli bir kesiminde ilk anda umut kırıcı olabilir; ama bu gerçekleşse dahi tarih akmaya devam eder ve yeni gerçekliğe göre çözümü bağrında taşır.

Yepyeni çözüm ve fırsatlarla birlikte…

Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Umutsuz durumlar yoktur; umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.