SON DAKİKA
Hava Durumu

Bir Doğu Karadeniz hikayesi...

Yazının Giriş Tarihi: 21.07.2012 00:01
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.07.2012 00:01

İstanbul trafik keşmekeşine dokunmadan ulaşmak istedim dostuma. Olmadı... Altunizade'de yakalandık trafiğe biz. İşin bir başka gerçeği, o da gelemedi işinin başına. Görüşemedik velhasıl...

Olsun, hedef belli; öğlen üzeri Trabzon'a uçup, önce Maçka üzerinden Sümela Manastırı ziyaret edilecek. Sonrasında Ayder Yaylası'na uzanmak ve belki Kaçkarlar var... Hafta sonunu da Gürcistan Batum'da geçireceğiz umarım.

İşte size, keyifle okuyacağınız ve hiçbir yerde bulamayacağınız çok özel notları ile, bir Karadeniz gezisi:


Trabzon'dan çıktık yola. Maçka üzerinde varacağız Sümela'ya:
Maçka yolları taşlı / Geliyor sarı saçlı / Ne oldu sana yavrum / Böyle gözlerin yaşlı...

SABİHA GÖKÇEN HAVAALANI

Tam vaktinde oradaydım, işlemlerimi çok çabuk bitirip, biletimi cebime koyduktan sonra, bir simit ziyafeti çekmeliyim kendime. Çünkü, adına 'saray' dedikleri mekandaki görüntüleri 'ye beni' diyor. Ama, banko arkasında konuşulanlar ve hesap, öyle demiyor ne yazık ki.

Aynı ülkedeyiz, aynı kentlerde. İyi de, neden hava alanlarında hesaplar bu kadar, kol gibi değil, bacak gibi?

Bildiğiniz bir simit 5,5 TL!

'Yuuhhh' diyenleri duydum, ben de öyle diyorum zaten. Hesabımı öderken, banko arkasındaki çocuklar, birbirlerine hiç hoş olmayan laflar söylüyordu. Uyardım uyarmasına ya 'şaka' dediler. Yılmadım 'iyi de müşteriniz bunu anlayamaz ki' dedim. Cevap yine hazırdı:

-    Fark etmez abi !

Eeee, nasıl ders vermeli ki bu gariplere?

'Ben sizi denetleyen gizli müşteriysem ne yapacaksınız' derken somurttum biraz. Kulaklarına kar suyu kaçtı mı bilemem... Sanırım; bir kez simit ve çay içen, hesabı ve cıvıklığı gördüğünde, yeni bir denemeye girişmez. Simitten saray yapanlar, duyar mı? Bilmiyorum...

FİYATLAR BACAK GİBİ

Laf olsun diye yazmadım. Sürekli seyahat eden biri olmama karşın fiyatlara yetişemiyorum. Üstelik İDO'nun inanılmaz tahrik edici feci fiyatlarını bilmeme karşın, hazmedemiyorum...

Trabzon uçağı ağzına kadar dolu. Ne çok Arap turist var, bir bilseniz. 'Nereye' diyorum da, yeşil ve serin olan her yere gittiklerini anlatıyorlar. İyi; aman etrafı kirletmeden yüklü döviz bırakın da bol bol gelin; demek lazım ya, müsait değilim...

Trabzon Havaalanı yakınında Nihat Usta'ya geçiyoruz önce. Gölge bir mekanda 25 kişi filan olduk. Köfteler Akçaabat. Ne çok yedik öyle. Sorun değil; nasıl olsa birazdan Sümela'da bol bol yürüyeceğiz.

Maçka yolları sağlı sollu fındık bahçeleri ve her dik yamaçta güzelim çay yeşili. İyi gider şimdi yöresel bir türkü :

Yazamadın mı bir yazı / Gönder Maçka'ya Maçka'ya / Bu sitem ince bir sızı / Siner Maçka'ya Maçka'ya / Dağlarında çam ormanı / Havası gönül dermanı / Dere boyunca dumanı / Siner Maçka'ya Maçka'ya...

Karadeniz'deysek eğer, yöresel türküler bizi hiç yalnız bırakmaz. Her biri adeta doping; yerimizde duramıyoruz, sanki gençleştiriyor insanı. Arada bir hüzünlenip, kaybolmak da var hani...

MAÇKA'DAN SÜMELA'YA


Karadağ'da kurulu Sümela Manastırı girişindeyiz. Az sonra, 1600 yıllık tarihi mirası göreceğiz, dokunacağız. Ne şanslıyız...

Bol sohbetli, gırgır bir yolculuktan sonra Milli Park girişindeyiz.

Giriş 25 TL... Ha'di bir yuh daha.

Dağ başı mı burası demeye gerek yok, hakkaten dağ başı. Hatırlayın kış aylarındaki Uludağ'ı; aynı.


Karadağ'ın hemen eteğinde ve bin 150 metrede ya, profesyonel fotoğrafçılar dahi zor çekiyor Sümela'yı.

Trafik, Araplar ile birlikte arap saçı olmuş resmen, çözebilene aşk olsun. Yollar bu kadar dar mıydı, yıllar önce geldiğimde, çözemedim. Daha az araç olduğu kesin ama.

Koruma kollamaya almışlarsa da Sümela'yı, pek çok tahribat olmuşsa da zamanında, yurttaşı unutmuşlar yine. Öyle derin vadiler var ki, ayağınız kayıp uçsanız, cenazeyi çıkartmaya gerek yok. Yukarıdan dua okusun dostlarınız, inmesinler yanınıza boşu boşuna.

Yuhhh yani !


Manastır tavanında; Meryem'in doğuşu, mabede sunuluşu, tebliğ ve yazarınızın tanıklığı...

Korkuluk da koymaz mı insan, uçurum tarafına. Ha'di göstermelik olarak koydunuz, çocukları düşünmez misiniz ya? Ne o öyle üstten bir yatay kalas, alt kısım bomboş. Bir bebek kayıp gidince mi önlem alınacak? Merak ediyorum.

Tipik Türkiye...

Ne anlatayım ki manastırdan ? Açın bakın işte: Onyedi kilometre çıktık dere boyu. Dereler de çamur akıyor hani. Siz deyin Hes'ten, ben diyeyim önceki gece yağmur yağmış, ondan...Siyah anlamına gelen 'melas' sözcüğünden türeyen Sümela Manastırı, bin 150  metre yüksekte Mela Dağı'nın (Karadağ) kayalarına oyulan, ilginç bir ibadet yeri. Günümüzden bin altıyüz yıl önce inşa edildiği tahmin edilen manastır, yakın zamana değin kaderine terk edilmişti. Kültür Bakanlığı'nın koruma altına alarak müze konumuna getirmesi daha çok yeni. Ve çok daha fazla turistin; incelemek, görmek ve gezmek adına, bölgeye olan ziyareti artırılabilir. Bacasız sanayinin değerini, iyi bilmek gerek....


Ama HES canavarından, ama yağmurdan, dereler çamur akıyor. Türkü tadında sözler de benden: Tarif edilemez yeşillikler / Çamur akıyor dereler / Ben de sevdim o yari / Benden önce, alıp gitmişler!

AYDER İÇİN ÇIKTIK YOLA

Sümela yitti arkamızda, el salladık bir kez. Yolumuz uzun, geceler bizim... Çayeli'ne kadar gelmişsek, Hüsrev'de kuru fasulye yenmez mi? Yenir... Yedik de, ağzımızın tadı kaçmış bizim, yakalayamadık bu kez o nefaseti..

Abit var Urfa'dan, Ali Haydar Malatya'dan, demek ki gerçek çiğ köfte yenir bu akşam. Aylardır çiğ köfte yemedik, ha bire bize bulgur köftesi yediriyor yüzlerce çiğ köfteci dükkanı. Hoş da değil...


Gel de yazma iki satır, hem türkü olsun, hem mani: Durmaz, çalınırsa kemençe / Horon vurulur her yerde / Tanış olmak şart değil / Gönüller şen olur bedende

Ve Ayder yaylası bizim. Hava keskin, saat henüz gece on, ama otelde kaloriferler yanıyor. Yeni otelin katlarına girerken, camiye girer gibi ayakkabıları dışarıda bıraktırıyorlar. Hidayete ereceğiz anlaşılan, ha'di hayırlısı...

Eşyaları öylece atıp, nefes almak için, bizden önce gelen ekip arkadaşlarımızı arıyoruz. Efsane gibi, bir ordalar bir burada... Yollar dik olunca yorulduk, çay içeceğiz biz, daha fazla gezmeden... Minicik bir çay ocağındayız, söz verdim yazacağım. Nasıl yazmam ki, ahşap tükenince(?) kapı da boy olarak kısa gelince, (biz de olsa, kapıyı yerden sıfırlayıp, üstünü açık bırakırlar) şirin dostlarım farklı düşünmüş, kapıyı pencere gibi takıp, altını boş bırakmışlar. Sümela'da altnda korugan çıtası olmayan tahta çitlerin bir benzeri sanki. Ve sanki fıkra gibi, yaşıyoruz...

AYDER GİDİYOR HABERİNİZ OLA!


Ayder, henüz yeşillikler içerisinde. Ancak, yapılaşma inanılmaz derecede özensiz sürüyor.


Doğaya uyum budur. Sevgili kardeşim Oktay, kelini doğal yol ile korumasını biliyor...

O güzelim fotolar yakında anılarda kalacak. Bu kadar yapılaşma, üstelik özensiz, bir o kadar denetimsiz ve düzensiz... Sanırım, ülkeme özgü bir durum bu.

Kırık cam teorisi burada da geçerli olmuş. Bir kişi atmış ya, adım başı her yer çerez kabuğu. İnanılmaz. Çöp tenekeleri sınırlı olunca, ağzına kadar dolu tabiî ki. Bunlar, gecenin bir vakti gördüklerim, eminim yarın daha çok şaşıracağım...

Doğru; yeni denilen özensiz yapılar, doğanın ağzına etmiş. Söylenen o ki; önlem alınacak ve yapılaşmanın önüne geçilecekmiş. Göreceğiz...


Çay ocağının penceresi değil vallahi, kapısı böyle... Tahta yetmemiş anlaşılan. Ama, siz olsanız, yerden başlayıp, üstten bırakmaz mısınız boşluğu? Fıkra değil gerçek bu. Olsun, içtiğimiz çaylar çok hoştu..

Gez babam gez, karnımız acıktı yine. Sabah ta, öğlen de ve de akşam, yeni yiyorsanız eğer, muhlamaya (bazı yörelerde kuymak da deniyor) doyamazsınız. Kaymak veya tereyağ ile mısır unu, su var içinde, bir de yayla peyniri. Ve mutlaka sıcak yenecek...


Ne yalan söyleyeyim, Ayder'de en ilginç konaklama yeri burasıydı benim için, ama bir başka yerde yerimiz ayrılmıştı bir kez.

Lahana çorbası ve dolmasını asla es geçmem; her daim yerim. Mısır ununda ve tavada alabalık, çok hafif ve benim favorim. Taze fasulye turşusunun, az soğan ile ve biraz da acı biberli kavrulmuşu da, bir harika. Yazarken, yine ağzım sulandı valla... Uçurtma'dan Aslı ile iddiaya girmiştim, nasıl vereceğim kiloları, çok merak ediyorum.

KAÇKAR ETEKLERİ


Emsal Türkü diyor ki; Ayder'de geçilmemiş henüz soğuk sulardan / Coşkuyu akıtıyor yeşil dağlar pınardan / Duyulunca kemençeler, uzak değil yakından / Elde değil, vur inlesin ayakların horondan...

Elbette yine pusludur; görüntü vermeyecek hiç birimize. Galer Düzü'nden sonra Aşağı Kavrun ve nihayet Yukarı Kavrun'a varıyoruz. Rakım ikibin 250 ve Rize'nin en büyük yaylası. Garip bir şekilde ev çatıları, çok az eğimli. 'Çok kar olunca, ne yapıyorlar' diye düşündüysem de, asıl sorunun çığ olduğunu, yüksek çatı olduğunda alıp götürdüğünü anlattı dostlar. Doğanın koşullarını iyi bilmek ve ona uyumlu olmak şart, aksi halde yutuyor seni...


Fotoğraf altı yazmaya ne gerek. Yaylanın ortasındaki mesaj zaten çok net!

Kaçkar vermiyor kendini ele, göstermiyor yüzünü işte. Profesyonel fotoğrafçılar kurmuşlar tripotlarını, an bekleyip, güneş denk gelince, basıyorlar arka arkaya deklanşöre...

Rehberimiz Hakan, tipik Karadenizli; fıkır fıkır neşe dolu bir arkadaş. Akşama sürpriz yapacağını öğreniyoruz, çok iyi tulum çaldığını öğrendik çünkü. Doğruuu Abdullah Özcan'ın, büfe/bakkal/kahve/restoran adına ne derseniz deyin, sıcacık mekanına çıkıyoruz. Tavşan kanı çaylar eşliğinde el yapımı poğaçalar; mideler yine bayram yapıyor, kilolar serbest... Olsun, akşama horon vuracağız ya (horon tepme değil, kızıyorlar haaa) yakarız kiloları... Ve bol türkülü akşam dönüşünde, Yukarı Ambarlık'da Ihlamurlar Altında'yız. Abit'ten çiğ köfte, Oğuz'dan beyaz ve kırmızı şarap, Ali Haydar'dan rakı ikramı. Yemeklerin padişahı, gülen yüzünü eksik etmeyen Ömer kardeşimizden, türküler de bizi mest eden Hüseyin'den. Hakan'ın tulum ezgilerini ve hiç tanımadığımız kardeşlerimizle vurduğumuz horon; anlatılacak gibi değil, ancak yaşanırsa anlaşılır...


Boşuna beklemeyin Kaçkar göstermez size yüzünü...


Burası 2 bin 350 metredeki Yukarı Kavrun. Abdullah Özcan'ın da mesajı var Milli Parklar Sit Kurulu'na...


Aylardan Temmuz olabilir, yeşil de kol geziyor; ama gel gör ki kar yığınları daha erimemiş, altından dereler akıyor üstelik...


Ali Haydar yorulmuş, Abit çiğ köfteye dalmış, Hakan'da yöresel türküsünü söylüyor. Az sonra, horon vuracağız hep birlikte


Rehberimiz Hakan, gecemize renk kattı elbette. Horonun yeniden farkına vardık birlikte...

BATUM YOLCUSU KALMASIN


Sarp kapısından kimlik ile geçiş 1 TL olunca, sıra da böyle karmaşıklık normal karşılanıyor.

Keyifli bir kahvaltı sonrasında, Sarp Kapısı'ndayız. Geçiş 1 TL, iyi de, inanılmaz bir keşmekeş hakim sınıra, ne sıra var ne düzen. Güneşin altında bekleyip, Gürcülerin klima edilmiş ortamından, fotomuzun çekilerek giriş yapmamız paradoks aslında. Türkiye mi bu ülkeye finansal yardım yapıyor, yoksa onlar mı bize? Anlamak, mümkün değil...

Batum'a hakim noktada Spustnik Otel'deyiz, sahibi Ordulu bir dost. Tesis çok iyi bir seyir noktasında ve imkanları geniş olsa da, işletmecilik sıfırın altında. Böyle giderse, yakında el değiştirebilir...


İşte size Batum. Ayağımın altında yeşillikler içerisinde Gürcü evleri ve neredeyse denize atlayacağınız yeni yapılaşmalar.

Yeniden geldiğim kentin, değişim içerisinde olduğu aşikar. Sahile doğru yükselen binalar ve arka taraflarda, yeşillikler içerisinde tipik Gürcü evleri. Merkezde, mimari denemeler, geniş yürüme alanları, full kapasiteye ulaşmış plajlar...

Gece hayatı Türkler'in elinde. Pek çok mekana, Türk olduğunuz anlaşılınca, adeta vizesiz giriş yapıyor, el üstünde tutuluyorsunuz. Fuhuş sektörü bile, dilde kolaylık/işte sürüm olsun diye Türkçe bilen Özbek, Azeri, Kırgız, Kazak kızları ile işliyor. Dilim varmıyor ama, gece kulüpleri/diskolar tütün ve alkol kokusuna bulanmış, resmen bir hayvan pazarı... Görmemek mümkün değil, üzülmemek de...


Spustnik'te Gürcü halk oyunlarını yansıtan harika bir heykel çalışması...

BATUM'DAN İSTANBUL'A

Uçmadan önce, ayrıntıları es geçmemek lazım. Karadenizli kadınların yeni derdi Batum kumarhaneleri. 'Rus garularindan kurtarduk, ha bu meret gumar, çok daa fena' sözü doğru olsa gerek. Girdiğim Sheraton Peace Casino içersinde boş masa yoktu da, kazanan hemşehirlimiz de yoktu. Çalışanların tamamı iyi Türkçe konuşuyor, oynayanlar Türk olduğuna göre, müşteri memnuniyeti esas. Öyle değil mi ?... Benzer sahneler, Radisson ve/veya Intourist Otel'de de var...

Ve 100 bin nüfuslu Batum, yaz aylarında 500 bin sınırına dayanan, gelir dağılımında uçurumların olduğu bir dünya. Ön yüzü, sizi aldatmasın, arka mahalleler, 30 yıl önceki Türkiye'nin varoşları... Şu an para getiren adam olarak bilinen Türklere, içten içe gıcık oluyorlar. Özellikle, Gürcü gençler 'kızlarımız için geliyorlar' diye kızgınlar ve bu yüzden kavga hiç eksik olmuyor, çıkmaz sokaklarda...


Bir gün, batıyor yine ve dostlar köprüsünde bir arada dostlar...

İklim her zaman ılıman ya, meyve bol, çay da öyle, gemi yapımı da, petrol rafine işi de. Zaten, önemli bir demiryolunun buluşma noktası Batum: Trans Kafkasya...

Yemek kültürü çok benzer olan kentin, her yerini görme şansınız olmasa da, Batum Devlet Parkı, turistlerin en çok gezdiği, bildiği mekan olarak akla gelecek. Gezi değil, kaçamak için gelenler, ya plajlara serilecek, ya da bir dilberin koynunda uyanmadan önce, kumarhanede mahvolacak. Sonrası, her yalanın üstüne bir yalan daha koyarak, eş/dost sohbetinde, abartılı Batum masalları. Kolay gelsin...

GÜRCİSTAN NEREDE?

Ben biliyorum da, Atatürk Havalimanı alışveriş noktasındaki zibidiler bilmiyor... Elimizde bir sürü sipariş var, eşe dosta karınca kararınca hediye alacağız, çocuklara çikolata. Bazı arkadaşlarımız alacağını alıp gitti. Ben de aldım ve çıktım noktadan, ki arkamda bir gürültü. Bizim Şimşek, kasiyer ile tartışıyor. Kasiyer 'sizin alışveriş hakkınız yok' diyor da başka bir şey demiyor... Gürültüye mağaza müdürü ile bir başka görevli di iştirak etti, nazikçe özür dilediler. İnek, benim çantaya da göz dikti, bu arada dışarıdan Özgür arayıp 'hadi abi araba hazır' diyor ya, vakit yok. Söylemesi ayıp, sinirlenip, bir ağız dolusu laf deyip 'alın lan mallarınızı, verin benim paramı' demek zorunda kaldım. Utanmadan ve sıkılmadan, üstelik özür dileyerek 500 küsur liramı iade ettiler.

Var bu işte bir iğnelik...


Plaja giden meydandaki su oyunları, müziğin ritmine göre ve gece gerçekten çok hoş/tu...

Şimşek, ters adam, yediremez kendine bunu ve daha Antalya'ya uçacak zamanı var. 'Abi siz gidin, ben gerekirse gümrük müdürüne kadar çıkıcam Öğrenmek istiyorum Gürcistan bizim oldu da, benim mi haberim yok' diyor, vedalaşıyoruz...

Feribota varmadan, Şimşek'in telefonu geldi. Kasiyer de, müdür de haksız ve kuralı yanlış biliyorlarmış meğer. Ve meğer, Hopa üzerinden İstanbul transit uçuşu yapanlar içinmiş bu kural. Gürcistan'da konaklayan bizim gibi turistler için değil. 'Ne yaptın' dedim, altta kalmayacağını ifade ederek, bastı kahkahayı :

-    Yanımda müdürün verdiği bir memur ile geldim mağazaya, verdim listeyi o çok bilmiş kasiyere, hepsini tek tek topladı getirdi kasaya...

Bizim listeyi istediyse de Şimşek, gerek yoktu. Haftaya; olmazsa sonraki haftaya uçarız nasıl olsa bir başka diyara... Paylaşmak üzere, sağlıkla...

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.