Binbir Gece Masalları Şehrazat ile yeniden canlandı. Kulaklarımıza ne çok hatıra, ne çok masalımsı anektodlar yerleşti önceki gece.
Herkes bil(e)meyebilir belki ama, konserin son bölümünde, (az sonra diğer bölümlere de geleceğim, önce birkaç hatırayı eklemem lazım) dinleyiciler müziğe bir yerden aşinaydı aslında.
Haksız da değillerdi nitekim.
Çünkü, orta kuşağın çok bildiği iki parçayı daha önce İngilizce olarak dinlemiş ve çok kez tekrarlamışlardı bir zamanlar...
Ne mi diyorum ?
Sıkı durun…
Barış Manço ve Kurtalan Ekspres bundan tam 44 yıl önce 8 Kasım 1980 yılında Emek ve Suadiye Atlantik Sineması’nda tarihi iki konser vermişti.
Sahneye, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’ndan kemanda Kemal Yeşil, fagotta Rafet Kızıl, viyolenselde Ali İhsan Kızılçay ve obuada Celal Aktar da davet edilmişti.
Bu muhteşem klasik izler taşıyan konserde, Rimsky Korsakov’un Şehrazat eseri yorumlanmıştı. Aslında Manço, daha önce bu eseri Susanne olarak da seslendirmişti… (dilerseniz 1981 yılı kaydını ‘Barış Manço Şehrazat (Scheherazade) Rimsky Korsakov’ yazarak youtube üzerinden dinleyebilirsiniz)
Ve önceki akşam Korsakov’un eserini dinlerken, mırıldanmalarımızın nedeni de buydu.
İyi ki yaşadın Korsakov;
İyi ki bize yıllar önce güzel tınılar armağan ettin Manço…
Ve elbette iyi ki varsınız bu konseri Bursalılara kazandıran, emekleri sözcüklerle anlatılamaz bütün dostlar...
RUSLAN ve LUDMİLA
Giriş; Mihail Glinka’nın, Rus şair Aleksandr Puşkin’den Ruslan ile Ludmila şiir yorumuydu .
Glinka, hayatının ikinci büyük operasında, konu olarak Puşkin’in şiirini seçmiş ve bu eser daha çok, Rusya dışında beğeni toplamıştı.
Nitekim; çok parlak ve enerjik olan bu eserden çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Her saniye o enerjiyi hissedip, kendimi bir maden vagonu üzerinde sonsuz hızla giderken düşlemeye başladım.
Öyle güçlü iniş çıkışlar vardı ki; notlarıma ‘bazen uçan halıdayım, bazen de son hız dibe doğru giderken yeniden yükseliyoruz’ yazmışım.
Ve tabii ki yine alkışlar içerisinden ‘bravo’ sesleri…
SOLİST ELİVAR…
Veeee; sahneye davet edilen gecenin solisti, Uludağ Üniversitesi Devlet Konservetuar’nda öğretim üyesi olan Emre Elivar.
Müthiş bir Çaykovski ziyafeti.
Bu gece, adrenalinim sanırım Naci Özgüç’ün şefliğinde Glinka’nın eserinden itibaren yükselmeye başladı. Şimdi de müthiş güçlü bir piyano ile canlanırken kırlarda koşuyordum valla.
Tam yoruldum, sakinledim diyorum yeniden bir yükselme, hızlanma ve sanki her şeye yeniden başlıyorum. Sonra; usul usul üflemeli sazların etkisiyle gelen sıcaklık; hemen ardından iki afacan çocuğun karşılıklı didişmesi…
Evet, çok fazla hızlı değil ama yeterince dinamik.
Üstadlar kadar klasik müzikten anlamıyor olabilirim. Ama; ben oturduğum yerde irkilip canlanırken, Elivar’ın ter içinde kalmasına tanık oldum. Her fırsatta, bileklerini, elini, yüzünü ve tuşlarını silmek zorunda kaldı.
‘Bravo’ sesleri, alkışlarımızla süslenirken, Elivar’a bis yaptırıp, üst üste sahneye davet ettik.
Emre Elivar üçüncü kez sahne alırken, duygulandı ve kendisinde büyük emekleri olan Prof.Dr. Kamuran Gündemir ile geçen yıl Almanya’da hayatını kaybeden ustalık eğitimini aldığı Prof. George Sava için Ay Işığı’nı seslendirdi…
Elivar’ı tempolu alkışlar ile uğurladık…
MASALLAR ve MÜZİĞİN EŞLEŞMESİ…
Bütün masallar yumuşak ve aheste başlamaz mı?
İşte Binbir Gece Masalları temalı Rimsky Korsakov eser başladı.
Meraktayım;
Gökçe Özler’in solo kemanı birden babamı hatırlatıyor.(İyi keman çalar, alt odadan her akşam onun sesiyle eve girerdim. Nur içinde yatsın.)
Ve yine Burç Balcı viyolenseli ile soloya geçti.
Hemen arkasından flüt, fagot üflemeli çalgılar ile Sinbad’ın fantastik maceralarına gidiyoruz.
Asya, Afrika ve Güney denizlerinde geçen seferler ve farklı kültürlerde farklı hikayelerini de biliyoruz Sinbad’ın.
Nitekim, Korsakov aslında sonraki dönemlerde, eserlerinden bölüm adlarını çıkarmış ‘herkes nasıl hissederse’ fikrini sahiplenmiş…
Ve biz yine solo keman ile baş-başayız, konuk solist Senem Çile arp ile devreye giriyor, yan flüt ve belki de fagot ile yavaştan hızlıya geçiyor eser; heyecanlanıyoruz.
Kimimiz Prens Kalender, kimimiz Şehrazat peşinde…
Mırıldanmaları bile hissediyoruz, en azından ben mır mır yapıyor, Barış Mahço’nun Şehrazat’ını söylüyorum :
Come here Sehrazat / We're going away / Forget tomorrow / Enjoy today / Take a magic journey / What a pan pipes play… (Hadi duy/gel Sehrazat / Gidiyoruz / Yarını unut / Bugünün tadını çıkar / Sihirli bir yolculuğa çıkalım / Biz pan flütünün ezgisiyiz…)
Heyecan orta tempoyu biraz geçmeye başladı, yine yükseliyor.
Eski püskü, yırtık bir yelkenli ile üzerinde denizin dalgalarındayım, belki de çoktan güney denizlerine geçtim, hava çok sıcak…
Notlarıma ‘gerilim’ diye aktarmışım o anı.
Meğer gerçekten de Sinbad’ın kadırgası kayalıklara çarpıyor-muş.
Sonunda düğün varmış; eh ona da yetişiriz elbette…
Doyumsuz bir akşam daha yaşadım, emeği olan her dosta ve çalışana gönülden teşekkürler.
Biz de masalın sonuna ne eklenir bilirsiniz :
-Onlar ermiş muradına; biz çıkalım kerevetine…