Bugün 26 Ağustos.
30 Ağustos Büyük Taarruzu anlatacak herşey, 26 Ağustos’u anlatmayla başlar.
26 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Kocatepe'deki yerini alıp, saat 05.00'te yoğun topçu ateşi ile başlattıkları Büyük Taarruz, 18 Eylül’de Yunan Kuvvetlerinin ülkeyi tamamen terk edişine kadar sürmüştür.
Sembolik olarak tarih 30 Ağustos kabul edilmiş ve Zafer Bayramı ilan edilmiştir.
30 Ağustos bir destandır.
Sevr dolayısıyla işgal edilmiş, parçalanmış bir ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağlayan bir destan.
Bu destanı en güzel anlatan eserlerden biri de Nazım Hikmet’in kaleme aldığı ‘Kuvayi Milliye Destanı’dır.
Nazım Hikmet bu destanı 1939 yılında yazmaya başlamış ancak 1941'de tamamlayabilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden bir yıl sonra 1939 yılında destanı yazmaya başlayan Nazım Hikmet, 1938 yılında tutuklanmıştı. O tarihte İstanbul Tevkifhanesi’nde yatmakta olan Nâzım Hikmet, kendisini ziyarete gelen dostlarından Gazi Mustafa Kemal'in Nutuk'unu istedi.
Nutuk’tan yararlanarak destanın yazımına başladı.
Ayrıca dönemin gazetelerini, çeşitli anı kitaplarını ve özellikle de dayısı Ali Fuat Cebesoy’dan aldığı bilgilerle destanın yazımına devam etti. Ardından Çankırı Hapishanesi'ne ve sonra da Bursa Cezaevi'ne sürgün gitti.
Nazım Hikmet sürgün edildiği tüm cezaevlerinde destanı yazmaya devam etti.
1941 yılında Bursa Cezaevi'nde bitirebildiği eserinin adını; “Kuvayı Milliye Destanı” koydu.
Ve eserin sonunda "939 İstanbul Tevkifhanesi, 940 Çankırı Hapishanesi, 941 Bursa Hapishanesi" diye el yazısıyla bir not düştü.
Bu yapıt Türkiye'de ilk kez 1965 yılında "Kurtuluş Savaşı Destanı" adı ile Yön Yayınlarınca yayımlandı.
Daha sonra yine "Kurtuluş Savaşı Destanı" adı ile 1973'te, 1975'te de tekrar yayımlandı.
İlk kez Nazım Hikmet’in koyduğu "Kuvayi Milliye Destanı" adı ile ilk kez Bilgi Yayınlarınca Temmuz 1968'de yayımlandı.
Kurtuluş Savaşı'nı ve dolayısıyla 30 Ağustos’u en iyi anlatan eserdir.

30 Ağustos’u anlamak için, Kuvayi Milliye Destanı’ndan iç içe geçmiş birkaç bölüm.
***
Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk, bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Ekiminde, İzmir 919 Mayısında
Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :
Mayıs ortalarından Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi, yani, arpalar biçilip buğdaya başlanırken yuvarlandılar.
Adana, Antep, Urfa, Maraş düşmüş dövüşüyordu...
Ve kanlı bankerler pazarında memleketi Alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar, düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı devletlere karşı dövüşüyordu
köle olmamak için iki kat soyulmamak için.
Murat Nehri, Canik Dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar Ovası, gördü uzun dişli İngiliz'i.
Ve Aksu'yla Köpsu, Karagöl'le Söğüt Gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan büyük âşık ,
şapkası horoz tüylü, İtalyan'ı gördü.
Ve Çukurova, Seyhan, Ceyhan ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız'ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf, âyân ve ağalar düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp, gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler.
ve köylülerden paşalar görüldü, kara donlu köylülerden.
(…)
Dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık İzmir'de, Aydın'da,
Adana'da dayandık,
dayandık, Urfa'da, Maraş'ta, Antep'te.
(…)
Dağlarda tek, tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam, nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar: «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
***
Daha güzel anlatılamazdı.