SON DAKİKA
Hava Durumu

Kimliklerimiz

Yazının Giriş Tarihi: 27.11.2013 08:33
Yazının Güncellenme Tarihi: 27.11.2013 08:33

Biz kimiz, kendimizi nasıl tanımlıyoruz?

İki dere arasında kalmış, hangi yöne gideceğini bilemeyen kişi ve toplum haline mi geldik. Ya da biz kimiz sorusunu bilinçli olarak sorma gayreti içinde mi olamadık?

Yüzyılların getirdiği cemaatçi kültür içinde birey kendine bu soruyu sormadı mı?

Biz kimiz?

Kimlik birbirine taban tabana zıt iki anlam grubunu aynı anda içeren çelişkili bir kavramdır aslında. Bir yandan aynı olmayı, türdeşliği, benzeşmeyi ifade ederken, (cemaat içerisinde yer almayı) diğer yandan tekliği, özelliği, farklı olmayı ortaya koymaktadır. (bireyselleşmeyi ve özgürleşmeyi içermektedir)

Bu kimlik tanımı 21. Yüzyılın sonlarından başlayarak günümüze kadar farklı bakış açılarına yol açarak tartışmanın odak noktası haline gelmiştir. Postmodern anlayışına bakarsanız, cemaatlerin ve etnisiteye dayalı toplumların ya da toplulukların özgürlüğü önemlidir.

Bir diğer yandan, "Fransız Devrimi" sonucu yurttaşlık bağı içerisinde bireyin özgürleşmesi kimliğin tanınmasında başka bir yol izlemektedir.

Buradan yola çıkarak üzerinde çok tartıştığımız kimlik kelimesi aynı anda hem bağlı olduğumuz topluma ve değerlere bağlılığımızı ve hem de tüm farklılıklarımızı içerme gibi olanaksız bir olguyu bünyesinde barındıran, bu yüzden kimliklerimizi açıklayandan ziyade kafalarımızı karıştıran bir kavram olarak karşımıza çıkmakta. Zihinlerimizdeki karmakarışlıktan yola çıkarak soruyoruz:

Asyalı mıyız, Avrupalı mı?
Alevi miyiz, Sünni mi?
Sağcı mıyız, solcu mu?
Hangi tür müziği seviyoruz?
Nereliyiz?

Yukarıdaki soruları çoğalmak mümkündür. Kimlik benzerlikleri aşıldığında, insanı insan yapan bireysel özellikler genişlediğinde kimliklerimizin farkına varmaya başlarız. Aksi halde bağlı olduğumuz toplum ve cemaat kimliği içine bağlı kalarak kimliğimizi cemaatin içinde eritmeye başlarız.

Ülkemizde, "kimlik" ezici bir çoğunluk tarafından "kimlerdensin", "nerelisin", "hangi mezheptensin", "hangi tarikattasın" gibi anlaşılmaktadır. Bu toprakların uzun, ama insani gelişim bakımından durağan tarihi, kendi başına varlık olarak bireyi oluşturmakta tökezlemiştir.

Bugün Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde toprak reformu yapılsa ve topraksız köylülere topraklar dağıtılsa, köylülerin ne kadarı özgür olarak topraklarını işleyeceklerdir. Ne kadarı gönüllü olarak tekrar eski ilişkilerine döneceklerdir.

Ama şu gerçek ki, büyük çoğunluk cemaat dışı bir var oluşu kavrayamamakta ve böylece uğruna büyük mücadeleler verilmiş özgürlükler alanını hem anlayamamakta, hem de cemaat cenderelerini "özgürlük" olarak içselleştirmektedirler. Bu derin çelişki ve elbette kimlik bunalımı yaşamımızın her anını kuşatmakta, ortaya sayısız çelişki çıkarmaktadır.

Bugün artık ulus devlet anlayışının bittiğini ilan eden bazı liberal aydınlar, 19. Yüzyıl öncesinin cemaat kültürlerinin özgürlüğünü savunur hale gelmektedir. Ulus devletleri modern yurttaşlık bağı ile değil etnisiteye dayanarak açıklama yoluna gitmektedirler. Böylece postmodern anlayıştan yola çıkarak emperyal anlayışa hizmet eden yola taş döşemektedirler.

Karşımıza öylesine ilginç örnekler çıkmaktadır ki, anlamakta zorluk çekmekteyiz. Bir toplulukta erkekler bir yerde yemek yerken bir kadın tek başına yan masada yemek yemeyi içine sindirebilmektedir. Bireysel kültür ve cemaat kültürü kendini en somut biçimce ortaya koymaktadır. Çünkü kimliklerimizi bireysel duruşlarda değil de, cemaat kimliği içinde oluştuğu, oluşmak zorunda kaldığı bir ülkede yaşıyoruz.

Yukarıdaki olayı sorguladığınızda karşınıza şu çıkmaktadır: "Beni sorguladığınız zaman cemaatimi sorgulamış olursunuz, çünkü bizde kimlik bireysel değil kolektiftir."

Kimlik cemaat düzeyinde oluşunca, kabile, aşiret, tarikat vb. dayanışması içinde tamamlayıcısı oluşuyor.

Şimdi soruyu daha farklı yönden sorarsak: Özgür bireysel kimlik değil de, cemaatsel bağ üzerinden toplumsal yapı oluşturursak neyle karşılaşırız? İnsanların ırklarına, dinlerine ya da diğer özelliklerine göre ayrım yaparsak, ayrı mahallelerde oturtmak ortaçağ uygulamasına yol açar.

Buna rağmen kimliklerini yalnızca birey-yurttaş ilişkileri içinde kabul eden çağdaş devlet, bu gibi ayrımlara hem karşıdır hem de bunları önlemekle yükümlüdür. Avrupa Komisyonu bir raporunda Fransa'yı azınlık kavramını yasal olarak kabul etmemekle eleştirdi. Fransa'nın buna yanıtı: "Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Etnik köken, ırk ve din ayrımı yapılamaksızın tüm yurttaşlar yasalar önünde eşittir. Azınlık kavramını kabul etmiyoruz. Herkes yasalar önünde eşittir" oldu.

Şimdi soruyu bir başka biçimden sormanın yeri geldi.

Ülkemizdeki Alevi ve Kürt kökenli yurttaşlarımızı azınlık kavramı içerisine sokmaya çalışanların amacı nedir sizce?

Modern yurttaşlık anlayışını yıkıp yerine cemaat ya da ırk temelinde bir yapılanma daha ileri bir toplumsal yapıyı mı hedefliyor. Yoksa ülkenin bölülmesinin alt yapısını mı oluşturuyor?

Azınlık kavramı 20. Yüzyılda ortaya çıkan bir kavramdır. "Bir devletin çoğunluk nüfusunun dışlama eğiliminde olduğu ırksal, dilsel ya da dinsel cemaat" olarak tanımlanmaktadır. Burada önemli olan çoğunluk tarafından dışlanması belirleyici olmaktadır. Anadolu'da kışkırtmalar olmadığı sürece ne Alevi ne de Kürt yurttaşlarımıza karşı toplumsal bir tepki olmamıştır. Otuz yıla yaklaşan terör ve şiddet bile bunu başaramamıştır.

Aydınlanma hareketinden esinlenerek kurulan modern "Türkiye Cumhuriyeti" bu sorunu temel olarak çözmüştür. Üst kimliğin yurttaşlık bağı içerisinde oluşması, diğer kimliklerin, dinsel ve ırksal kültürlerin alt kültür olarak kalmasını sağlamıştır.

Son yıllarda dinsel ve ırksal azınlık talepleri gelmektedir. İsteklerin karşında devlet yurttaşlık kimliğini daha da güçlendirerek aşabilecektir. Demokratik toplumlarda çoğunluk refleksi yerine demokratik refleksler kabul edilmek zorundadır. Çoğunluk hareketinin "millet egemenliği" diye sunulması zorba ve baskı siteminden başka bir yola çıkmaz.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde KAMER (Kadın Haklarını Koruma Derneği) bir anket düzenlemiş. Namus konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz diye sorulmuş. yüzde 84'ü kadınların cezalandırılmasını savunmuş. Ne ceza verilmeli dendiğinde ise: yüzde 37'si öldürülmeli demiş. Aynı ankette "Namussuzluk nedir?" diye sorulmuş.

Alınan yanıtlar:
Kadının zina yapması,
Kadının bekâretini kaybetmesi
Kadının dedikodulara yol açacak davranışlarda bulunması
Kadının açık gezmesi
Kadının dilinin uzun olması
Kadının erkeklerle konuşması
Kadının yalnız evden dışarı çıkması vb.

Eğer çoğunluk kültürü ve kimlik anlayışı çoğunluk anlayışına uygun hareket edilecekse, ceza kanunları halkın bu görüşleri doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.

Evet, soruyu tekrar sorarsak: Biz kimiz? Nereye bağlıyız. Kendimizi nasıl tanımlıyoruz. Önemli olan çoğunluğun tepkisi değil, demokratik tepkiler önemlidir.

Demokratik kültür birleştirici, hoşgörü toplumunu oluştur.

Demokrasi mi dedik!

Demokrasi, şimdilik kendi borumuzun öttüğü zaman var olduğunu düşündüğümüz aşamadayız.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.