SON DAKİKA
Hava Durumu

Kime, neye kızalım?

Yazının Giriş Tarihi: 29.05.2023 09:24
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.05.2023 09:24

14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde demokrasi yanlıları ile otoriter rejim yanlılarının mücadelesinde otoriter taraf yine kazandı.

Artık onlarca yazı, konuşma, değerlendirme, kızma, suçlama birbirini izleyip gidecektir.

Sandığa gitmeyene kızacağız. Oğan ve İnce’ye kızacağız. Adaylıkta direten Kılıçdaroğlu’na kızacağız. Seçmene kızacağız. Otoriter sistem kuran iktidara kızacağız. Yandaş, candaş denen gazetecilere kızacağız.

Sonuçta aynaya baktığımızda kendimize de kızacağız…

Artık hepimiz bir şeylere kızacağız, öfkeleneceğiz, üzüleceğiz…

İçine düştüğümüz bu kısır döngüden çıkış yolu var mı? 

Nedir?

Nasıl çıkarız?

Bu soruları artık ayyuka çıkacak.

Bana sorarsanız bunların yanıtı çok basit ama bir o kadar da karmaşık.

Aydınlanma felsefesine çok büyük katkı yapan Kant'ın şu özgün ifadesinde karşılığını bulmaktadır; “Kendi aklını kullanma cesaretini göster.''

Bu bağlamda aydınlanma, insanın kendi kusuruyla içine düştüğü erişkin olmama durumundan kurtulması olarak nitelenmektedir.

Yurttaşlarımızın ne kadarı bağımlı olmadan “aklını kullanarak” oy kullandı?

Mustafa Kemal Atatürk 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi çok iyi anlamıştı. Hamleler yaptı. Ama ne ömrü yetti ne de aydınlanmayı sağlayacak entelektüel ortam vardı.

17. ve 18. yüzyıllarda Tanrı, akıl, doğa ve insan kavramlarının yeni bir bileşime ulaşmasıyla ortaya çıkan ve Avrupa'da sanat, felsefe ve siyaset alanlarında devrimci gelişmelere yol açan aydınlanmacı düşünce filiz vermeden boğuldu.

Aydınlanma Çağı aslında kalıplaşmış/durağan din anlayışına karşı akılcılık hareketlerinin artmasını sağlamıştır. İlahi düşünce ve mutlak din devleti anlayışı Aydınlanma Çağı'nda yerini somut ve maddi olgulara bırakmıştır. Oysa günümüz Türkiye’sinde aydınlanmanın kırıntıları Hüda Par ve Yeniden Refah Partisi gibi partilere iyice boğdurulmaya çalışılıyor. Kısacası dinsel dogmaların, batıl inanışların ve akıl dışılıkların insan yaşamından uzaklaştırılması, insana onurluca bir yaşamın kapılarını açan temel hak ve özgürlükler için mücadele sürecine girilmesi, Aydınlanma felsefesi olarak adlandırılmıştır.

Kızmaya, küsmeye, darılmaya gerek yok. Biz daha aydınlanmanın kültürel devrimini başaramadık. Çok değerli bilim insanları, sanatçılar, sinemacılar, edebiyatçılar yetiştirdik. Ama henüz toplumsal zihniyetimizi dönüştürecek erginliğe ulaşamadık.

Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.

İşte sorun burada düğümleniyor. Duygusunu, geleceğini, varlığını hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan “Reis” kavramında bütünleşen tek kişiye teslim etmek ergin olmayan kişiler topluluğu demektir.

Özgürce hiç bir baskı, soru ya da sorgu olmadan kişinin kendini ifade edebilmesini sağlayan ortam olmadan özgürlük ve düşünce özgürlüğü asla olamaz.

Onlar “dinsiz, imansız, bayraksız, terörist, zillet-illet, bozguncu, sürtükler” gibi tanımlamalar yoluyla duygusunu, varlığını bir kişiye teslim edenler için bulunmaz propaganda yöntemidir.

Aydınlanmanın başlangıcını oluşturan İngiliz John Locke (1832-1704) gibi bir düşünürü ne yetiştirebildik ne de anlayabildik. John Locke, insanın eylemlerinin akla göre düzenlenmesini, düşünce özgürlüğünü ve devlete karşı bireyin haklarını savunmuştur. Bizde ise ortaçağ zihniyeti dediğimiz mutlak devlet egemenlik anlayışı hala katı bir biçimde sürmektedir. Aslında demokrasi isteyenler bu mutlak devlet anlayışını aşamadığı için kaybedilmiştir.

Toplum olarak akla, doğaya, insanın mutluluğuna aykırı tüm önyargıları, boş inançları, taassubu aşamadık.

Descartes’e göre; “Aydınlanma insanın aklını kullanarak yaşamasıdır; insanı gelişmekten alıkoyan, bağımlı kılan her durumdan kurtulmaktır aydınlanma. Böyle bir yaşamda insanın dayanağı akıldır.”

Aklını şeyhe, şıha, reise, başbuğa emanet eden, hiçbir soru sormadan yaşayan milyonlara karşı mücadele kolay değildir. Kolay olmadığını da yaşayarak gördük.

Sapare Aude diyor ki. “Bilmeye cesaret et!”

Tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü.

Bütün sorunları başkasının üstüne yıkar ve suçlarsın…

Benim yerime düşünen, karar alan bir yöneticim, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, askerlikte komutanım, işte patronum, okulda karar veren müdürüm oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık.

İşte o kitle hala çoğunluğu oluşturuyor...


 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.