Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 Temel Eser arasında yer alan 'Şeker Portakalı' ile 'Fareler ve İnsanlar' adlı kitaplarının sakıncalı olduğuna ilişkin olarak şikâyetler geldiğini; ancak herhangi bir işlem yapılmadığını ve değişen bir şey olmadığını söyledi.
"Nitekim Fareler ve İnsanlar kitabı hakkında İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, yapılan şikâyeti bize aktarmıştır. Şeker Portakalı ile ilgili de şikâyet okul müdürüne aktarılmış. Okul müdürü öğretmenlerden bilgi aldıktan sonra işlem yapmamış. İzmir'den gelen şikâyet mektubuna biz de herhangi bir işlem yapmamışız."
Tamam, buraya kadar olan işlemler bürokrasinin rutin işlemi diyelim. Asıl üzerinde durulması gereken İzmir Milli Eğitim Müdürü'nün şikâyet konusu olan kitaplar karşısındaki tutum ve değerlendirmeleridir.
İzmir Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakcı, "Fareler ve İnsanlar" kitabı ile ilgili herhangi bir sansür ya da yasaklama olmadığını söylemiş. Ve devam etmiş, "Kitabı okumadım ama o bölümleri okudum. Bir gencin çok da bilmesi gereken önemli bir konu değil diye düşünüyorum" demiş.
Asıl sorun da burada başlıyor. Kimin değer ve inançlarına göre kitapların değerli ve değersiz olduğunu tespit edeceğiz.
Bir İl Milli Eğitim Müdürü düşünün, ilköğretim kurumlarında okutulması gereken bir kitabı okumadığını ifade edebiliyor. Kitap okumayan bir il düzeyindeki en yetkili kişisi; okumadığı gibi, kitaba şöyle bir baktım pek de önemli bilgiler yok; gençler bu kitabı okumasalar da olur diyebiliyor.
Liselerde okutulan 9 ve 10 sınıf ders kitaplarındaki Yunus Emre'nin ilahi şiirinde kısaltmalara gidildiği görülmektedir.
"Kimisi dördünde, kimi beşinde
Kimisinin tacı yoktur başında
Kimi altı, kimi yedi yaşında
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Kimisi bezirgân, kimisi hoca
Ecel şerbetini içmek de güç
Kimi aksakallı, kimi pir koca
Ne söylerler, ne bir haber verirler"
Yine MEB'in hazırladığı 9. sınıf Türk Edebiyatı ders kitabında:
"Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!"
dizelerinin sansürlü olarak yer aldığı Cahit Külebi'nin "Hikaye" şiiri hala makaslı haliyle okutuluyor.
Şiirin bütünü şöyledir:
Hikaye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
Talim Terbiye Kurulu yetkilileri, efendim kısaltma yapmazsak kitaplar şiirle dolar demişler. Ama 9. sınıf ders kitabına Necip Fazıl Kısakürek'in 56 dizeden oluşan "Şehirlerin Dışında" ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 44 dizeden oluşan "Bursa'da Zaman" şiirlerinin çok uzun olmasına rağmen kısaltma yapılmadan alındığı biliniyor.
Kitap yasaklarıyla nam salmış bir toplumuz ve öyle gitmesi içinde yoğun gayret sarf ediyoruz.. Göçebe toplum genleri galiba hala damarlarımızda dolaşıyor. Kılık kıyafette sözde özgürlüğe yelken açarken, kitaplar söz konusu olunca işler birden değişiyor.
Araştırmacı-Yazar Emin Karaca, beş yıllık bir çalışmanın sonucunda Türkiye'de toplatılan , yasaklanan, yargılanan ve cezalandırılan kitapların hikayelerini "Vaaay Kitabın Başına Gelenler!..", adlı kitabında bir araya getirdi. İbretlik bir kitap. Herkesin okumasında yarar var.
Kitabın toplumda yarattığı görüntüye ibretlik bir örnek: ODTÜ olayları sonrası gözaltına alınan gençleri polisin aynı örgütten olduklarını nasıl anladığını öğreniyoruz. Meğer gençler benzer yazar ve düşünürlerin kitaplarını okuyorlarmış, evlerinden topladıkları kitapları karşılaştırmışlar ve vardıkları sonuç: Bunlar aynı örgütün üyesi olabilirler diye delil bulmuşlar.
Örgüt üyesi binlerce kitap raflarda satılmayı bekliyor.
Kim suçlu kitabı alıp suça karışmak ister ki...