SON DAKİKA
Hava Durumu

Umuda kelepçe

Yazının Giriş Tarihi: 09.07.2023 08:28
Yazının Güncellenme Tarihi: 09.07.2023 08:39

"İçeride Unutulmak" başlığı ile paylaştığım yazının daha mürekkebi kurumadan, maalesef tam da o muhtevaya uyacak bir olay gerçekleşti. TELE1 Genel Yayın Yönetmeni arkadaşımız Merdan Yanardağ tutuklandı. Olaylar, yer ve zaman farklı da olsa, yöntem ve yaşananlar çok tanıdık.

İktidarlar bütün bir toplumu hapsedemeyeceklerini çok iyi bildiklerinden, toplumun umudunu hapsetmeyi tercih ediyorlar.

Bir zamanlar topluma umut olma iddiasıyla hep beraber yola çıkanlarla büyük bir coşkuyu paylaşanların arasındaydık. Zaman zaman renklerimizin farklılığını biraz abartmış olsak da, aslında aynı yolun yoldaşlarıydık. Merdan'la tanışıklığımız da o yıllara rastlar. Cezaevleriyle ilk tanışmamız da o yıllara uzanır. Darbe koşullarıydı, başka ne beklenirdi ki?..

Geçtiğimiz yıllarda üniversite öğrenciliği yıllarımızı, kendi okulumuz özelinde hikâye ederken, birçok arkadaşı da o günlerdeki halleriyle anmaya çalışmıştım. Ama birkaç arkadaşı çok iyi hatırlıyor olmama karşın, bilerek görmezden geldim. Çünkü onlar artık popüler simalardı; sanki sonraki popülaritelerinden kaynaklı olarak yazmışım algısı olurmuş gibi gelmişti. Bu açıklamadan sonra, artık  Merdan'ı da yazmamda bir sakınca yok.

Birinci sınıflar katında, yani Tanilli'nin derslerinin olduğu ve belki bizim için okulun da asıl orası olduğu katta; giriş kapısıyla pencere arasında tam ortalarda, yani sınıfın arkalarında, hafif gülen yüzü ve zekice bakışlarıyla resmetmişim hafızama. Araya yıllar girdi; 1988'lerde "Türk Siyasal Yaşamında Kadro Hareketi" adlı kitabıyla çıkmıştı karşımıza. O yıllarda okumuştum, iyi bir çalışmaydı. Gerisini biliyorsunuz...

80'lerin cunta koşullarının üzerinden 40 yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına karşın; demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü ve hak-hukuk adına pek bir yol almamış olmalıyız ki, sistem yine hapsetmekte buluyor çözümü. Bir farkla ki, o zamanların kalabalıkları da yok artık. Birer, ikişer yolcu ediyoruz dostlarımızı hapishanelere. "Kader utansın!" desem fazla mı arabesk olur?

İşin hukukî boyutunu tartışacak değilim. Zira olayın hukukî olmadığını dost-düşman biliyor. İdeolojik boyutuyla da ortama uymuyor olay. Hele de Merdan Yanardağ'ın ideolojik arka planını yeterince bildiğini düşünen bizler için. Ayrıca, kavramları ve kuramları ifade etmede oldukça hassas olduğunu da çok iyi bildiğimiz birinden söz ediyoruz. Bir hukuk fakültesi derinliğinde olmasa da, okuduğumuz derslerin önemli bir bölümünü hukuk dersleri oluşturuyordu. Bunu da ayrı bir not olarak ifade etmiş olayım. Yani hukukî sınırlarını da iyi bilen birinden söz ediyoruz.

Olayı iktidar açısından politik bir tavır ve tercih olarak görmek için yeterince deney ve tecrübeye sahibiz. Geriye hukukçuların ve mahkemelerin tavrı kalıyor ki, onu da yaşayarak göreceğiz. Şu var ki, benzeri davalarda Anayasa Mahkemesi kararlarına direnen, AHİM kararlarına uymayan savcılara, yargıçlara tanık olduk çok kez. Her şeye rağmen iyimser düşünmek en iyisi...

Aslında her ne kadar medyada muhalif duruşuyla önemli bir siyasal figür olmasına karşın, olaya Merdan Yanardağ olarak bakmak yanıltıcı olacaktır. İktidarın, kontrolü dışındaki medya için ne kadar tahammülsüz olduğunu göz önüne aldığımızda, olayı TELE1'den bağımsız olarak düşünemeyiz. Belki de amaç, asıl olarak muhalif medyayı yok etmek. TELE1 için verilen son cezalar bunun kanıtı gibi.

O gün Çağlayan Adliyesi'nde, tutuklama kararının açıklanmasının ardından, sosyal medya hesabımdan şu notu paylaşmıştım: "Görünen o ki, basın özgürlüğü ve demokrasi savunusu, 'orta yaşın sınırlarını zorlayan' 150-200 kişiye kalıyorsa, daha kat edecek çok yolumuz var, demektir."

Yanlış anlaşılmasın, konuyu hemen gençlere getirecek değilim. Daha onlara varana kadar, "çıkar ilişkisi" anlamında bile düşünsek, sorumluluğu olan muhalif siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve görev alanı itibarıyla barolar vs. var ki, öncelikle onları anmak gerekiyor. "Çıkar ilişkisi" derken, maddi bir çıkardan bahsetmiyorum. En sağdan en sola kadar, iktidar bloku dışındaki oluşumları ve partileri düşündüğümüzde, neredeyse görünebilecekleri bir iki TV kanalı vardı; TELE1 de onlardan biri. Hele de son yıllarda yeni kurulan partiler... Kendilerini ifade edebilmek için bu kanalları kullandılar. Belki de bu sayede "parti" oldular, milletvekili oldular. Basit ahlâkî değerlerle düşünsek bile, size destek olmuş birinin dar gününde yanında olmak, en basit haliyle bir görev,  sorumluluk değil midir?

Olay bu yanıyla başka bir boyut taşıyor. Muhalefet-medya ilişkisini tartışmalıyız belki de asıl olarak.

Konu buraya gelmişken, öncelikle ahlâkî bir çizgi çekmekte yarar var. İktidar cenahındaki savrulmaları ve söylem tutarsızlıklarını, montaj videoları bir yana bırakırsak, konuyu biraz daha daraltmış oluruz. Ortalama insanî, ahlâkî sınırları çok zorlayan birkaç örneği bir kenara ayırmadan muhalefeti tartışmak çok zor.

Hulki Cevizoğlu: "Ait olduğum yerdeyim. Erdoğan eylemsel olarak Atatürkçü" demiş. Şimdi Hulki Cevizoğlu'nun son 20 yıldaki eylem ve söylemlerini bir gözünüzün önüne getirin.  Bu söylediğinin üzerine var mı bir diyeceğiniz?

Abdullatif Şener için ne demeli? AKP'li yıllarının ardından, 15 yılı aşkın bir süredir muhalif kanallarda gece gündüz konuştu. Hatta öylesine bir güven verdi ki, geçtiğimiz yıllarda CHP'den millevekili bile oldu. Hani biraz daha zorlasa, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı bile olabilirdi, ama son seçimlerde ne olduysa, son büyük dönüşünü yaparak, ahlâkî yargılarımızı ters-yüz etti. Unutmaya çalışarak onu da bir kenara koyalım.

Bir de "Teğmen Çelebi" mevzuu var. Hani neredeyse kısa ömrümüzde "buna da şahit olmasaydık" dedirten cinsten dönüşler. Seni bir kumpas davasıyla içeri atmışlar. Bugün küfrettiklerin sana siper olmuş ve belki de o kampanyalar sayesinde kurtulmuşsun oralardan. CHP, milletvekilliği ile onurlandırılmışsın üstelik. Yeri gelmişken; öylesi günlerimizde bize bir iyiliği dokunmuş, bir çay, bir yemek ısmarlamış dostlarımızı anarken, bugün bile gözlerimiz buğulanıyor Çelebi bey, bunu da bilmiş ol! Sonrasında partide üst düzey yönetici bile olmuşsun. O yaşta istikbal adına hiçte yabana atılacak kariyerler değil. Ama bir sabah kalkıyorsun ki, iktidara ne büyük haksızlık etmişsin şimdiye kadar! Alıp bohçanı atlayıveriyorsun duvarın öbür tarafına. Dünyada cennete kavuşmak böyle bir şey olmalı! Merdan'a o canhıraş ilk tepkiyi verenlerden olmasan belki de bunlar hiç gelmezdi aklıma...

Gelelim Muharrem İnce'ye... CHP milletvekilliğinden, parti yöneticiliğine ve CHP'den cumhurbaşkanı adaylığına uzanan bir serüvenden, parti kurmaya ve muhalefetin kaybetmesine vesile olacak bir adaylık iddiasına uzanan bir süreç... Bu adaylık iddiasını sadece bir "ego" ile açıklamak herhalde çok masum ve naif bir yorum olur. Olayın aslını bir gün tarih yazar da, olayı ahlâkî olarak nereye koyacağız?

Gerçi daha buralara gelmeden yıllar önce Mustafa Balbay'ın hiç de iyi bir vefa örneği olmayan tutumu için de çok şaşırmıştık. "Ergenekon" sürecinde hapis yatarken, CHP milletvekili yapılmıştı hani. Sonrasında da olayı genel başkanlık adaylığına kadar götürmesini anlayamamıştık. Neyse ki, daha ileriye taşımadı da, unuttuk olanları zamanla.

Meral Akşener'in 6'lı masadan kalkıp, tekrar geri dönerek muhalefetin seçim kaybetmesine neden olduğu, gerçeğini de neredeyse unutmuşken, seçim sonrasındaki manevralarına ne demeli? "Bir daha 'bu yanlışı' yapmam," diyor, özet olarak. "Yanlış" CHP ile bu seçimde ve daha öncesindeki ortak muhalif tavrı kastediyor olmalı. Ee, ne yapacaktınız? AKP'nin, MHP'nin ya da Sinan Oğan'ın yaptığını mı yapacaktınız? Eğer onlar o işi çok iyi yapıyorlarsa, size ihtiyaç yok ki... Muhalefet adına ne yapacaksınız, siz onu söyleyin?

...ve seçimlere muhalefet ittifakıyla giren diğer partiler: DEVA, GELECEK, SAADET, DP...

CHP'den aldığınız milletvekillerinin rehavetiyle, muhalefetin keyfini mi çıkaracaksınız? Yanlış anlaşılmasın; "CHP, ittifak partilerine neden bu kadar milletvekili kontenjanı verdi?" diyenlerden değilim. CHP'nin 20-30 milletvekili daha olsaydı ne fark ederdi? Ya da bir başka partinin üç yerine, onüç milletvekili olsa, daha mı çok sesi çıkardı? Artık oralarda işler öyle yürümüyor. Muhalefet olarak; ya 301 milletvekiliniz olacak ya da yüzde 50+1'i bulacaksınız, gerisi hikâye.

Bence tüm bunlardan daha önemlisi, partilerin somut olaylar karşısında kararlı, onurlu, halkta karşılığı olan, net bir politika ortaya koyabilmeleridir. Kılıçdaroğlu'nun "Adalet Yürüyüşü" CHP'nin muhalefet adına ortaya koyduğu birçok tavırdan daha etkili değil miydi? Yeterince işlenememiş olmasına rağmen...

Tüm bunları neden anlatıyorum?

Seçim sürecinin, muhalefet partileri adına en temel sorunlarından biri, kendilerini ifade edebilecek alanların alabildiğine sınırlı olması değil miydi? Topu topu bir iki TV kanalı dışında bu alan muhalefete tümüyle kapalıydı. TELE1  ve Merdan Yanardağ, basın özgürlü adına da olsa; politik, muhalif bir refleksle de olsa, bu kesimlere ciddi bir alan açtı. "Seçim bitti, köşemize çekildik, bir başka seçime Allah kerim!" mi diyorsunuz? Politika öyle bir şey değil ki; her özel olay, toplumda karşılığı olan her politik gelişme bir mücadele alanı değil mi aynı zamanda? Milyonları içine alan "Gezi Direnişi"nin kaynağı, toplumun tepkilerine inat, "üç beş ağacın kesilmesi" değil miydi bir bakıma?

Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, hak-hukuk savunusu bir yana, seçim sürecinin itilip kakılmışlığında, kendilerini ifade edebildikleri bir kanal olarak TELE1 ve o kanalın yöneticisi olarak da Merdan Yanardağ için, insanî ve ahlâkî olarak bir sorumluluğu yok muydu bu partilerin?

Geçelim sorumluluğu, neredeyse en başta Meral Akşener çıktı elinde kelepçe ve zincirle... Eğer sonuç bu ise, muhalefet bir yanılsama mı? Dönüp, insanlara ne anlatacaksınız? Yoksa, Merdan Yanardağ'ın ideolojik duruşuna mı takıldınız? Yani, yine en başa mı döndük; hani oraları çoktan geçmiştik?...

Neyse, kırıp dökmeyelim; en sağdan en sola kadar, genel konularda bir ortak tavır oluşturabilmek için çok emek verildi. En azından ona saygı duymalı emek verenler. Politika, belki de hayat, bazen sadece "o an" nerede durduğunuzdur. Bunu unutmamalı.

Gelinen sürece ekonomik, sosyal, siyasal olarak baktığımızda; klasik deyişle söylersek, "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!" İktidar açısından havada uçuşan zam sağanağına ve vergi paketlerine baktığımızda, artık çok şeyin eski yöntemlerle altından kalkılamayacağı ortada. Düşük emekli maaşı ve düşük asgarî ücrete karşılık, sınırsız zamlar... Biz bu süreci 1980 "24 Ocak Kararları"ndan ya da 2001 krizinin Kemal Derviş politikalarından çok iyi biliyoruz: Toplumun, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın ve tümüyle muhalefetin baskı altına alınması. Zira bu kadar ağır bir faturanın tahsilinin, başka bir yolu görünmüyor. Belki de Merdan Yanardağ ve TELE1 Uygulamaları bunun ilk örnekleri olarak önümüze çıktı.

Eğer hala bir muhalefet varsa ya da olacaksa, galiba asıl görev şimdi başlıyor. Olup biten her şeyi kendilerine iş edinip, ona uygun çözümler üretmek zorundalar. Topluma "umut" olmanın yolu, ona önderlik etmekten geçiyor.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.