Pandeminin tüm ağırlığı ile insanlığın üzerine çöktüğü günlerdi. Hepimiz için zor günler... Biz henüz ne olduğunu, ne yapmamız gerektiğini anlamaya çalışırken, bir yakınımızın, bir dostumuzun ölüm haberini alır olmuştuk. Okul arkadaşımız, değerli dostum Mehmet Ali Kayserilioğlu'nun ölüm haberi de böylesi bir anda geldi. Sokağa çıkmanın bile izne tâbi olduğu günler... Arkadaşımızın tabutuna omuz verememenin, bir karanfil koyamamanın çaresizliğinde kahrolduk. Gün boyu dolanıp durdum evimizin salonunda, balkonunda...
"Arkadaşımız Mehmet Ali Kayserilioğlu'nun anısına saygıyla" başlığı ile ilk kez o günlerde bir yazı paylaşmıştım "Siyasal Kardeşliği" grubumuzda. Gün oldu "Kısa Hayatların Uzun Hikâyeleri" kitabımda da yer aldı bu yazı. O günkü çaresizliğimize, elden bir şey gelememesine bir çözüm olmasını umut etmiştim, onu arzulamıştım. Bence bize iyi geldi o yazı. Arkadaşımızla paylaştığımız güzel günleri anmak, dostluğumuzu hafızalarımızda güncellemek... Ne de olsa hatırlamak yaşatmaktı bir anlamda...
Arkadaşımız Merdan Yanardağ'a bir kere daha cezaevi yolunun açılmasıyla yine aynı çaresizliği yaşadık. Bir anda olup bitti her şey. Olmayacak şey değildi, hiç hesapta olmayan değildi ülkemizin gazetecileri, yazarları, aydınları için. Ama gönül de kabul etmek istemiyor; olmamalı, diyor. Evet, olmamalı, ama oluyor işte... Ülkemizin her döneminin hiç bitmeyen bir döngüsüdür bu: Düşünce suçu ve siyasal tutsaklık... Artık iktidarın hiçbir muhalefete tahammülü yok ya o da ayrı konu... Merdan'ın tutukluluğunun gerekçesi her ne kadar "Casusluk" olsa da bunun pek de iler tutar bir tarafının olmadığı ortada. En azından bizim gözümüzde durum bu. Konu tamamen, siyasal olarak Merdan'ın durduğu yerle ilgili, bunu bilmeyen yok.

"...
Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe"
-H. Hüseyin Korkmazgil-
İnsanlık tarihi kadar eski bir hesaplaşmanın tarafı olmak...
Cezaevinin, siyasal tutsaklığın başladığı yer tam da bu olmalı.
Daha baştan söylediğim gibi, konu çok eskilere uzanıyor. Eşitsizliğin, haksızlığın, hukuksuzluğun, sömürünün karşısında olmak... Yönetenle yönetilen arasındaki, çalışanla mülk sahibi arasındaki o büyük kavganın tarafı olmak... Devletin ortaya çıkışıyla mı başlamalı? Ya da özel mülkiyetin, sömürünün?... Nereden başlansa netameli bir iş. Ama konu asıl olarak sizin durduğunuz yerde düğümleniyor. İtiraz etmekle başlıyor her şey. İtirazı sevmiyor yönetenler; bunu biliyoruz da insan olmak da böyle bir şey, yeri geldiğinde itiraz ediyor. Bildiğini, inandığını söylemeden, yazmadan edemiyor. Her şeyden önce de bunun bedelinin işkenceler, baskılar, cezaevleri olmasına itiraz ediyor düşünenler, yazanlar.
Bu ülkenin gençlerinin, aydınlarının yazgısıdır bu: O hiç bitmeyen karanlığa, haksızlığa karşı çıkmak ve onun ağır bedelleriyle yüzleşmek... Bugün olup bitenler de bundan farklı bir şey değil. Biliyoruz, biliyoruz da ama her seferinde de şaşırmadan edemiyoruz. Belki de sıranın bize, bir yakınımıza gelmesine şaşırıyoruz.
Bakmayın siz iktidardakilerin yeri geldiğinde Nâzım'dan, Sabahattin Ali'den şiirler okuduklarına; o, onların hiç bitmeyen ikiyüzlülükleridir. O şiirleri okurlar, o hikâyeleri anlatırlar toplum önünde. Eşitlik, özgürlük, demokrasi adına kendilerine bir alan açma telaşıyla... Kendileriyle, durdukları yerle çelişiyor oldukları gerçeği hiç önemli değildir.
Korku, onunla yüzleşene kadar "korku"dur. Ya sürekli korkulacak ya da yüzleşilecek. İşkencenin, "beklemek" olduğunu düşünmüşümdür; cezaevi de öyle, dışarıdakiler için daha korkunçtur hep. 1970'lerin gençlik önderlerinden Bülent Uluer'in bir sözünü okumuştum: "Savaştan kim korkuyorsa saklanacağı yer yine savaş meydanıdır," gibi bir söz. Düzenin, iktidarın muhalifleri için bugün olan biten de bundan farklı bir şey değil. Kaçacak yer yoktur. Maalesef Merdan da kaçamadı, kaçmadı bu sondan.
İşte cezaevinin başladığı yer de burası oluyor.
Koca koca insanların, koca koca insanlara düşüncelerinden, mevcut düzene itirazlarından dolayı "suç" üretmesi pek akıl alır bir şey olmasa da gerçek budur. Çok yazık!
Merdan'ın bir gün alınıp götürülmesini anlamaya çalışsak bile, daha tutuklanma işlemi bile gerçekleşmeden, yöneticisi olduğu bir medya kanalına, TELE 1'e el konulmasına ne demeli?
Anayasa Mahkemesi'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına rağmen yılladır cezaevlerinde tutulanlar... Bir çırpıda onlarca isim sayabiliriz.
Cezaevlerinde "unutmak" yönetenlerin iyi bildiği bir iştir. Ama tutsakların yakınları, dostları için; sevdiklerinden ayrı kaldıkları her gün, her saat büyük ve bitmeyen bir hüzündür, özlemdir, acıdır. Bunu aşmanın tek yolu da hiç unutmamaktır, başka bir yol varsa da ben bilemedim. Dostlar da çaresiz kalıyor bazen; ama bilinsin, biz unutmadık, bir anlamı varsa...
Bizimkisi, yani Merdan Yanardağ'la tanışıklığımız yarım yüzyıla uzanan bir dönemin dostluk ve dayanışma hikâyesidir. 12 Eylül 1980 öncesinin o zor, ama bir o kadar da güzel, umut dolu günlerine uzanan... Şişli Siyasal'daki genç günlerimize... Gururla andığımız ortak yaşam umutlarımızdan, bugünlere... O günlerde ve sonrasında dostluğunu paylaştığımız, gün olup tabutunun ardında öfkeyle, hüzünle yürüdüğümüz güzel arkadaşlarımıza... Hocalarımızı da unutmadan... Gün oldu alkışlarla uğurladık sınıflardan ve gün oldu tabutlarına omuz verdik onların da hüzünle.
O günlerin, dostluk ve yoldaşlık hikâyelerinden, bugünün kardeşlik duygularına... Demem o ki, Merdan'la dostluğumuz da o günlerden bugünlere güzel günlerimizde, zor günlerimizde sınanmıştır çok kez. Bundan önceki kısa cezaevi konukluğunda büyük emekler ve dayanışma duygularıyla besleyip büyüttüğü TELE 1 için elimizden ne gelir, diye düşünmüştük. Bu kez geriye dönüp bakacağı bir şey kalmasın diye, daha baştan, o daha emniyet-adliye koridorlarında iken kanala el koyarak kökten çözme yoluna gittiler. Çözüm olur mu, onu zaman gösterecek.
Daha geçtiğimiz aylarda tahliye olduktan bir gün sonra tekrar tutuklanan ve toplamda 10 yılını hapiste geçiren Avukat Selçuk Kozaağaçlı, bir yazısında, Grup Yorum'un,
"Mahpushane kapısı gülüm, bir elvan geçit/
Gelene açılır, gidene kilit" türküsüne gönderme yaparak, "Ben birkaç kez 'gidene kilit' kısmını açtırmayı başarmış da olsam, hapishaneye girmek, çıkmaktan daha kolay bu aralar," diyor. Bırakıp, tekrar almak; o da bir başka işkence yöntemi olarak, çokça kullanılıyor son zamanlarda. Merdan için de o "kilit" bir gün açıldı hep. Umarız bu kez de en kısa zamanda bir kere daha açılır.
Merdan'ın dokunmuşluğu vardır çoğumuzun hayatına ve hatta bu toplumun duygu dünyasına ses olmuştur çok zaman. Dostlar arasında lâfı olmaz da ona olan minnet borcumuza bir teşekkür olmaya yeter mi bu yazı bilemem, ama sıcak bir dost selamı olarak alıp kabul etmeye değer en azından. Elimizden şimdilik daha fazlası gelmese de dostlarının iyi dileklerini, selamlarını iletmek istedim. Bize ve ona iyi gelmesini umarak. Bir gün tekrar birlikte olacağımız güzel günlerin umudu ve dileğiyle; sevgiler dostum.