SON DAKİKA
Hava Durumu

O çocuklara bir özür  borcumuz var

Yazının Giriş Tarihi: 11.02.2023 13:02
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.02.2023 14:54

"Sesimi duyan var mı?"

Marmara Depreminde duymuştuk bu sözü ilk kez. Enkazların başındaki ekipler sessizlik isteyerek enkaz altındakilere sesleniyordu: "Sesimi duyan var mı?" O günlerin değişmeyen söylemiydi bu. Bu büyük depremde bu sözü bir kez daha duyduk. Bu kez enkaz altındakiler bağırıyordu: "Sesimi duyan var mı?" Bu kez tersten geliyor ses. Afetin büyüklüğü ve müdahalenin yetersizliğinin, insanların çaresizliğinin bir sonucu olarak.

Göçük altında yaşamını yitiren, yaralanan, saatlerce, günlerce aç susuz, uykusuz korkular yaşayan bu ülkenin çocuklarına bir özür borcumuz var. Onlar bu olayın en suçsuz, günahsız ve masum olanları. Bu özür nasıl olacak, neye yarayacak onu bilemem. Ama olmalı. Önce en yetkili makamlardan başlamalı bu özür. Sonra yavaş yavaş daha alttaki yetkililere ve vatandaşlara inmeli. Bu zincirin en sonunda da anne babalar olmalı. Samimi olarak, içimiz acıyarak, hissederek bu özrü dileyemezsek, bilin ki bundan sonra da hiçbir şey değişmeyecek.

Çünkü biz uluscak yönetenlerle bir "rüşvet" ilişkisine girdik. Çocuklarımızın onayını almadan, onlara hiç sormadan. "Buraya bina yapılamaz!" denilen yerlere evler yaptık, nasıl olsa bir gün bir imar affı çıkardı. Öyle de oldu; uygun olmayan yere, uygun olmayan malzemelerle yaptığımız bu binalara gün geldi bir seçim öncesinde imar verildi. Sevindik haliyle, karşılığında da oy verdik. Bu ahlaki olmayan ilişki yıllarca bu haliyle sürüp gitti. Şimdi göçük altından çıkan çocuklarımızın gözünün içine bakarak, bu ilişkiyi itiraf ederek, onlardan özür dileyebilecek bir yönetici var mı? Ya da biz anne babalar olarak, sıradan vatandaşlar olarak bunu yapabilecek miyiz? Bilin ki bunu yapamıyorsak gerisi hikayedir. Eğer öyle ise, biz bu günahı tekrar işleyeceğiz. Döktüğümüz göz yaşları bu ülkeyi yönetenlerin ve bizlerin günahlarını örtmeye yetmeyecektir. Bunu bilelim.

Toplum olarak yönetenlerle girdiğimiz çıkar ilişkisini dürüstçe sorgulayabilecek cesareti, dürüstlüğü ve samimiyeti gösterebildiğimiz gün, hiçbir doğal afet bu kadar yıkıcı olmayacaktır. Kopya çektiğimizi görmezden gelen öğretmeni daha çok sevmek gibi bir şey bu.

"Daha depremin tozu dumanı kalkmadı, şimdi birlik beraberlik zamanı" demeyin. Onu biliyoruz. Bununla, olsa olsa olayı biraz öteleyebilirsiniz, hepsi bu.

Bir toplumsal olaya müdahale ederken çok hızlı organize olan devlet; yangında, depremde bir türlü organize olamıyor. Birkaç saatte, birkaç günde TOMA'ları Türkiye'nin  dört bir yanından İstanbul'a, Ankara'ya ulaştırabilen kurumlar; kurtarma ekiplerini, bir tas çorbayı, battaniyeyi deprem bölgesine çok geç ulaştırabildi.  Günlük yaşamın örgütlenmesinde insanımız çok becerikli ve kanaatkar. Bir biçimiyle yaşamayı beceriyor. Ama bu ölçüde bir felaketin önlenmesinde, aşılmasında daha organize bir sisteme ihtiyaç var. Devletin gücü, olanakları, tecrübesi ve hızlı hareket edebilme kapasitesi bu aşamada ortaya çıkıyor.

Sağ kalanlar çaresizce enkazların tozu dumanı arasına dalarken; elleriyle, avuçlarıyla beton blokları kaldırmaya çalışırken, daha ilk adımda farkediyorlar bu işte bir orantısızlık olduğunu. Bir büyük deprem deneyimini, '99 Marmara depremini  yaşamış bir halkın, bir devletin deneyimi ve tecrübesinin birikimi nerede? Bu kadar çabuk mu unuttuk bir deprem felaketine acil müdahalenin nasıl olması gerektiğini? Her geçen saat tablo daha da ağırlaşıyor.

Hayat dinamik. Mutlaka görünürde bu felaketin enkazları kaldırılacak. Önce geçici barınma merkezleri, basit günlük ihtiyaçların karşılanması bir biçimiyle organize edilecek, ama felaketi yaşamış, yakınlarını kaybetmiş insanların acılarına çözüm olabilmek çok zor. Bunun vicdanî sorumluluğunu kim üstlenecek? Hiç değilse, biraz empati kurabilecek mi yönetenler?

Eski bir AKP milletvekili kadının enkazların tozu dumanı arasında bir büyükşehir belediye başkanının üzerine yürüyerek " İngiliz uşağı, senin ne işin var burada!" diyerek saldırması çok hazin ve düşündürücü  bir tablo olmasının ötesinde, bir kesim tarafından olayın tam olarak hala algılanamamış, kavranamamış olduğunun da bir göstergesi. Çok basit ve manipülatif bir siyasî yaklaşımdan öte bir şey değil bu. Çok yazık! Oysa bu kişi başını kaldırıp etrafındaki enkazlarda çalışan ekiplere bakabilse; Yunanlı, İspanyol, Hollandalı kurtarma ekiplerini görecek. Buna bir itirazı yok, ama muhalif partinin belediye başkanının yardım getirmesine, çalışmalara katılmasına maalesef tahammülü yok. Yıllarca unutulmayacak ibretlik bir görüntü olarak toplumun hafızasına kazınacak bir olay olduğunu düşünüyorum. Böyle insanlar her partide, her ortamda ortaya çıkabilir, bunun üzerinden politika üretmek tabii ki doğru değil, ama asıl vahim olan halâ o partiden ya da iktidardan birilerinin çıkıp, "Böyle saçmalık olmaz, böylesi bir tavrı onaylamıyoruz" dememiş olması değil mi?

Kuşkusuz bir doğal afetin siyasete konu edilmesi doğru değil, ama Kılıçdaroğlu'nun da dediği gibi olay baştan sona "siyasidir."  21 yılda iktidar en çok inşaat işlerindeki başarılarıyla övündü. Neredeyse Kazakistan'dan Libya'ya, Katar'a kadar bir çok ülkeye inşaat "ihraç" eder olduk. Hal böyle iken kendi evlerimizi yapamamış olmamıza ne demeli? Daha birkaç yıllık binaların enkaza dönüşmüş olması nasıl bir çelişkidir? Hadi yolları geçtik de, bir havaalanının boydan boya yarılması nasıl bir şey? "O fayın orada işi ne?" diyemeyeceğimize göre, o havaalanının orada işi ne? Oradan fay geçtiğini söyleyen bir yer bilimci olmadı mı hiç? Bunların hepsi ve daha fazlası gelecek günlerde çok konuşulacak. Şu liyakat konusu düşündüğümüzden daha mı vahim?

Soruları çoğaltabiliriz, ama neye yarayacak? Eğer yaşam devam edecekse, temel sorun afet bölgesindeki günlük hayatın örgütlenmesi en temel ve acil zorunluluktur. Enkaza uzanan her bir el ve oradaki insanların çaresizliğine uzanan her bir tas çorba ve bir battaniye; hava, su kadar değerli. Uzanan bu ellerin kimliğini, kurumlarını sorgulamak kimsenin hakkı ve haddi olamaz.  Olayın gördüğümüzden ve düşündüğümüzden çok daha büyük olduğunu söylemek zor değil. Yönetenlerin de bu bilinç ve sorumluluğu taşımaları en hafif deyimiyle bir zorunluluktur. Yaptıklarının değil, yapamadıklarının sorumluluğunu yüreğinde hisseden mütevazı yöneticilere ihtiyaç var. Hiç değilse, bugün bunu becebilsinler. Uzun yılların getirdiği alışkanlıkla, iktidar refleks olarak kendi dışındakileri suçluyor. Hatta parmak sallıyor. Bu felaketin boyutlarını, olayın büyüklüğünü ve niteliğini de unutarak. Günler, aylar sürecek geçiş sürecinin sorunları, çözüm yolları ve rehabilitasyon süreci konuşulmadan TOKİ'ye geçiverdik. Bu da sorgulanacak bir başka konu.

23 Nisan seremonilerini çağrıştıran deprem tatbikatlarıyla bu felaketlere hazırlanamayacağımızı bir kere daha gördük. Penguenler gibi yan yana dizilsek bile, çok az insanın sığabileceği toplanma alanlarının çoğunun kullanılamaz hale geldiğini de görerek tecrübe etmiş olduk bir kez daha.

Marmara depreminden önceki yıllarda Yalova'dan çok geçtim. Cıvıl cıvıl bir kentti. Bazen, sadece bir çay içmek için bile şehir içine girerdik. Depremden sonraki ilk geçişimizde yine şehir içine girdik. Enkazlar kalkmış, kaldırımlar tamir edilmiş, görünürde  depremin izleri önemli ölçüde silinmişti. Ama şehrin ruhu, canlılığı artık yoktu; insanlarla göz göze gelmek bile insanın içini acıtıyordu, işin bu yanı yıllar alacak bir sorun.

Ne yazık ki, birkaç gün sonra enkaz altındakilerden umutlar azaldıkça, olayın büyüklüğünü ve yakıcılığını daha yakından hissedeceğiz. Belki de asıl büyük yüzleşme o zaman olacak. Bir yanda kaybedilen yakınların acıları; diğer yanda geride kalan çocukların, hastaların, sakatların barınması, beslenmesi... Yaşamak için temel ihtiyaçların belli bir düzen içinde organize edilmesinin yanında, insanların acılarıyla baş edebilmesi için yapılması gerekenler de ayrı bir sorun olarak ortada duruyor.

Marmara depreminden sonraki günlerde depremin tozu dumanı kalkınca, deprem  uzmanlarının yanında, bir de psikolog, psikiyatrist ve toplum bilimcileri de görmüştük ekranlarda. Yaşanan acılarla nasıl baş edilebileceğini anlattılar günlerce, aylarca. Hangi söylem, hangi uzman bu acıya bir derman olabilir? Çok zor, ama kalanlar için yaşam devam edecek, başka da bir yolu yok.

Olan bitenle ilgili olarak kimsenin hukuk önünde hesap vereceğini düşünmüyoruz, öylesi bir beklentimiz de yok. -Bu hesabın verilmesinin gereğine çok inansak da.- Zira bizim ülkemizde böyle bir alışkanlık yok. Ama hiç değilse yönetenler, egolarını bir kenara koyup, başkalarına sorumluluk yükleme huyundan da vazgeçerek; depremzedelerin, halkın duygularını anlamaya çalışsalar daha iyi olacak gibi.

Hiç değilse biraz anlayış, biraz empati lütfen!

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.