SON DAKİKA
Hava Durumu

"Kutuplaştırma" nereye kadar?

Yazının Giriş Tarihi: 28.02.2023 23:46
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.02.2023 23:46

İnsanlığın en büyük erdemlerinden biri birlikte yaşamı evrensel kurallara bağlayarak ortak yaşamı örgütleyebilmiş olmasıdır. Devlet oluşumunun ilk nüvelerinin ortaya çıktığı ilkel toplumlara kadar götürebiliriz konuyu. Her şey hukuka ve onun kurallarına uygun olacak, aksi yönetim krizine kadar giden bir kaos olacaktır. Hele de günümüzün modern toplum dünyasında her şey yasalara ve toplumsal kurallara uygun olarak yaşanmaya çalışılırken.

Ak Parti (Onların kendini tanımladığı gibi yazıyorum.) yıllar önce "mağdur" söylemiyle politika üretmeye başlamıştı. Yıllar içinde o mağdurluk "mağrur"a dönüştü. Bunu sadece siyasî söylem anlamında ifade edersek eksik olur. 20 yılı aşan kesintisiz bir iktidar süreci "Tek Parti" dönemi hariç, kimseye kısmet olmadı. Elbette iktidar bunun farkında ve kendine göre dizayn ettiği sistemin tüm maddî, manevi, hukuksal vb. olanaklarını sonuna kadar kullanıyor. Bunu kullanırken de kendine yeni hareket alanları yaratıyor.

Geldiğimiz noktada artık yeni bir siyaset üretememenin bir sonucu olarak ya da mevcut potansiyelini her koşulda canlı tutabilmek için, toplumu ayrıştırıcı bir politika izliyor. Eğer başarı seçim kazanmaksa, bu politika şimdiye kadar fazlasıyla işe yaradı. Dolayısıyla seçimlere doğru gidilen bu süreçte aynı politika en keskin biçimiyle bir kez daha sahneleniyor. Aynı sonucun alınabileceği kuşkulu olsa da, en azından mevcudun korunması amaçlanıyor gibi. Gerisi de zamana bırakılıyor.

Deprem felaketiyle birlikte toplumda oluşan inanılmaz dayanışma duygusu ve afetzedelere uzanan tüm ellerin toplumda karşılık bulması iktidarın kutuplaştırma siyasetini sarsmış görünüyor. Bu da iktidar yandaşı politikacıları, trolleri daha hırçın bir tavra yöneltiyor. Muhalefet belediyelerinin ve bazı özel kuruluşların yardım ulaştırmadaki gayretleri ve başarıları neredeyse engellenmeye çalışılıyor. Belediyelerin ve başka kuruluşların gönderdiği yardım tırlarının üzerindeki pankartların değiştirilerek, en azından valilik pankartlarının asılması gayretleri, çaresizliğin dip noktası olarak hafızalara kazındı.

"Kutuplaştırma"dan siyaset üretmek kolay, ama ayıplı bir yöntem. Seçtiğiniz kavramların ve değerlerin hiçbiri sadece size ait ya da sizin yarattığınız kavramlar ve değerler değil. Bayrak, vatan, millet, ezan, Kur'an gibi birçok dini ve millî kavramı en hamasi söylemlerle  ve en hoyrat biçimde kullanabiliyorsunuz. Bunun ahlâkî ve dinî olarak kabul edilebilir bir yanı yok. Buna hiç kimsenin hakkı ve haddi olmamalı. Aslında toplum da buna izin vermemeli, diyeceğim ama, maalesef öyle olmuyor. O kavramlarla yapılan siyaset daha kolay alıcı bulabiliyor. Dolayısıyla popülist siyaset pazarlayıcıları çoğu zaman bunu kullanmakta bir sakınca görmüyorlar.

Konu bu kavramların kullanılmasıyla kalsa, belki bir yere kadar verilen zararı tolere edebiliriz. Ama öyle olmuyor; bu söylemler üzerinden toplumsal kutuplaşma da körüklenerek olay bir başka boyuta taşınıyor ki, asıl sorun da orada başlıyor.

Yaşı elverenler hatırlayacaklardır; 1970'ler Türkiye'si bu tür kutuplaşmaların sonucu olarak, çok dramatik olaylara tanıklık etti. Bugünün politikacıları bunları unutmuş olamazlar. Türkçülük, milliyetçilik ekseninde başlayan bu oluşumlar; dağlarda, şehirlerde komando kursları oluşturarak bir kısım gençliği böylesi bir motivasyonla sokağa sürdüler. Giderek faşist gladyo oluşumlarının da bir parçası olarak, kendi düşüncesinde ve inancında olmayan kesimlere karşı açıktan bir kavga başlattılar. Doğal olarak böylesi bir oluşum kendi karşıtını da yarattı. Bir süre sonra hayatın her alanı bu karşıt grupların çatışma arenasına dönüştü. Öyle ki, bu karşıtlığa, çatışmaya öncülük etmiş kişiler ve gruplar bile, bu sürecin kurbanı oldular zamanla. Bugün siyaseti dizayn eden kişiler, gruplar, partiler bunu hiç unutmamalı. Doğası gereği en başta o günün gençleri bedel ödedi öncelikle. Gençlerin bedel ödediği bir yerde anne-babaların bundan payını almamış olması düşünülemez. Yıllarca adı konulmamış bir iç savaşın parçası oldu bütün bir Türkiye halkı. Ardından gelen 12 Eylül cuntası da başka acıların, başka mağduriyetlerin kaynağı oldu.

Bütün bunlar; o günleri yaşayan, yaşayanlardan dinleyen, kitaplardan okuyan, filmlerden izleyenlerin çok iyi bildiği gerçekler. Hal böyle iken, bugünün siyasî aktörlerinin gerilim politikaları üretmesi nasıl bir kolaycılık ve politik körlüktür anlamak zor. Her zaman olduğu gibi en iyi bildiğimizi ve en kolayı tercih ediyoruz belki de; UNUTMAYI.

O dönemleri çok yakından yaşamış ve kendi çapında bedel de ödemiş biri olarak; bir gün uzun denebilecek bir tutukluluğun ardından, altı yıl sonra kasabama, köyüme döndüğümde hiç beklemediğim insanların büyük bir içtenlikle "Geçmiş olsun!"a geldiklerini gördüm şaşarak. Yedi-sekiz yıl önce bir köşebaşında yolumu kesmeyi bile içinden geçirmiş olabilecek bu kişiler için ne düşüneceğimi bilemedim. Bu şaşkınlığımı babama anlattığımda "O dönemler çok geride kaldı, insanlar çoktan unuttu o günleri" demişti. Gerçekten de halk kendiliğinden, düşünerek bu kutuplaşmanın tarafı olmuş değildi. Gün geldi, unuttu o günleri; belki de unutmak istedi. Böylesi yaşanmışlıklar üzerinden olaya baktığımızda, halkın aslında olayın bilincinde olduğunu, ama politikacıların basit siyasî amaçlar uğruna olayı güncel tutması anlaşılır değil maalesef.

Yaşadığımız deprem felaketinde bir kere daha çok açık bir biçimde görüldü ki, halk bu felaketin üzerinden daha saatler bile geçmeden, tüm Türkiye'de büyük bir dayanışma ve yardımlaşma seferberliğine girişti. Her şeyden önce de felakete uğrayanların kimliğini, siyasetini aklından bile geçirmeden, sadece ve sadece insan olma niteliğiyle toplumun olaya sahip çıktığını söylememiz gerçeğin en somut ifadesi olacaktır.

Belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının felakete bir yardım eli uzatma çabalarının bazı iktidar yandaşlarınca görmezden gelinmesi ve hatta yer yer engellenme ya da kendilerince sahiplenme çabalarını anlamak mümkün değil. Kucaklayıcı bir politika ile topluma öncülük edilmesi daha verimli olacakken, yardımlar üzerinden bile kutuplaşma üretilmeye çalışılması sağ duyu sahibi kişilerce anlaşılır bir tutum olmasa gerek.

Siyasetin çok sevdiği söylemle "birlik ve beraberlik" için koşullar bu ölçüde uygunken, bunu olumlu anlamda kullanmak yerine, olaya tekçi bir anlayışla yaklaşarak, iktidarın bu felaket üzerinden bile politik çıkar sağlama çabası, politikasının iflasından başka nedir ki? Toplum, tüm farklılıklarını bir kenara bırakıp büyük bir dayanışma duygusu içinde bir ve bütün olmuşken, iktidarın olayı tümüyle kendi potasında toplamaya çalışması artık geri dönülmez bir politik yola girdiğinin somut göstergesi değil mi? Bu "yol" kutuplaştırma siyasetinin geldiği son nokta olmalı.

Burada muhalefetin bir süredir izlediği "birlik, beraberlik" temalı politikanın uzun yılların birikimlerinden alınan derslerin sonucu olduğunu düşünsek de, her şeyin hızla değişeceğini beklemenin de fazla iyimserlik olacağını düşünüyorum. Ama en azından niyet olarak, eksiklerine rağmen olumlu bir yola girildiğini söyleyebiliriz. Her türlü engelleme ve yok saymaya rağmen, daha geniş toplum kesimlerini sürece dahil edecek bir politik söylem ve çabadan vazgeçilmemeli.

Birleştirici, bütünleştirici ve daha geniş toplum kesimlerini kapsayıcı politikaların er geç karşılık bulacağını beklemek en gerçekçi yol olsa gerek. Bunda ısrar etmekten başka seçeneğimiz yok. Aksi, yanlış çözümlerden medet ummak olacaktır ki, o yollar çok denendi.

İnsanlık, tarih boyunca her türlü insanlık dışı kötülüğü üretmiş olsa da, insanın temel, belirleyici niteliği bu olamaz. Böylesi dönemleri, böylesi insanları olsa olsa toplumların hastalıklı halleri olarak tanımlayabiliriz. Güzel günlere, iyiliğe, güzelliğe olan inancımızı yitirdiğimiz gün; hayat adına, yaşanası bir dünya adına geriye bir şey kalmayacaktır. Hep beraber dostlukla, dayanışmayla umudu büyütmeye!

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.