SON DAKİKA
Hava Durumu

Gökten yıldız mı indirmeli sevgiliye?

Yazının Giriş Tarihi: 08.02.2024 23:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.02.2024 23:54

Nereden çıktı şimdi bu 14 Şubat, Sevgililer Günü?

Boş verin siz St. Valentine'i falan, o uzun hikaye. Evet, biraz dokunaklı, ama artık çok gerilerde kaldı. Hem oradan başlamak şart mıdır? Siz kendi Sevgililer Gününüzü dökün ortaya. Neden "Beşiktaşlı Sevgili"yle başlamış olmayalım anlatmaya mesela?

İki elin birbirine kavuşma serüveni değil mi bütün hikâye?

"Cep tefonu bizim zamanımızda olacaktı..." diye başlamayın. O zaman kim yakacaktı mektubun ucunu? Sizin zamanınızda bu işler zordu, biliyoruz da, becerene bir yolu da varmıştır. Zamanın ruhuna da inanacaksın biraz. Bir düşün, sendeki sabır da şimdiki gençlerde olsa... Kaç ay, kaç yıl baktın karşı evin penceresine, biraz aralanıverecek diye o perde. Hani bir gün perdeyi açıp, aleni saçlarını taramıştı ya, savura savura... Hadi unut bakalım o günü. Belki de hep o anda kaldın biliyor musun? Al sana Sevgililer Günü anısı!

Göksu, kayıklar, Yahya Kemal, Sadabat falan demiyorum; onlar metropol işi, daha şehirlicesi olayın. Hani peşinden yürüyorsun da, mendilini düşürüveriyor yere. Yeldirmesini hafiften savurarak, yana doğru da bir bakış atıyor. Bitiyorsun, zaman duruyor, kim bilir? Böylesi bana da yabancı. O başka bir tarih.

Gerçekten, nereden çıktı bu "Sevgililer Günü?" Daha neredeyse kırk yıl önce üniversite öğrencisiydim İstanbul'da. O yıllarda hiç böylesi bir adetin olmadığını gençlere anlatmak çok zor. "Sizin haberiniz yokmuştur," demeyin. O kadar da değil; hiç değilse, "protesto etmek" için haberimiz olurdu, ona ne diyeceksiniz?! Yaşam ve zaman ilişkisi ne garip!

Dört yıl ne kadar çabuk geçmiş, okul bitiyor. Bir gün karşısına geçip, "Seni seviyorum..." falan. O zamanlarda o iş, o kadar kolay değil. İşe bak, evini bile bilmiyorsun. Son pişmanlık fayda etmiyor; belki karşılaşırım diye, dolan dur koca şehirde. Hadi bakalım, altı ay sonra bir mucize; sokak ortasında karşında. Yine çok güzel, saçlarını düzeltiyor.  Bu kez sesin titrese de, çıkıyorsun karşısına. "Geç kaldın," diyor; gerisini duymuyorsun bile...

Serde siyasal iddialar da olunca, biraz gururlu ve kırıcı mı oldu son ayrılığın? Hani o vapur iskelesinde nereye gittiğini bile söyleyemeden çekip gidişini diyorum. Senin de suçun yok ki, nereden bilecektin birkaç ay sonra o "darbe" belasının geleceğini. Hayatın kendisi zaten yeterince zorken, bu kadar da şanssız mı olur insan?...

"Siyasal iddialar" demişken; ne güzeldi derneklerde, kantinlerde göz göze, diz dize türküler söylemek. Sanki hiç bitmeyecek gibi. En "erotik" türkümüzün "Odam kireç tutmuyor," oluşunu söylemeye ne hacet! O detone sesimizle utana sıkıla da olsa, o türküye eşlik ederken, birbirimizden gözlerimizi kaçırdığımız günler de çok gerilerde kaldı.

Hangi tren istasyonunda, bir el bile sallayamadan öylece bakakaldığınızı da unutun, o tren çoktan gitti, boşverin. Hani yeni sevdalara yelken açılacaktı, ne oldu? Bir köprü başında, elinizde yarım simitle öylece kalakaldığınız gerçeğini de unutun. Hatta simitin yerine bir küçük demet çiçek de koyabilirsiniz. Ne değişir ki, gitti işte! Hem de senin gideceğin yönün tersine. Gideceğin yöne olsa ne olacak, nereye kadar gidecektin peşinden? Elindeki çiçeklere bakıyorsun son kez, bir sürü de para verildi. Çarpıp gitmeli mi yere? Boşver, sen en iyisi yine de denize at! "Geri gelir," derler.

Şart mıdır ilk aşk? Unut artık be dostum! Oradan mı başlayacağız şimdi?

"Şimdi olsa ne yapar eder alırdım gönlünü," demeyin; şimdinizi de biliyoruz! Ne yapardın, beştaş mı alırdın? Paraşütle helikopterden atlarken pankart açsan ne olur? Dizilerde, filmlerde senin ufkunu çok aşan örnekler var. Bırak onları, adamların işi o; para kazanıyorlar, seneryo biliyorsun. Bırak, daha amatör bir şeyler olsun! Yaratıcılığın takdir görecektir, en azından sen öyle sanıyorsun. Yıllar sonra bir dost meclisinde dile gelip, dalgasını geçerse, hoş bir anı olarak düşün. Hezârfen olup, Galata'dan atamazsın ya kendini!..

Çocukluğumda ayna ile güneş ışığı yansıtılırdı sevdiğini söylemek için. "Ayna tutmak," denirdi buna. Yani, o yuvarlak cep aynalarıyla güneş gönderirdin sevgiliye. Ayna tutacaksın da, onu da birileri görmemeli. O da ayrı hikâye. Şimdi ne yapılacak, gökten yıldız mı indirmeli sevdiğini söylemek için?

Bir simit parasıyla çiçek parasını bir araya getiremediğimiz günlerde yok muydu Sevgililer Günü?

Yılmaz Güney'in bir filmindeydi; "Biz de biliriz sevgiliye karanfil almasını, ama açtık, yedik karanfil parasını!" gibi bir pasajdı. Benzer bir dizeyi Nâzım'dan da hatırlıyorum.

Ellili yaşlarda bir gün bir Ermeni arkadaşıma uğramıştım. Kapalıçarşı civarında mıhlayıcılık yapıyor. Bilmeyenler için, takılara taş monte ediyorlar anlayacağınız. Tektaş, beştaş gibi mesela... "Bu taşların ucuzu falan yok mudur?" diye sordum Noray'a. Hani şöyle kazıklanmadan bir tektaş falan? "Halil abi seni tanıyorum," dedi, "sen bu kadar büyük bir suç işlemiş olamazsın!"

Benim için orada bitti bütün macera. Daha ileri gidemedim. Akşama da eve gelip eşime anlattım. Ne anladı bilemem ama, kendi adıma çok ikna edici buldum bu yöntemi.

Aslında en iyisi bir şiir yazmaktır, şiir her zaman iş yapar, ama o da bende yok. Hem bir şeyler karalamış bile olsan, nasıl verilecek o? Ya çok komik, çok acemiceyse yazdığın? Sanki o da bir edebiyat eleştirmeni de... Ama orası belli olmaz, bir gün kendin bile utanırsın yazdığının acemiliğinden.

En olumsuz yerinden görüyorum yine olayı; kırk yılda bir adım yol almaz mı insan?!

Madem yeri geldi, kendi adıma böyle bir denemenin son birkaç dizesini de paylaşıvereyim çaktırmadan. Sevgililer Günü hediyesi olsun sevgiliye!
"...
Sevgiyle bakan gülen gözlerindeki
o son bakışın kaldı yüzümde.
Umut oldu, sevda oldu, yol oldu."

Alın işte, bu da benden!

Beşiktaş minibüs durağında vedalaştığımız o ılık akşamın anısından bu iki dize kaldı geriye. Asırlık çınarlara tüneyen son kuşlar da yerlerini bulmaya çalışırken; son kez geriye dönüp baktığımda, yüzündeki hüzünle karışık özlem miydi Sevgililer Günü mesela?

Belki de Beylerbeyi'ndeki çay bahçesinde avuçlarımı yüzüne bastırdığın andır en mutlu günümüz. O anı hiç unutmamaktır Sevgililer Günü. Neden olmasın?

Sultanahmet Köftecisi'nde köftenin üzerine yenen irmik helvasıdır mutluluk ya da...

Yokluğun varlığa, açlığın tokluğa döndüğü günlerdi; aşktı, sevgiydi, umuttu, sevgiyle gülüşündü yaşamak.

Gün geldi Akdeniz'in kızgın kumlarında, ılık sularında başka dünyaların hayalleri oldu hayat; tatil oldu. Antik kentlerin meraklı gezginleri olduk.

Carettaların sahilinde görünmez olmaktı mutluluk ya da...

Bir hayale sarıldık, umut olduk, sevda olduk, yol olduk.

Daha beraberliğimizin ilk yıllarıydı. "Eskiden uzun yaşamayı daha çok önemserdim; oysa bugün bakıyorum da, birlikte geçirdiğimiz birkaç yılı uzun bir ömre tercih ederdim," demiştin. Benim durduğum yerden bakınca çok hoş görünüyor. Ama, o kadar da olmasın canım, biraz fazla iddialı. Bugün geriye dönüp baktığımda, otuz yılı çoktan geride bırakmışız bile. Umarım o günlerdeki düşüncelerini boşa düşürecek hayal kırıklıkların olmamıştır ya da olduysa da, sen onları çoktan unutmuşsundur. Böylesi daha hoş duruyor!

Çocukluğum, yedi çocuklu küçücük bir ailede geçti. Kavramı bilerek seçtim; evet, kocaman bir hayatla baş etmeye çalışan "küçücük" bir aile. Hayatın tozu dumanı, kiri pası içinde kendine bir yol bulmaya çalışan iki genç insan ve yedi çocuğun ürkek bakışları. Bunca yaşanmışlığa, arbedeye, gün görmüşlüğe rağmen halâ üzerimde derin izleri vardır o ürkekliğin.

Uzunca bir süredir anlattığım hikâyelerde hayatla vedalaşır izlenimi verdiğimin de farkındayım. Bunun yaşlanmakla bir ilgisi var mıdır, bilemem; ama yapmaya çalıştığım vedalaşmaktan çok, hayatla yüzleşmek aslında biraz da. Geride hüzünlü ayrılıklar, kayıplar çok olunca; insanın sesinin tonuna, bakışlarına, duygularına, sevdalarına da karışıyor hüzünler. Aslında, yavaş yavaş olursa vedalaşmakta da bir sorun yok. Yeter ki, geride vedalaşılacak dostlar, arkadaşlar olsun.

Umarım o küçük ailemin bireyleri, kardeşlerim kusura bakmazlar. Onlardan ayrıldıktan sonraki hayatımda çok geniş yeni ailelerim de oldu. Onları da çok sevdiğimi, önemsediğimi söylememe gerek yok. İşte bu sonradan edindiğim dostlarımın yanında benimle birlikte olmaktan mutluluk duyan ve bu birlikteliklere çok şey kattığına inandığım eşime buradan bir kere daha sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.

Gençliğimde bir sevgilinin önünde diz çöküp, bir tektaş sunmak kısmet olmadıysa da, ellisini geçmişken bir gün aklıma gelmiş olması geç kalmış bir çaba gibi görülse de, takdire değer olduğunu en azından ben biliyorum. Bu da böyle biline! Hem şart mıdır ki taş maş?

Söyle bakalım dostum, şimdi ne yapacaksın; gökten yıldız mı indireceksin sevgiliye? Ufkun yeterse o da olur, neden olmasın? Yine de çıtayı o kadar yükseğe koymamalı bana kalırsa.

Tüm güzellikler sizinle olsun. Bir ömür sevgiyle aydınlansın yollarınız. Gerisini boş verin!.. Sevgiyle, umutla...

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.