SON DAKİKA
Hava Durumu

Çanakkale Savaşları bağlamında Doğu-Batı sorunu ve küreselleşme üzerine

Yazının Giriş Tarihi: 16.03.2024 13:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.03.2024 13:07

I. Dünya Savaşı, emperyalist ülkeler arasında var olan sömürge paylaşımı sorununun çözümü için patlak veren ilk büyük savaştı. Savaşan ülkeler arasında yer alan Osmanlı Devleti, aslında kendisi de bir yarı-sömürge durumuna düşmüş ekonomisi, siyasal yönetimi, ordusu ile batı Avrupa devletlerinin zaman zaman birinin, zaman zaman bir diğerinin nüfuzu altına girmiş bir ülkeydi.

Savaşa girildiğinde, ülkede çok açık bir Alman nüfuzu görülüyordu. İttihat ve Terakki (İT) Cemiyeti önderleri en büyük emperyalist güç olan İngiltere'ye karşı Alman nüfuzunu tercih etme zorunluluğu duyarken, aslında bağımsızlığa ve kurtuluşa olan inançsızlıklarını da sergilemiş oluyolardı. Bir yandan Türkçülük politikaları da başlatmış olmalarına rağmen, ulusçuluk olayının 20. Yüzyıl başındaki içeriğini kavrayamamışlardı.

Bu akımın önderlerinden sayılan ve İttihat Terakki üyesi Ziya Gökalp pozitivist görüşleriyle iktidar eliyle faaliyet yürütüp, eklektik tezlerini yayarken; Yusuf Akçura kültürel faaliyetleriyle, İttihat Terakki'den uzak durarak Türkçülüğün daha sağlam bir zeminde yükseleceğini görüyordu. "Türk Yurdu Dergisi" ve " Türk Ocakları" aracılığıyla yürüttüğü faaliyetler Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında semeresini verecektir.

Çanakkale Savaşı'nın sadece Türkiye için değil, dünya için de önemli ve 20. yüzyılın çehresini değiştiren etkileri olmuştur. Bu savaş, 1. Dünya Savaşı'nın en büyük cephesi olmasının yanında, Türk ulusal bağımsızlığının ilk başarı sayfası olarak kendine güven duygusunu geliştirmiş; diğer yanıyla 1917 Ekim Bolşevik Devrimi'nin başarısını etkilemiş, çok farklı bir yönüyle de Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelere kendi uluslaşma süreçleri içinde işlenecek bir motif olarak "Gelibolu"yu armağan etmiştir.

Çanakkale Cephesi I. Dünya Savaşı'nın en önemli cephesi ve coğrafi olarak da Doğu ile Batı'nın karşılaştığı yer oldu. Üçlü İttifak (İngiltere, Fransa, Rusya) ve özellikle İngiltere için emperyalist yayılmanın son büyük lokması olan Osmanlı'yı parçalamak ve bölüşmek "Doğu Sorunu"nun çözümü demekti. Savaşın ana amacı buydu. Müttefik Almanya ise, Osmanlı'nın bir bütün olarak kalmasından yanaydı. Çünkü, emperyalist Almanya geç kapitalistleşmesi nedeniyle sömürgelerden yoksundu. Gerek kapsadığı alan ve gerekse sahip olduğu petrol kaynakları nedeniyle Osmanlı Devleti'nin tümünü istiyordu. Almanya'nın İttihat Terakki ve genel olarak Osmanlı idaresi üzerinde güçlü bir nüfuzu ve denetimi bulunuyordu. Savaştan galip çıkarsa, Osmanlı ülkesini kısa vadede yarı-sömürge, uzun vadede ise, sömürge olarak stratejik hedefine koymuş bulunuyordu.

"Doğu Sorunu"nun çözümü böyle planlanırken, Mehmet Akif ünlü şiirinde "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" dizesiyle aslında Doğu-Batı Sorunu'nu işaret ediyordu. "Medeniyet" sözcüğünden kasıt Batı'dır. Çünkü, o dönemin yargısına göre "Batı" demek, medeniyet (Uygarlık) demek, Doğu ise cehalet, gerilik ve barbarlık demekti. Gerçekten de daha sonraki olayların göstereceği gibi olay bir Doğu-Batı karşılaşması idi. Osmanlı aydınları sorunun tanımını Çanakkale vuruşmaları içinde öğrendiler. İlk Milli Kurtuluş Hareketi olarak, Anadolu İhtilali bunun sonucudur.

Çanakkale saldırısının amacı İstanbul'u tehditti. Başarılı olursa, Osmanlı başkenti düşecek, savaş daha kısa sürecek, Karadeniz de tamamen Üçlü İttifak'ın denetimine geçecekti. Bu durumda Rus Çarlığı'nın gücü pekişmiş ve ortaklarıyla da temas durumuna geçmiş olacaktı. Bu durumda belki de bir iç ayaklanmanın, 1917 Bolşevik Devrimi'nin başarı şansı olamazdı.

Çanakkale çarpışmalarına katılan Britanya ordusuna bağlı askerlerin çoğu Avustralya ve Yeni Zelanda Dominyonları'ndan gelen Anzaklar'dı. Kolay zafer hayalleriyle Çanakkale'ye koşan bu insanlar tam anlamıyla şoka uğradılar. Yaşanan güçlükler, dökülen kanlar öylesine büyüktü ki, bu şok yıllarca sürdü. Avustralya'da önceleri gaziler arasında yapılan Çanakkale (Gallipoli) anmaları, 1970'li yıllardan sonra, yavaş yavaş kitleselleşen anmalara dönüştü ve giderek resmiyet kazandı. Bir başka deyişle, uluslaşmanın ana motifi haline geldi. Avustralya'nın bu pratiğinde, özellikle tarihsel olmayan halklar açısından "Yeni devletlerin 'ulus inşa etme' politikalarında gerçek, popüler bir milliyetçi coşku ile kitle iletişimi, eğitim sistemi, idari düzenlemeler ve benzeri yollarla sistematik ve hatta Makyavelci bir tarzda milliyetçi ideolojinin yaygınlaştırılmasını sıklıkla yan yana görebiliyoruz." ( B. Anderson)

Yeri gelmişken benzeri bir olayın, Sarıkamış faciasının on yıllarca devlet ve askerî cenahta görmezden gelindiğini de ibretlik bir olgu olarak anmak gerekiyor. Son 20-30 yılda, özellikle Birgün Sönmez hocanın gayretleriyle kamunun gündemine taşındığını ve hatta mevsimsel zor hava koşullarına rağmen, kitlesel anmalara dönüştüğünü de söylemiş olalım.

I. Dünya Savaşı sonrasında ülke işgal edildiğinde pek çok aydın bunu kabul edilemez bulmuştu. Kurtuluş yolu aranırken, en iyi siyasal projeyi Mustafa Kemal ortaya koymuştur: Milli iradeye dayalı anti-emperyalist bir savaşım...

TBMM ve onun önderliğinde ortaya konulan Ulusal Kurtuluş projesi tarihte bir ilktir ve arkası da gelecektir. Millet/Milliyetçilik kuramlarında tartışmasız kabul edilen, pazar örgütlenmesine dayalı Batı/Burjuva tarzı milletleşme sürecinden ayrı olarak, emperyalizme karşı savaş ile bir milletin ortaya çıkışının ilk örneği Türk Milli Mücadelesi'yle ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Daha sonra izleyecekleri ekonomik programları farklılıklar taşısa da, pek çok ülke bu siyasal "icat"ı örnek alacaktır: Çin, Hindistan, Cezayir, Vietnam vb.

Mustafa Kemal'in "zalimler ve kapitalistler dünyası" ve "mazlumlar ve bedbahtlar dünyası" olarak tanımladığı dünya bir ve aynı dünyadır. Ancak, üzerinde maddi ve manevî açıdan iki farklı insan topluluğu yaşamaktadır. Bu iki topluluğun farklılığının maddî yönü, emperyalizm ile sömürge halklar arasındaki çelişkiden; manevi yönü ise, Doğu ile Batı kültürlerinin derin tarihsel-felsefi ayrılığından/başkalığından kaynaklanmaktadır.

Mustafa Kemal'in 20. Yüzyıl başında söylenmiş sözleri, 21. Yüzyıl başındaki dünya için de bir anlam taşıyor. Soğuk Savaş sonrası tek güç merkezli bir hale gelen dünya, ABD emperyalizminin hiç olmadığınca tehdidi altındadır. Askeri saldırgan bir güç olarak ABD ve onun yedeğindeki batı Avrupa ülkeleri, AB ülkeleri adı altında, yüzyıllardır süren sömürü ve teknolojik üstünlüklerinden beslenmiş devasa rakamlara ulaşan finans-kapitalleriyle bu kez tüm dünyayı sonsuza dek Batı'nın (emperyalizmin) malı haline getirecek bir stratejiyi uygulamaya koydu. Adına globalleşme/küreselleşme denilen bu süreç kimilerince adeta güzelleştirilerek sunuldu. Sınırlar kalkacak, neredeyse sınırsız özgürlükler gelecek, zenginleşilecek vs. vs. Küreselleşme sözcük itibariyle karşı çıkılacak bir şey değildir. Doğru, ama kavramın içeriği değil, pratiği ve hedefi önemlidir. Var olan küreselleşme politikaları, bir zamanların Sosyalist Enternasyonalizminin hülyalarını sürece entegre etmiştir.

Samir Amin'e göre Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü üzerinden dünya ticaretine egemen olan ve böylece küreselleşmeyi yönlendiren Batı sistemi, gücünü beş yapı taşından almaktadır: 1. Mükemmel teknolojileri. 2. Küresel para akışını denetlemesi. 3. Yeryüzünün zenginliklerine sahip çıkması. 4. Medya ve iletişim araçlarını kontrol etmesi. 5. Kitle imha silahlarına sahip olması.

Samuel Huntington bir Medeniyetler Çatışması'ndan söz ederken haklıdır. Çünkü, sadece Batı burjuvazisi değil, tüm Batı halkları Doğu halklarından farklı bir tarihsel-kültürel sürecin ürünüdür. Bunu, Batılı nesnel duran aydınlar da saptamaktadırlar. Nobel ödülü sahibi Denis Gabor şu sözüyle durumu gayet iyi özetliyor: "Bizim şimdiki medeniyetimiz maddi açıdan olağanüstü başarılı bir teknolojiye yaslanıyor, ama manevî açıdan pratik olarak yaslanacağı hiçbir şey yok."

Aynı şekilde Norman Daniel, Avrupa'nın Doğu ile rekabetini inceleyen çalışmasında "dinsel üstünlük" konusunu vurgulayarak; "Yeni üstünlük fikri teknolojilerden ve hükümet tekniklerinden kaynaklandı, ama Hıristiyan üstünlüğü inancına dönüştü." demektedir.

Olayın genel anlamıyla bir kültür olayı olmaktan çıkarılarak, Neo-Con'ların İslâm bağlamında tüm Doğu'ya bir Hıristiyan saldırısı şeklinde yönelen küresel emperyalist saldırısının da aslında bir "ideolojik-politik sahtekarlık" olduğuna en iyi yanıtı dinler tarihi konusunda bir otorite olan Mircae Eliade'de buluyoruz: "Hristiyan denilen halkların büyük çoğunluğu günümüze kadar tarihten, ona bir olumsuz ya da olumlu tanrı tezahürü anlamını vererek değil, görmezden gelerek veya katlanarak korunmuşlardır."

Çanakkale siperlerinden ölmeye çıkan Osmanlı askerleri vatan bilincine az çok sahiptiler, ama onlar için temel motivasyon hala müslümanlık bilinciydi. "Gavur"u, müslüman olmadıkları ya da Hristiyan oldukları için değil, ülkelerini ellerinden alacakları için düşman olarak görüyorlardı. Ulusal bilinçten çok dinsel motivasyonla hareket etmeleri onların tarihsel geri kalmışlıklarından değil, -ki bu geri kalmışlık yargısı Batı'nın toplumsal süreçlerini veri/olgu olarak kabul etmeye dayanır- Doğulu karekterlerinden kaynaklanır. Oysa, saldırgan emperyalist ülkelerin askerleri Batı karakterini tanımlayan kıyıcılık ve geri halkları kolayca yok etmeye dayalı askerî-teknik üstünlük inancıyla güdülenmişlerdir. Uğradıkları şokun nedeni budur. Yoksul Vietnam halkının, zengin ABD'yi bozguna uğratmasının ve ancak ondan sonradır ki, ABD halkının savaşa karşı çıkmasının içindeki giz Çanakkale Savaşları'ndaki espriyle aynıdır.

Günümüzdeki küreselci emperyalist politikalar kendileri dışındaki ulus-devletleri yok sayarken, kendileri giderek teknik bir merkezileşmeyi uyguluyor. Sanal tehdit algılamaları yaratarak, kendi halklarını aptallaştırıyor ve teknolojik bir faşizmi gönüllü kabul eder hale getiriyor. Finans kapital, kendi halkı üzerindeki egemenliğini nüfuzu altındaki bu "geri" ülkelerde de yerel oligarşiler eliyle yürütüyor. Genellikle tek etnik temele dayalı Batılı emperyalist ülkeler sömürecekleri ülkelelerde demokrasi demagojisiyle etnik-dini mikro-milliyetçilikleri azdırarak klasik sömürgeci politiklarını devam ettiriyorlar.

Artık emperyalizm ulus-devletler aşamasını bitirerek, topyekün dünya egemenliğine geçmenin stratejik planlarını uyguluyor. Onlar için doğru olabilir: Artık ulus, finans-kapital için gereksizdir; hatta ayak bağıdır. Oysa Doğu'da hâlâ uluslar vardır ve dünya tek olmamıştır. Einstein'in dediği gibi "Bu dünya ya tek olacaktır ya da yok olacaktır." Ama bu tek dünya Batı'nın yani emperyalizmin tek dünyası olamaz; çünkü Doğu'nun yenilemez bir tarihsel gücü vardır.

Ulus-Devlet olgusu sanal ortamda çözülemez.

Küreselci emperyalist saldırı karşısında, ulus-devletlerin bloklaşması ve ittifaklar oluşturması gerekmektedir. Gelinen süreçte ulus-devletlerin konumu bir varlık-yokluk aşamasındadır. Bu saldırıya karşı koyacak halklar ise, Asya halklarıdır; çünkü, tarihsel halklar olarak birikim sahibidirler ve Afrika-Latin Amerika halklarından farklıdırlar. Afrika ve Latin Amerika halkları bir zamandır küresel emperyalizmin gündeminden düşmüş görünmektedir. Asya'nın tarihsel halkları Rusya, Türkiye, İran, Çin, Hindistan halkları ve diğerleri küresel emperyalizm için bir tehdittir. Bu halkların bloklaşması küresel emperyalizmin önünü kesebilecek tek oluşum olarak görünüyor. Aksi taktirde, "Sistemin ilk on yıllarında, sanayide ileri büyük ülkelerin az gelişmiş ülkeler üzerinde bir 'teknolojik emperyalizm' kurması olasıdır. Bu, 'şer İmparatorluğu'na dönüşürse, bir 'evrensel faşizm' doğabilir" (T. Halman)

Son Hamas saldırılarıyla başlayan ve bir anda İsrail önderliğinde emperyalist Batı ülkelerinin Filistin soykırımına dönüşen topyekûn saldırılarıyla bir kere daha çok net olarak görüldü ki, ABD'nin ardından birçok Batı ülkesi olaya dahil olmak için adeta birbiriyle yarıştı. Hem de birçok Avrupa ülkesindeki yoğun tepkilere rağmen.

30 bin insanın yaşamını yitirdiği, 70 binden fazla insanın yaralandığı ve on binlerce insanın yerinden, yurdundan edildiği orantısız bir savaştır bu. Hem de dünyanın gözü önünde. Olayın bu kadar basit ve net olması bile birçok Batı Avrupa devleti için en küçük bir tereddüt oluşturmadı.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.