SON DAKİKA
Hava Durumu

Bir dostla bir romanda karşılaşmak / "Dar Sokak 80"

Yazının Giriş Tarihi: 05.04.2023 00:53
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.04.2023 00:53

"Kuşak" tanımını çok sempatik bulmasam da, genelde bu tanım kullanıldığı için ben de öyle ifade etmiş olayım. 12 Eylül darbe sürecinden ve o sürecin aktörleri olan gençlerden söz ediyorum.

Bu kuşağın hikâyelerinde uzun ayrılıklar, yıllar sonra en olmadık bir yerde ve zamanda tekrar karşılaşmalar aşina olduğumuz olaylardandır. Bir bakmışsınız 70'lerde, 80'lerde ayrılıverdiğiniz çok yakın bir arkadaşınızla bir daha hiç karşılaşmamışsınız. Hem de öyle ayak üstü, birkaç gün sonra tekrar görüşecekmişsiniz gibi bir ayrılıktır bu.

Bu tür örnekleri hep kendimden veriyorum öncelikle; üniversite yıllarında, siyasi ilişkilerden tanıştığımız eşimle sekiz-dokuz yıl sonra bir sinema fuayesinde karşılaşıvermemiz mesela...

Daha geçtiğimiz yaz üniversite yıllarından aynı tarafta olduğumuz okul arkadaşım Arto aradı, Isparta'daymış. Ben de Antalaya'ya yakın bir yerde, köyümdeydim. Atlayıp gittim bir öğle sonrası. Isparta'da bir otelin girişinde buluştuk. Tam 43 yıl sonra! Yolda karşılaşsak tanımazdık birbirimizi. Çok duygusal bir tonda üç saat boyunca durmadan konuştuk. Arto, gençliğinde çok konuşmazdı, şimdi daha konuşkan, desem de çoğunlukla ben konuştum belki de. 1980'den bu yana Fransa'da yaşamış. Fransız eşi hiç Türkçe bilmemesine karşın; dikkatle ve hayretle bizi izliyor. Daha birkaç saat öncesine kadar hayatlarında hiç olmayan bu adamla eşi; zaman zaman gözleri dolarak, boğazı düğümlenerek ne konuşuyor olabilirler? Arada kısa tercümeler olsa da, ona bile tahammülümüz yok gibi. Dışarıdan bakıldığında anlaşılır değil gerçekten. Birbirini çok iyi tanıyan iki kişi, iki dost bir çay bahçesinde, bir kafeteryada birkaç ay ve belki de birkaç yıl sonra karşılaşıvermiş gibi.

Sanıyorum olayın özü, bizim kuşağın yaşadığı dönemin özelliklerinin, sorunlarının önümüze koyduğu bir şey bu. Olağan hayatlarda; filmlerde, romanlarda görebileceğimiz olaylar, karşılaşmalar sıradan yaşanmışlıklar olarak karşımıza çıkıveriyor en olmadık bir yerde.

İşte böyle bir karşılaşmayı son günlerde okuduğum bir romanda yaşadım: "Dar Sokak 80" Osman Çutsay.

Daha romanın ilk sayfalarında kısa yaşamının uzun, dramatik öyküsünü az çok bildiğim, yıllar öncesinden bir arkadaşla yüz yüze geliyorum; İTÜ'lü Necdet'le. Benim için o kadar yakın olmasa da, bazı arkadaşlar için belki de "Bizim Neco."

1977 yılı sonbaharında Kadırga Yurdu'nda kaldığım günlerde tanımıştım ilk kez. Sarışın çocuk yüzü, ağırbaşlı duruşuyla. Öğrenci konseyinde (DGDF) falandı o zamanlar. Karşılaştıkça selamlaşırdık.  '78 yılı, 1 Mayıs hazırlıkları yapılıyor. Kadırga Yurdu'nun bahçesinde hummalı bir çalışma var. Yerlere pankartlar serilmiş, son rötuşları yapılıyor. Gelenler, gidenler; o hareketlilik içinde bir pankartın önünde, her zamanki sessiz, sakin haliyle, elleri cebinde izliyor olan biteni, sanki çok önemli bir şeye karar vermeye çalışır gibi.

O günlerden tam iki yıl sonra, şubat sonu ya da mart ayının ilk günleri, Gayrettepe'de, siyasî şubede bir hücrede karşılaşıyoruz. Alnına kaldırdığı gözbağının izleri var yüzünde. Bursa'dan getirmişler. Benim onunla tanışıyor olabileceğim akıllarına gelmedi belki de, yoksa aynı hücreye koymazlardı. Sanıyorum onların sorgusu bitmişti, birkaç gün kaldık birlikte. Son görüşüm oldu.

Bir süre sonra cezaevinden kaçtığını hatırlıyorum. 1981 yılı sonbaharında Karadeniz dağlarında öldürüldüğü haberini aldığımda da askeri cezaevinde tutukluydum.

Yine Karadeniz dağlarında cesedinin gömüldüğü yer bulunup, kemiklerinin bir mezara taşınması haberi duyulduğunda da aradan tam otuz küsur yıl geçmişti.

İşte 43 yıl sonra bir romanda karşılaştığım Necdet, "benim Necdet'im."

"Dar Sokak" kısacık bir ömrün üç beş ayı.

Kitabı okurken; zaman zaman düşündüğüm gibi, o yıllarda zamanın çok farklı yaşandığını gördüm bir kere daha. Topu topu birkaç aylık, birkaç yıllık zamana o kadar ömürler, o kadar anılar sığmış ki...

Roman, Tükiye'deki "Gezi" günlerinde eşi "Gezi Direnişi"ne katılmak üzere Türkiye'ye giden bir genç adamın, Frankfurt yakınlarındaki küçük bir kasabada, bir kafeteryada 60'lı yaşlardaki bir Türk'le (Fuat'la) tanışmasıyla başlıyor.

Bu karşılaşma, 1970'li yıllarda Ankara'da devrimci mücadele içinde yer almış olan Fuat'ı o yıllardan tanıdığı ve sonrasında 1980 yılının ilk aylarında Frankfurt'ta tekrar karşılaştığı Necdet'le birlikte yaşadığı anılara götürüyor. Asıl olarak da "Dar Sokak"  (Enggasse)'daki evde birlikte kaldıkları günlere...

(Bir not: Necdet'in gerçekte hiç  Almanya'da yaşamadığını, anlatılanların sadece bir roman kurgusu olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?)

Ciddi sağlık sorunları yaşayan ve tekerlekli sandalyeye mahkum olan Fuat, hikayenin bundan sonrasında o sokaktaki üç beş ayın ve yaşamının bir muhasebesini çıkarıyor önümüze. Gençlik yılları, duygusal saplantılar ve hiç unutulmayan eski sevgili, Aysun. Bir de Neco ile birlikte yaşadıkları "Dar Sokak" anıları. Türkiyeli bir işçi ailesinin güzel kızı ile Neco'nun aşkı ve bunu kıskançlıkla izleyen küçük kız kardeş Şenay. Neco'nun küçük "Şeko"su.

Fuat, bir yandan Yeğen Necdet'e (Bu benim tanımım) 33 yıl öncesinin Neco'suna ilişkin hikayeyi anlatırken, bir yandan da hayatının 40 yılını sorguladığı bir iç yolculuğa çıkıyor. Hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçerken, okuyucuyu da kendi yüreğinin sesinde uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Geride bıraktığı devrimci mücadele ve aşk acısının hiç kapanmayan yarasını, "La ölüp gitcez, ahan da hala göğsümüzün orta yerinde kanayıp duruyor," diye ifade ediyor.

Şenay, "Dar Sokak"ın küçük kızı Şeko, 33 yıl sonra çocukluğunun geçtiği sokağı ziyaret ediyor. Çocukluğunun anılarıyla dopdolu, derin hayallere dalıyor. Artık hayatta olmayan babasını, ablasını; çocukluğunun anılarında geniş yer tutan ve derin izler bırakan Neco'yu düşünüyor. Onunla geçirdikleri üç beş ayı. Ablasıyla Neco'nun aşklarını. Neco'nun ölüm haberi geldikten sonraki günleri... Ablasının ve kendinin sonraki hayatlarında, o günlerde yaşananların izleri canlanıyor gözünde. "Sen farklı bir kızsın," demişti Neco. "Büyüyünce çok daha farklı olacaksın. İyi ol Şeko, iyi insan ol. Bu dünyada iyi insan olmak, rütbelerin en yükseği. Onun üstünde bir şey yok."

Şimdilerde sevgilisi olan Cemal da Neco'ya benziyordu; iyiydi, ama onun gibiler mutluluk vermiyordu. Bir gün çekip gidiyorlardı. Ablasına hiç iyi gelmemişti Neco; ona da. Habersiz çekip gitmişti bir gün, sonra da ölmüştü. Hakları yoktu buna.

Daha romanın ilk sayfalarında karşılaştığımız "Necdet" (Yeğen Neco), bir daha görünmüyor. Hatta bir yerlerde konuya tekrar girmeliydi, diye düşünen okuyucunun görüş alanına, romanın sonlarında satır aralarında giriveriyor. Dar Sokağın küçük Şeko'su 33 yıl sonra çocukluğunun geçtiği sokağı ziyaret edip, geçmişin anılarıyla karmakarışık duygularla oradan dönerken, Frankfurt sapağına girmeden, içinden geçtiği küçük kasabanın bir kavşağında kırmızı ışıkta duruyor.

"Kırmızı ışıkta bir kız çocuğuyla konuşarak karşıdan karşıya geçen genç adamı gördü. 'Profilden nasıl da Neco'ya benziyor,' diye söylendi. 'Gitmiyorsunuz, aklımıza, kalbimize, yapışıp kalmışsınız, acı veriyorsunuz,' diye bağırdı.

Klaksonlarla kendine geldi.

Gözleri yaş içindeydi. Gaza bastı."

Bana göre roman burada bitiyor. Belki de bitmeliydi, bilmiyorum.

"Kalan" birkaç sayfada Fuat'ın ölmeden önce  bıraktığı bir mektubun Neco'ya ulaştığına ve mektupta amcasının ölümüne neden olabilecek bir "sır"ra ilişkin bir bilgiye tanık oluyoruz.

Ancak, Necdet'in romanda anlatılan "son"u  yer ve zaman anlamında düşünüldüğünde, bu "sırrın" öldürülmesinde payı olduğunu kabul etmek zor gibi.

"...
Bizleri unutmayın kardeşim. Masumiyetimizi, saflığımızı, iyiliğimizi, halka adanmışlığımızı unutmayın... FUAT."

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.