SON DAKİKA
Hava Durumu

Sandık, 'Büyük Oyun' ve umut!

Yazının Giriş Tarihi: 01.12.2015 11:56
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.12.2015 11:56

1 Kasım seçim sonuçları hepimizi şaşırttı. Kamuoyu araştırma şirketleri, tecrübeli politikacılar, gazeteciler, uzmanlar, iktidar partisi...

Hepimiz çuvalladık!

Hem ekonomide hem siyasette "istikrar"ın bozulup toplumun şiddet ve belirsizliğe itildiği bir ortamda, memleketi 13 yıldır yöneten partinin yüzde 50'ye yakın oy alacağı hiç kimsenin aklına gelmemişti.

Peki, bu "kolektif yanılgı"nın kaynağı nedir? Bu güzel memleketimizde neler oluyor? Çare, umut yok mudur?

Gelişmeleri anlamaya çalışıyor, düşündüklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

İşte bazı satırbaşları:

1. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Türkiye'nin yarım asırdan fazladır yatırım yaparak büyüttüğü "sağ muhafazakâr" nüfusun yegâne temsilcisi konumuna geldi. Parti, oy işini böyle hallederken, iç ve dış hâkim güçlere kendini kabul ettirdi. ABD ve AB gibi batılı ülkelerin, yerli yabancı sermaye çevrelerinin çıkarlarına en uygun parti olduğuna onları ikna etmeyi başardı. İçerde ise asker, polis, istihbarat, yargı bürokrasisi ile hükümetler arasında alıştığımız "hükümet-devlet" mesafesini ortadan kaldırdı. Kamu bürokrasisini, yargıyı, medyayı vs. baştan aşağı yeniden biçimlendirdi.

Buna karşılık ana muhalefet partisi görünümündeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), artık sermayenin de el değiştirmesi ile iktidara yön veren, siyaseti finanse eden zengin üst ve orta sınıf ile kamu bürokrasisindeki desteğini yitirdi. Para ve silah gücünü elinde bulunduran kesimlerden yeterli destek alamıyor. Parti yeni durumu kabullenme ve ona göre siyaset geliştirme; gidişten zarar gören kesimleri kucaklama esnekliğini de gösteremedi, gösteremiyor. Bu yüzden de iktidardan rahatsız olan farklı kesimlerin ortak umudu olmayı başaramıyor.

7 Haziran sonrası yaşananlar, artık iktidarın "sandıkla değişip değişmeyeceği" konusunda soru işaretleri yarattı. Hem iktidar, hem de muhalefet için siyaset demokrasi yarışı olmaktan çıkıp hayat memat meselesi gibi algılanır oldu, kutuplaşma, güvensizlik derinleşti. Bu da yönetenlerin, baskı mekanizmasını harekete geçirmesine zemin hazırladı.

2. İktidar oyunu, siyaset tarzı, uzlaşma yerine soğuk savaşın iç kamplaşma ve gerginlikler stratejisi üzerine kurulduğundan, muhalefet partilerinin kendi arasında koalisyon yapma, asgari müştereklerle demokratik bir programda bir araya gelerek ülkeyi yönetme şansı ortadan kalkmış durumda.

3. Asıl değişimi, "demokrasi mücadelesi" diyebileceğimiz hareketlere karşı devletin/iktidarın tutumunda yaşadık. Ekonomideki başarı ucuz emeğe ve doğanın tahribatına, talanına dayandırıldığı için hükümet, işçilerin ücret ve sosyal hak taleplerine şiddetle karşılık verdi. Sendikalar iyice bastırıldı. Çevresini, toprağını korumaya çalışan köylülerin üzerine TOMA'yla, jandarmayla gidildi. Hatta Taksim'deki bir parka AVM yapılmaması için düzenlenen gösterilerin, hükümete komplo sayıldığına tanık olduk!... Galiba hükümet, Taksim'deki parkta karlı bir AVM yapmayı başaramazsa, iktidarı sürdüremeyeceğini fark etti!

4. Kürt meselesinin demokrasi içinde halli açısından "çözüm süreci" halkın büyük bir kesimi açısından umut olmuştu. Oysa evdeki hesap çarşıya uymadı. Kürtler yerel özyönetim, anadilinde eğitim vs. için ısrar ediyor; devletin Kürtçe televizyon yayını yapıp, birkaç Kürtçe özel dil kursuyla işi kapatmasına razı olmuyordu. Halkların Demokrasi Partisi (HDP) çıkıp "Türkiye partisi olacağım" demiş, iktidarın hor gördüğü Alevilere, solcu-sosyalist, çevreci, laik, işçi-memur, sendikacı Türk kesimlere yönelmişti. Üstelik HDP, CHP gibi nazik, kürsü-salon siyaseti yapmıyor, sokaklara dokunabiliyor, kitleleri harekete geçirme potansiyeli taşıyordu. İktidar için en büyük "tehlike"nin HDP olduğu 7 Haziran seçimlerinde kendini göstermişti. Operasyonlarla "terör"ün düğmesine basıldı.

5. 1 Kasım tahminleri tutmadı, çünkü demokratik yarışta "olağan" koşulların dışına çıkılması kimsenin aklına gelmiyordu. Oysa iktidar oy kayıplarını görünce en eski iktidar reflekslerini devreye soktu: Korku... Sandık hilesi ve "oy hırsızlığı" iddiaları bir yana, topluma "Ya ben, ya kaos" havası yayıldı. Doğu Güneydoğu'da pek çok insan AKP'ye değil, adeta "devlet"e oy verdi! Devletle kopuşu göze alamayan seçmen kitlesi bu sefer tercihini böyle kullandı. Keza, MHP (yaklaşık 2 milyon oy) ve CHP seçmeni (CHP'lilerin yüzde 3'ünün AKP'ye oy verdiği haberleri çıktı) de aynı şekilde "devlet" saikıyla iktidar partisine yöneldi.

Peki şimdi ne olur?

Yanılmayı en çok istediğim şey şu: Türkiye'de artık demokrasi, hak-hukuk adalet, barış içinde yaşamak giderek zorlaşacak. Zenginleşmeyeceğiz, fakirleşeceğiz. Mağduriyetler çoğalacak. Kendimizi daha az güvende ve özgür hissedeceğiz!

Ekonomik gerekçeleri var bunun. İthalat ve yabancı sermaye girişi üzerine kurulu ekonomi, küresel koşulların değişmesi yüzünden daha çok zorlanıyor. İktidar, çarkı döndürmek için yabancı sermayeye daha çok tavizler vermek, daha çok kazandırmak zorunda kalacak. Bu da yer altı yerüstü kaynaklarının daha fazla talanı, insanların daha ucuza çalışması, daha az özgürlük, daha kısıtlı yaşam demek.

İçeride teknoloji üretimi, rekabetçi bir sanayi altyapısı vs. nanay olduğu için sanayinin rekabet gücü giderek düşüyor. İhracat, dış rekabet ve komşularla ilişkiler yüzünden daralıyor.

"Cari Açık Ekonomisi" çarkını aynen sürdürmek sahiden zor... Anlı şanlı büyük projeler sanmayın ki ülkenin kalkınması vs... Bunlar sadece dış kredi ve şu cari açığı idare etmeye yarıyor. Sırf Arap krallarından petrol parası çekme umuduyla bakın Suriye konusunda nasıl bir yere geldik. Bugün Avrupa Birliği'nde bir toplantı vardı. Avrupa diyor ki, " Suriyeli sığınmacıları bizim sınırımızdan uzak tutun, size şu kadar para verelim!"

"Eğitimli, sağlıklı, çalışıp üretime katılabilecek Suriyeliyi biz göçmen olarak alalım; dilenciler, sefiller, teröristler, muhtaçlar ve her türlü bela sizin!" Ve sanki 3 milyar Euro'nun kokusunu alınca buna çoktan hazırız gibi...

Hükümet doğacak itirazların, gazete haberlerinin vs. üzerine, sandık sonucundan aldığı cesaretle daha bir şiddetle gidecek. Cadde ve sokaklarda gazlı, TOMA'lı, coplu kavga sahnelerini daha çok göreceğiz. İktidar hazırlığını yapmış, polis sayısı ikiye katlanıp 400 binin çok üzerine çıkmış. Özel Harekatçılık gözde iş oldu bile...

Basın daha fazla susturulacak.

Hâkimler, savcılar, karakollar artık mağduru koruyamayacak...

Kürt meselesinde kritik eşikteyiz. Silvan, Cizre, Silopi vs yerlerde yaşananlar, onca sertliğe, ölümlere rağmen istenen sonucun alınamadığını gösteriyor. "Pes ettirmek" üzerine kurulu yaklaşım, Kürtlerin "pes"ini görünceye kadar, daha nice sivil, günahsız insanın kanının akmasına yol açacak, belli değil...

Yani, yüzde 50'ye yakın oy alan AKP, artık duble yollar yapan, Anadolu sermayesinin önünü açmaya çalışan, aç ve yoksul kesimlere, sadaka mantığı ile de olsa el uzatan, askeri vesayet gibi kaygıları olan bir parti olmaktan çoktan çıkmış gibi...

Neoliberal politikaları kazasız belasız yürütmesi (adı istikrar) için tek şart şu:

Toplum mağduriyetler, kayıplar ne olursa olsun, hükümetin uygulamalarına asla gıkını çıkarmayacak!

Toplumun rızasını almaya kalkarsa bu politikalar riske girer, o da iktidarın ipini çeker.

Ha, hükümet için ceberut olma zorunluluğu yok. Ama gelişmeler tercihin bu yönde olacağını gösteriyor.

Ekonomiden söz etmişken, dikkatinizi çekmek isterim...

"Ekonomik kriz olursa AKP hükümeti gider" hesabı vardı. Yakın tarihte iktidarları götüren, hatta sandığa gömen ekonomik krizlerdi.

Ama son 5-6 yılda yaşananlarla yeni bir durum ortaya çıktı. İktidar, krizin faturasını halka yıkmayı öğrendi artık... Örneğin, Türkiye, kriz zamanlarında başvurulan "faiz dışı fazla" işini sürekli hale getirdi. Yani, devlet yatırıma, vatandaşına harcayacağı parayı tutup, özellikle 2009'dan bu yana kamu harcamalarını sürekli kısıyor. Duble yol, asfalt köy yolları vs. bakın hepsi o tarihe kadardır...

Ücretliler her yıl daha fazla kemer sıkıyor. Maden işçisinin bile asgari ücretle ve sigortasız çalıştırıldığını duyuyoruz. Taşeronluk nerdeyse zorunlu hale geldi. Köylü perişan...

Bunlar, ekonomik kriz sonrası kurulan hükümetlerin uyguladığı IMF reçetelerinde olanların da ötesinde!

Düşünün, Yunanistan krize girdi, çare olarak emekli maaşları 1600 Euro'dan 1200 Euro'ya düşürüldü.

Oysa Türkiye'de emekli maaşı zaten sadece 300 Euro!

Üreten üretemez, tüketen de tüketemez hale geliyor.

Son yılların rant sihirbazı inşaat sektörü, alım gücündeki daralma nedeniyle balona döndü.

Çare: "Büyük Oyun"u bozmak!

Sevgili okurum, memleketin geleceğine ilişkin planlar yapmak, siyasi partilerin işidir, bizi aşar. Yaptığımız durum tespitleri, öneriler siyasilerin ilgisini çeker mi bilmem, ama bence en acil konu, "Büyük Oyun"u bozmak!

Hani iktidar sahipleri iki de bir "Büyük Oyun", "Büyük Oyun" der durur da, "İşte onlar!..." diye toplumun bir kesimini hedef gösterir ya...

İşte asıl büyük oyun, bu oyun!...

Vatandaşı birbirine düşürmek...

Halkı etnik kimliği, dini inancı, siyasi görüşüne göre birbirine karşı konumlandıran ve ülkeyi sürekli bu gerginliği besleyerek yönetmek tarzı...

Galiba bütün numara bu!

Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni, sağcı, solcu, ateist, şeriatçı, komünist, faşist, çevreci... Türkiye hepimizin demokrasi, adalet ve hukuk içinde kardeşçe yaşayabileceği kadar büyük bir ülke... Birlik bütünlük, kederde, tasada, sevinçte; düğünde, bayramda, cenazede beraber olmak değil midir...

Ama güç, iktidar oyunu "ötekileştirme" üzerine dizayn edilmiş.

Ne zaman birisi hükümetten demokratik, insani bir talepte bulunsa, anında toplumun bir başka kesimi onun önüne aslanlar gibi dikilir! (Sürülür demek daha doğru galiba).

Geçmişte işçi grevlerine müdahale için patronlar "ülkücü" gençleri kullanırdı. Grevciler ve sendikacılar "Gominis" ilan edilir, karşısına bu gençler dikilirdi. Patron da böylece ucuza çalıştırmaya devam ederdi!

Aleviler Sünnilere, Sünniler Alevilere, Türkler Kürtlere, Kürtler Türklere, laikler şeriat düşleyenlere, sağcılar solculara, Karadenizliler Güneydoğululara, Egeliler falanca bölge insanına nefret duyuyorsa... Ve de duymaya devam edecekse...

Herkes birbirinin başına gelenleri seyretmekle yetiniyorsa, yetinecekse, bu ülkede huzuru, istikrarı, barışı, demokrasiyi, özgürce yaşamı falan ilelebet unutalım!

Zira demokrasi halkın birbirini boğazlamasıyla elde edilecek bir şey değildir.

Tam tersine, ülke sadece halkın, kendi aralarındaki farklılıkları bir yana bırakıp ortak demokratik talepler peşinde, el ele, omuz omuza, iktidardan bir şeyler talep etmesi, bunun peşinde durması ile ancak ileri gidebilir...

Günlük 8 saatlik çalışma hakkı dahil, medeniyetin bütün kazanımları böyle böyle elde edilmiş... Gıpta ettiğimiz Avrupa böyle başarmış, her ırka, inanca mensup insanların bir arada uyumlu yaşamasını. Ve onlar bir arada olmayı başardıkları için adamların yaşam standartları yükselmiş.

Alevilerle Sünniler birbirine sahip çıksaydı, Çorum, Kahramanmaraş, Sivas katliamları yaşanabilir miydi? Buna kim cesaret edebilirdi? (Ya da kim ihtiyaç duyardı)

Başörtüsü ya da Cemevi diye bir sorun olabilir miydi?

Türkler Kürtlere sahip çıksa, örgütlü olsa, "Bana ne Kürtlerden" deyip sessiz kalmasa PKK diye bir şey olabilir miydi?

Ailede, işyerinde, mahallede, köyde, şehirde, okulda insanlar birbirinin hakkına riayet etse, herkes karşısındaki insanların da en az kendileri kadar haklara sahip olduğunu düşünse, cezaevleri tıklım tıklım dolar mıydı? Bu kadar mı cinayet olurdu? Toplumsal değerler bu kadar mı erozyona uğrardı?

İşçi ve memurlar sağcı-solcu diye bölünmese, çalışma hayatı bu kadar örgütsüz, baskıcı; ücretler bu kadar düşük mü olurdu?

Siyasi farklılıklar "düşmanlık" gibi algılanmasa, Ankara katliamı böyle mi karşılanırdı?

Hükümetler, Adliye kayıtlarına 17 bin cinayet için "faili meçhul" yazdırabilir miydi?

Bakın TV kanalları kapatılıyor, gazeteler, gazeteciler susturuluyor bir bir...

Medyada, sanki "Onlar zaten falancaydı" diye suskun kalma durumu değişecek gibi... Ama dalga çok zayıf... Fikir, düşünce, basın özgürlüğü laf olsun diye söylenmemiş ki; ülkenin ilerlemesi için elzem olduğu için benimseniyor. İktidar, o an işine gelmeyen birini ezerken, sessiz kalır, alkışlarsan, yarın aynı şeyi yaşadığında kaderinle baş başa kalırsın...

İşte asıl Büyük Oyun bu!

Türkiye insanı ne zaman bu oyunu bozar, el ele verirse, işte o zaman kendimizi güvende, karnı tok sırtı pek ve özgür hissedebiliriz.

El ele veren Türkiye'ye yol tarif etmeye ne hacet...

Milli irade işte o zaman candır!

Ne eylerse güzel eyler.

@ERODURSUN

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.