SON DAKİKA
Hava Durumu

Bir eğitim seferberliği ve milli kalkınma denemesi

Yazının Giriş Tarihi: 12.05.2016 12:24
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.05.2016 12:24

Köy Enstitüleri'ni pek çok insanımız negatif bilir, çünkü öyle anlatıldı. Hâlbuki tam tersiymiş!

Meğer Köy Enstitüleri, Osmanlı'da şeriatla teslim alınmış insanların üzerindeki kişisel saltanata son verip Türkiye Cumhuriyeti'ni, TBMM'nin temsil ettiği halk iradesine dayalı demokrasiyi kurumsallaştırmak isteyen Atatürkçüler'in Anadolu insanını üretken, eşitlikçi, laik, çağdaş insanlar olarak yetiştirmek için kurduğu gerçek eğitim kurumlarıymış!

Anladığım şu ki; Köy Enstitüleri'ni kuranlar ne kadar demokratik, laik, üretken; tarımda, sanayide, kültür sanatta modern bir Türkiye'yi amaçlamışlarsa; Anadolu'da filizlenen bu uyanışı dağıtmak isteyenler de o kadar, Osmanlı dönemindeki ayrıcalıklarını yeniden kazanmayı amaçlamışlar!

Bugün cumhuriyet, laiklik ve demokrasideki sıkıntılar kadar, sanayide, teknolojide, enerjide, eğitimde, bilimde, hatta savunmada dışa bağımlı oluşun, Köy Enstitüleri'ni kapatmakla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünmeye başladım!

Ama bunu salt sağ-sol retoriğiyle açıklamak, Köy Enstitüleri'nin dağılmasının bütün faturasını sadece 1950'lerdeki Demokrat Parti iktidarına yüklemek de doğru değilmiş.

Kitabın yazarı Pakize Türkoğlu, kendisi de Köy Enstitüleri'nde yetişen, olaylara birebir tanık olan bir eğitimci. Kitap, Cumhuriyet'in 75. Yılı Toplum ve İnsanbilimleri İnceleme Büyük Ödülü sahibi.

Kitaptan anlıyoruz ki, Anadolu'daki uyanışın önüne geçerek yeniden Osmanlı özenticiliğine ortam yaratan gelişmelerin kaynağı; baştan büyük heyecanla Köy Enstitüleri'ne destek veren İsmet İnönü'ye de pes dedirten, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikacılık rüzgarı...

Laikliğe dinsizlik diye saldıran, topluma sürekli şeriat pompalayanların aslında, sadece maddi, dünyevi şeylerin peşinde olduklarını görmek...

Düşünsenize, evinde karın tokluğuna yoksul köylü kadınları çalıştıran ve onları her türlü istismar eden ağa takımı, Köy Enstitüsü'ne giden kız öğrenciler için ne fetvalar çıkartıyor... Adamın tek korkusu, kölenin uyanması!... Efendim kız öğrencilerin okuması dinen günahmış!

Yani adam iyi Müslüman olma, oradaki güzel ahlakı kendine düstur edinme falan derdinde değil, insanları din aracılığı ile yönetme derdinde! Din bir inanç olmaktan çıkmış, insanları yönetme aletine dönüşmüş...

Peki Köy Enstitüleri, söylendiği gibi komünist işi miymiş?

Benim anladığım şu ki, bu enstitülerin komünistlikle uzaktan yakından ilgisi yok. Bu kurumları kuranlar, tamamen, Amerika'da, Avrupa'da toplumun nasıl kalkındığını yerinde görüp, ona göre, Türkiye'ye özgü bir kalkınma modeli yaratmaya çalışan insanlar. Örneğin kurumun başındaki kişi, İsmail Hakkı Tonguç bizzat Almanya'da eğitim görmüş, oradaki kalkınmaya özenen birisi.

O zaman, kapitalist batı yanlısı bir eğitim kurumunu, Türkiye'deki zengin, toprak sahibi, fabrikatör sağ kesim neden komünist işi ilan etti?

Benim bu konuda yorumum şu: Maalesef bizde sağcılar ile solcular esasta batı demokrasilerine taraftar. Ama arada şöyle bir fark var. Solcular Avrupa'da ne yapıldığına bakıp, onların yaptığını yapma, o yoldan gitme derdinde.

Sağcılar ise batılı sermaye sahiplerinin, güç odaklarının dediklerini yapmanın batı medeniyetine ulaşmada daha etkili olacağı görüşünde.

Böyle olunca da, sanılanın aksine Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa gibi batılı ülke iktidarlarının desteği hep sağ kesimlere yönelmiştir.

Bir Almanya senin kalkınıp Almanya gibi olmanı istemiyor. Seni Almanya'nın kalkınması için araç olarak kullanmayı, bir bakıma sömürmeyi düşünüyor! Sadece çıkarını düşünüyor, adam kapitalist... Dediğini yaparsan onunla adil bir ilişki yakalama şansını yitiriyorsun. Örneğin AB'ye bir türlü giremiyorsun!

Bu ülkelerin hakimleri, bizim gibi ülkelere hep çıkarlarına göre yaklaşmış. Bu nedenle de örneğin ABD'nin Ortadoğu'da en yakın, sıkı fıkı olduğu ülkeler, şeriatçı krallık rejimleri olmuş. İş tamamen maddi çıkar olmasa Beyaz Saray elitlerinin İslamcı rejimleri desteklemesinin ne anlamı olabilirdi! Adamlar Ortadoğu'da baskıcı rejimleri kendi çıkarları için daha elzem buluyor...

Atatürk, Kurtuluş Savaşı vermiş bir lider olarak batılı devletlerin ne istediğini çok iyi bilen birisi. O, kendisine söyleneni değil, batılıların bu medeniyeti kurmak için ne yaptıklarına bakmış...

Ve aslında bizdeki sağ-sol tartışması denilen şey de Atatürk'ün başlattığı modern toplum çabasını daha ileri götürmek isteyenlerle, bunu tersine çevirmenin daha yararlı olacağını sananlar arasındaki mücadele gibi duruyor.

Sevgili okurum, bugünü anlamaya büyük katkısı olacağına inandığım kitapta, altını çizdiğim bazı cümleleri, aynen sizlerle paylaşmak istiyorum.

Osmanlı döneminde ilişkin çarpıcı tespitler:

"... İmparatorluğun nimetlerine kavuşmuş olanlar, kendi çocuklarını yabancı okullarda ya da özel öğretmenlerle okutup devletliler arasına sokuyordu. Kasaba eşrafı ve köy ağalarının çocukları kendilerine çeşitli çıkar sağlayan medreseler yoluyla toplumu sömürecek şekilde yetiştiriliyordu. Geriye kalan yoksul halkın ve köklülerin okuyup adam olması, istenilen bir şey değildi... Devrimci meşruiyetçiler, yeni ilköğretimi halka götürme çabasına girişmişti..."

"(Okular) Din adamı yetiştiren medreseler, parası olanın okuyabileceği özel yabancı okullar, gerisi okuma yazma yerine din kuralları öğreten mahalle mektepleri."

"Sarık medrese, fes tazminat kafasını temsil simgeler. Tazminatçılar, 'batının tekniğini alalım, kafamız İslami kalsın' derdi. Pantolon ceket üzerine fes..."

"Prens Sabahattin, 'Batının bireyci eğitim sistemine geçmek gerektiğini', İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Tevfik Fikret (Mektebi Sultani )GS Lisesi) mezunu. Ethem Nejat ilk kez öğretmen okulu öğrencilerini köylere götürür ve eğitimcilerin halkı tanımasına çalışır."

"Meşrutiyet dönemi, okulla medreseyi, banka ile tefeciyi , Arapça ile Türkçe'yi kulüple tekkeyi, trenle merkebi, deve katarını, ilkel zanatçı işiyle fabrikayı, elektrikle mum ışığını, sarıkla fesi, üniversite ile kadı yetiştiren medreseyi, milliyetçilikle Osmanlıcılığı, batı uygarlığı ile geri doğu medeniyetlerini yan yana yaşayabileceğini sanıyorlardı..."

Atatürkçüler'in ülküsü;

"...Devrimin ne yapıp edip bir yandan Anadolu'daki genç aydınlara ülküsünü benimsetmesi, öte yandan kendi kuşağını hızla yetiştirmesi gerekiyordu. Çünkü hiçbir yenilik hareketi yeni insanı, yeni kadroları ve aydınları olmadan yapılamazdı. Bu iş Mili Eğitim Bakanlığı'nın başta gelen göreviydi." (Atatürk'ün 10. Yıl konuşmasından)

"Türkiye'nin asıl sahibi, asıl efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten çok mutluluk ve refaha layık olan onladır. O halde TBMM'nin ekonomi politikası, bu yüce hedefin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Efendiler diyebiliriz ki bu sefalet ve felaketin tek nedeni bu gerçeği anlamamış olmamızdır. Yedi yüz yıldan beri dünyanın dört bir köşesine göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız, emeklerini ellerinden alıp çarçur ettiğimiz, buna karşılık onlara daima küçümseyerek ve ezici davrandığımız, bunca vericiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve kabalıkla uşak düzeyine indirdiğimiz, bu gerçek sahibin huzurunda bugün utanç ve saygıyla hakiki durumumuzu alalım..."

"(Yeni eğitim politikası için) Yabancı uzmanlar davet ediliyor. İlk olarak Colombia üniversitesinden Prof. John Dewey gelir. Rapor hazırlar. 1924 Köy okullarında köylüler eğitilmeli, buna uygun öğretmenler yetiştirilmeliydi. Mustafa Necati, 1925 bakan olur. Atatürk devrimlerine içtenlikle gönül vermiştir..."

43 maddelik bir tasarı hazırlanır, hedefler belirlenir:

"...Okul ile hayat arasındaki Çin seddinin kaldırılması, çiftçilik okullarının kurulmaı, halkın ekonomik kültürel düzeyinin yükseltilmesi, halk-öğretmen işbirliği, kızların eğitime el atılması, üreticinin eğitimi, politeknik eğitim, kız ve erkek çocuklara birlikte eğitim..."

Okullarda laik bir eğitim başlar. Ancak halkın yeniliğe uyumu zaman alır. Halk yobaz değildir, fakat ilk kez karşılaştığı bir şeydir, ne olacağını bilmemektedir, direnç gösterir, özellikle ağa takımı da alttan alta bu direnci kışkırtır.

"Nüfusun yüzde 80'i olan köylü eğitim görmezdi. Eğitimin ekonomiye insan kazandırma gibi bir derdi yoktu."

"Kent nüfusunun bir bölümü memur ve esnaf, bir bölümü işsizdi."

"Dewey 'demokrasi için eğitim' derken, buna içerden 'amele mi yetiştireceğiz' diye direnç gösterildi."

"Öğretim Birliği, harf devrimi, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi eğitimin önünü açar. Ancak asıl çözümlenemeyen köye yarayışlı öğretmen yetiştirmektir."

"...Alman köylerindeki gibi içinde öğretmen evi, bahçesi, çiftliği bulunan okullar yapılabilirdi. Öğretmen köylerde tarımı öğretmeli, ona uygun yetişmeliydi."

"1936'dan başlayarak Çifteler, Kızılçullu ve Kepirtepe'de kurulmaya başlanan okullar..."

"Bakan Hasan Ali Yücel bunu özellikle Atatürk'ün ölümünden itibaren bir iddia haline getirir."

"Edilgen yarı aydınlar, rahatlarının kaçacağından korkan yöneticiler, çıkarlarının bozulacağını sanan ağa eşraf takımı karşı çıkmaya başlar."

"Nüfusun çoğunluğu olan köylünün eğitilmesi, Atatürk devrimlerinin yurt çapında yayılması..."

17 Nisan 1940'da, TBMM'de onaylanan 3803 Sayılı Köy Enstitüleri Kanunu çıkar.

"Köy Enstitüleri tarıma elverişli toprağı olan yerlerde kurulacak, bağ, bahçe, tarla, atölyeler olacak, okul binası, bina olmayan yerlerde okul binalarını öğretmen ve öğrenciler yapacak, kullanılan arazi, hayvan vs. hepsi okulun malı olacak."

"Enstitü müdürüne bağlı çalışan eğitimbaşı, tarlabaşı, yapı sanatbaşı, müzikbaşı, sporbaşı ve sağlıkbaşı... altta kümeler, gruplar vardı..."

Balıkesir, Savaştepe Köy Enstitüsü Nisan 1945 Çalışma Raporundan, faaliyetler:

"3 bin dekar toprak ekildi, 150 dekar hazırlandı. 1 km. uzunluğunda kanal açıldı, 16 ton buğday, 7 ton bakla, 2 ton burçak, 12 ton patlıcan, 15 ton domates, 55 ton kurufasulye, 3 ton süt,. 6 manda, 6 ölüz, 10 montofon, 10 kısır inek 6 düve, 15 kasaplık sığır, 86 koyun, 86 hindi vs..."

"Ezberleme değil, çalışarak, yaparak öğrenme..."

"Her öğrenci halk oyunlarını oynayacak, şarkı, türkü söyleyecek, tiyatro yapacak, çalgı çalacaktır."

"Her enstitüde başta radyo olmak üzere gramofon, mandolin, ağız armoniği, akordeon, davul zurna, kaval gibi müzik aletlerinin kullanılması şarttır."

"Bir yerinde demir dövülen, dikiş dikilen, bez dokunan, makine ve tezgah sesleri gelen enstitülerden bir yandan da hepsini bastıran güzel şarkı ve türkülerin, Ay Işığı Sonatı'nın, Tuna Dalgaları'nın büyülü sesi duyuluyordu."

Laik eğitim görün!

"O dönem sade Köy Enstitüleri'nde değil, Türkiye'nin hiçbir yerinde hiçbir okulunda bugünkü gibi din dersi yoktu. Laiklik egemendi bütün okullarda. Yönetimde din ile devlet işi ayrılmıştı. Devlet din öğretimini kendi yapmıyor, yaptırmıyordu. Bu görevi aile ve camiler üstlenmişti..."

"Kişilerin kendini ilgilendiren, kendilerinin yapabileceği bireysel ve özel bir işti din ve ibadet... Devlet ise refahın yükselmesi anlamında tüm ekonomik ve sosyal sorunlarla baş etmek, ülkeyi bayındırlaştırmak, çağdaşlaştırmak zorundaydı. Yeni cumhuriyetin eğitim politikası ve programı çoğunluğun gereksinimi olan yeni çağdaş bilgiler, teknik beceriler ve alışkanlıklar kazandırmayı amaçlamalıydı."

"O dönemde bağnazlık değil, dinsel hoşgörü vardı. Din adamları politikaya karışmazdı. Başkasının camiye gitmediğiyle oruç tutmadığıyla çok ilgilenmezdi. Bir dinsel hoşgörü ortamının esenliği vardı toplumda. Ezan Türkçe okunur, camiye insanlar çevrenin baskısıyla değil, kendi isteği ile giderdi."

"Özellikle öğretmenler köylere dağılınca, köyün okuyup bilinçlenmesinden rahatı kaçan çıkarcı kesim köy imamlarının ya da yeni dincileri yanlarına alarak, köydeki gelişmeyi durdurmak için çağdaş eğitimi kötülemeye kalkmıştı."

"Yüksek Köy Enstitüleri üniversite düzeyinde eğitim kurumudur. Ancak enstitüleri içine sindiremeyen bir anlayış vardır ve 1945'de ilk sinyal, buradan mezun olanların askerde çeşitli bahanelerle yedek subaylık haklarının gasp edilmesi olur. Er, erbaş olarak askerlik yaptırılırlar."

Kıyamet 1946' da kopar...

"Enstitülerde okuyan binlerce kız ve erkek köylü çocuğu ve ana babaları, konu komşuları bizim birlikte okumamızı yadırgamazken, ilgisi olmayan kentliler, zenginler, ağalar, hacılar, hocalar, kimi bürokratlar, özellikle politikacılar kıyameti koparıyor, yer yerinden oynuyordu, köy kızları elden gidiyor diye... Çünkü onlar köy kızlarının ancak kendileri için hizmetçi, besleme, odalık olabileceklerine koşullanmışlardı. Çünkü köylü kızları okurlarsa ağaların çiftlik evlerine elden ele babadan oğula devredilen, örselenmiş incitilmiş, iğfal edilmiş, dünyaları zindan edilmiş kadınları kızları bulamayacaklardı. Enstitülerde kızların ağır işlerde çalıştırıldığı savında bulunan milletvekillerinin evlerinde nice yetenekli köylü kızı karın tokluğuna beslemesi, hizmetçi olarak çalışıyordu."

"Örneğin Eskişehirli toprak ağası Emin Sazak gibi isimler Meclis'te Enstitüler aleyhine çalışmıştır."

"Atatürk'ün ölümünden sonra bu anlayıştaki isimler kilit noktaları tutmuşlar. Meclis Başkanı Kazım Karabekir... İnönü toprak reformu yasasını 1944'te Meclis'ten çıkarmış olmasına rağmen direnç nedeniyle uygulayamamıştır..."

"1945'te İstanbul'da büyük bir sağcı gösteri olur. Tan gazetesi ve Görüşler dergisi yerle bir edilir. Hüseyin Cahit Yalçın'ın kışkırtıcı yazıları..."

Asıl kıyamet 1946 yılı bütçesinin görüşüldüğü Aralık 1945'te yaşanır. Muhalefet, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile Köy Enstitülerinin başındaki İsmail Hakkı Tonguç'a hücumlar başlar.

1946 Seçimleri sonunda Başbakan Şükrü Saraçoğlu gider, Recep Peker gelir. Önce Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yerine Köy Enstitüleri'ne başından beri karşı olan Şemsettin Sirer bakan olur. Sirer, Enstitüler'in başındaki Tonguç'a diş bilemektedir. Tonguç, Almanya'da eğitim görmüş, idealist bir elişi öğretmenidir.

"Çoluk çocuğunuzla birlikte hepinizin belini kıracağım" demektedir. Enstitülerin, "dinsizliğin, ahlaksızlığın, solculuğun başını alıp gittiğini" söylemeye başlamışlardır. Bakan Sirer ve İlköğretim Genel Müdürü Yunus Kazım Köni, Enstitüleri sıkıştırırken, "Biz Nasyonalistiz" der.

"Köy Enstitüleri'ndeki işleyişin bozulması, Tonguç hatta İsmet İnönü'ye kadar bildirilmiş, ancak bir sonuç çıkmaz. Zira onlar da artık adeta tenzili rütbeye uğramıştır."

Yeni Bakan Şemsettin Sirer sadece Enstitü değil eski Bakan Hasan Ali Yücel'in başlattığı bütün işleri bozar. 1948'de yerine Tahsin Banguoğlu Bakan olur, o daha da hızlıdır. Tonguç hakkında devlet malını kötüye kullanma gibi iddialarla soruşturma başlatır.

"Artık enstitülerde öğrencilerin yönetime katılması yasaklanır, kız ve erkek öğrenciler aynı sınıfta derse giremez."

"CHP içinde bir sağ kesim çöreklenmiştir. Onlar parti içindeki sağlıklı Kemalist kesime karşı CHP'yi ele geçirme, Köy Enstitüleri gibi halka yönelik hareketlere onay veren ilerici grubu dışlama girişimi içindelerdi."

"Artık köylünün uyanması komünizm sayılıyordu."

"Artık din bilmeyen bir dinci grup peydahlanmış, politika bilmeyen bir politikacı grup ortaya çıkmıştı. Din bir inanç olmaktan çıkıp, birileri için ekmek kapısı oluvermişti."

"İnönü'nün Topkapı ve Uşak'ta yolu kesilip taşa tutulmuştu."

"İnönü gerçekten biz ortanın solundayız, dediğinde ise çok geç olmuştu."

"CHP'den kopan toprak ağaları, Anadolu eşrafı ve din gericilerinin kurduğu Demokrat Parti'yi kendi elleriyle, oylarıyla iktidara getirmişti."

"Artık okulda dersini bırakıp camiye giden öğretmendi, makbul olan."

"CHP'nin başlattığı yıkımın sonunda, DP'ye yasaları politikayı sona erdirmek kalmıştı."

1952 yılında DP iktidarının Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Eğitim Şurası'nı toplar ve Köy Enstitüleri resmen sona erer. Artık bu okullar dağıtılır ve buralarda Öğretmen Okulları kurulur.

"Artık eğitimde iki tip okul öne çıkar. Birisi İmam Hatip Liseleri, diğeri ise yabancı dilde resmi kolejlerin açılması..."

"Enstitüleri on beş yıl yaşatmaya İnönü'nün bile gücü yetmemişti..."

@ERODURSUN

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.