SON DAKİKA
Hava Durumu

'Ahlakın da evrimi mi olur' demeyin!

Yazının Giriş Tarihi: 09.11.2018 22:16
Yazının Güncellenme Tarihi: 09.11.2018 22:16

Alaaddin Şenel, toplumsal değişimleri "düşünsel kurgular" yerine "bilimsel verilerle" açıklamayı ilke edinen; toplumu, olayları anlamaya, olabiliyorsa, öngörülerde bulunmaya çalışan bir isim. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarından, akademisyen. İnsanlık tarihi ve insanlığın serüveni ile ilgili değişik kitapları, çevirileri var.

Adını duymuştum, ama karşılaşma, dinleme fırsatı Koza Dağcılık'ın Nilüfer Belediyesi Karaman Dernekler Yerleşkesi'ndeki konferansta oldu.

"Ahlak Sorununa Eleştirel Bakış" konulu bir konuşma yapan Şenel'i takdim eden ve "Savaş en büyük ahlaksızlıktır" sözleriyle biten konuşmanın ardından, Şenel'e bir plaket sunan Ayhan Kazancı, toplumsal değerlerin altüst olduğu bir dönemde "ahlak"ın önemine vurgu yaparken, Şenel, ahlak konusuna, ta "ilkel toplumlar"dan başlayan çarpıcı açılımlar getirdi.

Bu tür toplantı ve konferanslarda bilimsel, veriye dayalı da olsa, soyutlama düzeyi yükseldikçe izleyicilerin ilgisinin azaldığını görmek çok ilginç bir gözlem... İnsanımız maalesef bir yandan felsefi, antropolojik düşünce yöntemleri üzerinde kafa yormayı gereksiz, "kafayı yeme işi" gibi görüyor, bir yandan da bu konularda kitap okumak, konferans dinlemek sıkıcı geliyor. Bu yüzden bu konulardaki kitaplar ve kişiler de pek ilgi çekmiyor. Bu çerçeveden bakınca, salonun yarıya yakın dolu olması bana umut verici geldi.

Kişisel olarak felsefeyi oldum olası önemserim. Zira felsefeyi olayları, olguları anlama ve yorumlama, birbirinden çok farklı gibi görünen şeyler arasındaki bağları kavrama, öngörüde bulunma açısından en önemli metod olarak görürüm.

Aslında herkesin düşünce sistemi bir felsefi tutumu yansıtır. Yani felsefeyi safsata da saysak, inançsızlık sa saysak bal gibi bir felsefi tutum içindeyizdir... Mutlaka kendi içinde anlamlı bir ilişki olan yargılarımız vardır. Sadece kendi durumumuza ayna tutmak, yüzleşmek istemiyoruzdur, o kadar.

En çok şaşırdığım şey, Koza'nın doğa yürüyüşleri düzenlemesine gönderme yaparken, Antik Yunan'daki Peripatitler (yürüyücüler) ekolünden sözetmesi oldu!...

Meğer her söz birtakım değerleri, toplumsal ilişki biçimini, ahlakı yansıtıyormuş!

"Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" ile "Gözlerimi açarım, öyle de vazifemi yaparım" diyenler arasında, bildiğin savaşa varan şeyler olmuş!

Keza tarih boyunca insanların adeta köle gibi kullanılmasını yücelten "Hak yok, vazife vardır" lafının "out" olması için ne cenkler verilmiş...

"Sen öl ki, o yaşasın", demiş ermişler!

İnsanlar buradaki "O"yu kimi zaman tanrı, kimi zaman tanrının temsilcisi veya vatan toprağı sanmış. Meğer "O", senin alın terinle elde ettiğin şarabı, karşına oturup keyifle yudumlayan insandan başkası değilmiş! Başını kaldırıp bakmış ki vatandaş, ermiş kişi karşısında oturmuş, şarabı götürüyor... Müthiş canı cekmiş ve "Ey erenler, bir yudum da bize ver, biraz da biz ölek.." deyince bozulmuş bütün sihir...

Uzun uzun "İlkel Toplum Ahlakı" üzerinde durdu Şenel. Ahlak denen şeyin, hangi maddi ilişkilerden kaynaklandığını anlatabilmek için...

Hani insanların avcılık, toplayıcılık yaptığı dönem var ya... İnsanlar, "herkese ihtiyacına göre" dağıtırmış. Örneğin genç ve güçlü erkekler bir hayvanı avlıyor, önce avlayanlar hayvanın karaciğerini çıkarıp kendileri yiyorlar. Ardından eti, kabilede ava katılamayan kadın, çocuk ve yaşlılara veriyorlar...

"Rekabetçi", "yarışmacı" değil, "dayanışmacı" toplum ve ahlak...

Gezginler, Afrika'daki ilkel toplumlarda "yüce soylu kesim"ler tespit eder... Demek ki, ilkel topluluklar da birbirinin kopyası değil. Ama hepsi "geleneklerin tutsağı", "doğanın kölesi" ve topluluklarda yaşlılar hakim...

Ancak ilkel toplumun bu dayanışmacı ahlakı, yabancı için işlemez! Zira, savunma refleksi geçerlidir. Yabancı topluluk onlar için, tarladaki patateslerini talan eden domuzlardan farksızdır.

"Domuz ne kadar düşmansa, yabancılar da o kadar düşmandır" diyor Şenel.  
"En dar ahlak anlayışı bir kabile ile sınırlı olandır" diyor.  

Kabile reisi, ünvanını sürdürmek için, "yabancıları" öldürmek durumundadır. Kabile mesupları, birilerini öldürüyor; koşuyor mahallenin ortasına, elinde kafa derisi, kulak... Ardından "Yaşasın şef!" kutlaması!

Alaaddin hoca konuştukça, İlkel Toplum, aşiret dönemi ahlakına ait bazı değerlerin bugün de hala capcanlı olduğu gibi bir hisse kapılıyorum.

Hocaya göre, 1350 santimetrekare boyutuyla "simgeleri işleyebilen bir beyne" sahip olan insan, sınırsız belleğe sahip; geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanı birlikte düşünebilen,  empati yapabilen tek canlı...

Ahlak, zaman içinde ülke, millet veya inanca göre değişmiş.

Hırsızlık ve talanın kutsandığı, övüldüğü devirler bile yaşamış insanlık...

Örneğin ünlü "Manas Destanı"ında kahramanın, aslında "ötekiler"in hayvanlarını, atlarını çalan birisi olduğunu duymak şaşırtıcı oldu.

Şenel'in ilginç tespitlerinden bazıları şöyle:

"Küresel ekonominin yarattığı ahlak, insan hakları ahlakı ile asla örtüşemez."

"Siyaset (siyaset sanatı), Antik Yunan'da, düşmanları yok etmek için silah üretimi ve orduya alternatif olarak geliştirildi."

"Biyolojik kazanımlar ahlakı da biçimlendirdi. Kadınların doğuma uyun için geniş olan kalçaları, koşma ve avcılıkta dezavantajdı. O da kadını avcı değil, toplayıcı ve yerleşik yaşamda, kan bağlı yapıda, ailenin  direği olarak etkin isim yaptı."

"Yağmacılık, yayılmacılık avcı göçebe toplumun bir özelliğidir. Türkler uzun zaman özellikle Orta Asyadan itibaren göçebe çoban toplumu konfederasyonu oldu."

"Ayıcı (vurup, elinden alma), talan (malın bir kısmını alma, bir kısmını bırakma) yöntemi ile yaşayan göçebe çoban topluluklar savaş tekniklerinde üstündürler."

"Haraç (seni koruyacağım, dokunmayacağım, ama bana şunları vereceksin), vergi (seni koruyacağım, dokunmayacağım, ama sen de bana gelirinin şu kadarını vereceksin) halinde kurumsallaştı ve devlet böylece şekillendi."  

"İlk devletlerde, herşeyin sahibi tanrıdır. Mülk onun kabul edilir. Mülkiyeti, tanrıyı temsil edenler kullanır. Savaşçıların görevi tapınağı ve varlıklarını, mallarını korumaktır. Tapınağın gelirlerinin bir kısmı savaşçılara, bir kısmı dincilere dağıtılır. Kime ne kadar dağıtılacağına tanrı/onun temsilcisi karar verir.."

"Toplum büyüdükçe, sınıf çatışmaları, daha doğrusu bölücü çatışmalar, eğilimler ortaya çıkar. İşte o noktadan sonra devlet kendini gösterir. Devletin iki temel kurumu vardır. Birisi zor teşkilatı olarak polis jandarma, diğeri ikna teşkilatı olarak dinsel ideoloji, din kurumudur."

"Din alimlerine göre, insan aciz bir kuldur. Bilmeyendir. Eşitsiz ilişkilerle ortaya çıkmıştır ve tek görevi tanrıya hizmet etmektir. Tanrı vardır, yetkindir ve her varlığın, olanın bir hikmeti vardır. Her iyi ve kötü şey onun hikmetidir, sual edilmez. İnsan kendi kendini yönetemez, yönetme ehliyeti onun temsilcilerinindir. Din görevlisi dinsel ahlakı yaratmakla görevlidir."

"Tanrılar ete üşüşürler. Yönetilenler, aciz kullar, tanrıya/onun sözcülerine tarlalarda çalışarak, hayvan yetiştirerek, et, süt tedarik ederler."

"Mülkiyet hakkı tanrı adına yönetenlerindir. Üretici emeğinden yararlanma onlara ait bir ayrıcalıktır. Herkes onlara karşı sorumludur, hesap vermek zorundadır. Ama onlar kimseye karşı sorumlu sayılmazlar, kimseye hesap vermezler." Şenel burada tanınmış siyasetçi Korkut Özal'ın, bir gazetecinin, oğlunun TIR filosuna nasıl sahip olduğuan ilişkin bir sorusuna hiddetlenerek,  "Bana Allah'tan başka kimse hesap soramaz" dediğini aktarıyor.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.