Altı yüz yıldan uzun süren bir imparatorluk, yerini Cumhuriyete bırakalı tam 100 yıl oldu. Kulaklara çok uzun bir süre gibi gelse de böylesine köklü geçmişi olan bir millet için aslında kısa... Cumhuriyeti sindirmek, varlığının değerini anlamak ve hayata gelen her bir bireye onu koruma iç güdüsünü en yüksek düzeyde yerleştirebilmek için oldukça kısa bir süre. Cumhuriyetin ve demokrasinin birbirinin ayrılmaz parçası olarak bu vatan topraklarında var olması gerektiğini yenidoğanından en yaşlısına kadar her bir bireyin içselleştirmiş olması büyük önem taşıyor.
Çin Halk Cumhuriyeti gibi Kuzey Kore gibi otoriter, baskıcı yönetimler ya da İran ve Afganistan benzeri dini kurallarla yönetilen sözde cumhuriyetler gibi halk iradesinin temsilden ibaret olduğu devletin halk için değil halkın devlet için olduğu ülkelere benzememek adına sadece Cumhuriyetin yeterli olmadığı mutlaka demokratik rejimin devam etmesi gerektiği gerçeğini aklımızdan hiç çıkarmamalıyız.
Tabi ki; demokratik cumhuriyetin ham maddesi, olmazsa olmazı Cumhuriyet. Yüz yıllık Cumhuriyetimizin daha nice yüz yıllar, bin yıllar boyunca varlığını sürdürmesi en büyük isteğimiz. Özgür bireyler olarak aldığımız her nefeste Cumhuriyete minnettar olmalı, varlığını sürdürmesi için varlığımızı feda edebilmeli, çocuklarımızı da bu bilinçle yetiştirmeliyiz.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını en büyük coşkuyla kutlamalı, milletin tüm fertlerinin bu büyük coşkuyu, gururu ve mutluluğu iliklerine kadar hissetmesini sağlamalıydık ama görünen o ki bu konuda başarısız olduk. Ne yazık ki; geçmişle yersiz bir hesaplaşmaya girenleri, Cumhuriyeti yüzyıllık garabet olarak görenleri, "keşke Yunan kazansaydı" diyenleri de bu topraklar yetiştirdi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kurulan Laik Demokratik Cumhuriyetin ne kadar önemli olduğunu 15 Temmuz’da yeterince idrak etmiştik şimdi çevre ülkelerde yaşananları gördükçe daha iyi anlıyoruz. Türkiye’nin bilimsel temellere dayalı iyi bir eğitime, üretime dayalı güçlü ekonomiye, teknolojik altyapı ile donatılmış vatansever bireylerden oluşan güçlü bir orduya, adaletin hüküm sürmesini sağlayacak tarafsız bir hukuk sistemine, halkın temsilini en üst düzeyde yansıtacak seçim sistemine ve partiler yasasına, değer gören ve değer üreten bir sağlık sistemine ne kadar ihtiyacı olduğunu daha iyi anlıyoruz. Ortadoğu'da yaşanan kıyımı ve hatta soykırımı gördükçe, çıkarları için buna sessiz kalan batı dünyası bir yana, din kardeşi komşu ülkeleri gördükçe, üzerine bombalar yağan masum çocukları izledikçe, din kardeşlerimizin başına gelenlere üzülsek bile Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını gördükçe, kendi vatanımızın bölünmez bütünlüğü ve bekası için, Cumhuriyete ne kadar ihtiyacımız olduğunu ve toplumun nispeten homojen demografik yapısının bozulmamasının ve yabancılara toprak satışının durdurulması gerektiğini çok daha iyi anlıyoruz.
Bu ülke içinde bulunduğu durumdan çok daha iyilerine layık ve daha fazlasını daha çok çalışarak başarabiliriz ama elimizdekinin kıymetini bilmemiz gerekiyor. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını dosta güven düşmana korku verecek şekilde gövde gösterisi yaparak kutlamamız gerekiyor. Yapılacak kutlamaların minicik bebelerin bile aklında kalacak şekilde gerçekleşmesi bu ihtişamı kendi torunlarına anlatmasını sağlamamız gerekiyor. Oysa biz kendi bayramımızı feda ederek Filistin için miting düzenliyoruz. Düzenlenecek olan mitingin Filistinlilere hiç faydasını olmayacağını bile bile hem de. Oraya harcanacak parayı nakdi ve ayni yardım olarak göndersek inanın daha çok faydamız dokunur Gazze'deki Filistinlilere.
Milli değerlerine sahip çıkmayan, millilik bilincini kutsamayan ve içselleştirmeyen herhangi bir toplumun, adı veya dini ne olursa olsun günümüz dünyasında hele ki Ortadoğu’da hayatta kalma şansı yok. Ortadoğu'da rüzgâr her zamanki doğallığında esiyor ve biz tecrübe ederek öğrendik ki arkanı dönersen arkandan vururlar. Evet susmayalım, tepkimizi ortaya koyalım, elimizden geldiğince destek olalım ama Misak-ı Milli sınırlarımıza dönme hayallerini yeniden kurmak için doğru zaman olmadığını da unutmayalım.
Mehmet Akif Ersoy’un Safahat adlı eserinde yer alan "Halkın Sesleri / Gitme Ey Yolcu" isimli şiirinde bakın nasıl da anlatmış ceddimizin yaşadığı vahşeti:
Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki! ..
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!
Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn...
Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!
Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
“Medeniyyet” denilen vahşete lâ’netler eder.
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden!
Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!
Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat;
Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat!
Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!
Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler:
Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkâz-ı beşer!
Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!
İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük
Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!
Bugün Filistin’de yaşanan vahşeti ve daha fazlasını atalarımız kat kat fazlasıyla yaşadı. İşkence gördüler, can verdiler , sırtlarından bıçaklandılar , canım dedikleri canlarına kastetti, hani derler ya yağmurlu hava da bir yudum su verenimiz olmadı ama vazgeçmediler. O günleri de unutmayalım unutturmayalım. Çok eskiye gitmeye de gerek yok aslında ; Asala’ya destek verenleri, PKK'lı teröristleri kendi kamplarında yetiştirenleri, Karabağ’da Azerilere karşı Ermenileri, Kıbrıs’ta Türk’e karşı Rumların yanında duranları da unutmayalım, unutturmayalım.
Büyük Türk Milleti asil bir millettir. Asla zulme taraf, zalime yandaş olmaz, İsrail devletini ateşkes yapmaya zorlamak, yaşanan vahşeti sonlandırmak ve iki devleti çözüme katkı sunmak adına diplomatik kanallardan yapılabilecek ne varsa yapılmalıdır ama kendi evinde ateş varken komşunun yangınına da su taşınmaz.