SON DAKİKA
Hava Durumu

Kadın, şiddet, medya ve dahası

Yazının Giriş Tarihi: 30.10.2018 17:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.10.2018 17:21

Önce insandır kadın. 
Ve önce insandır erkek. 
Üreme organları ve baskın hormonları dışında tüm organları birbirleriyle aynıdır. 
Bir anlamda erkek doğulmaz, erkek olunur, kadın doğulmaz, kadın olunur.
Biliriz ki onları kadın erkek olarak ayrıştıran yetiştirilme tarzları ve üzerlerine atfedilen sorumluluklardır.
Bu atfetmeler ve ayrıştımalar o kadar ağırdır ki, bu ağır yükü taşıyamaz insanlar çok zaman.
Erkek, daha doğarken eline verilen tüm ayrıcalıklarla başlar hayata. Ki bu ayrıcalıklar zamanda içinde tersine dönüp ezecektir erkeği.
Dişiye daha doğarken ayrıcalıklı davranılır. Ki bu ayrıcalıklar zaman içinde başına bela olacaktır kadının.

Erkek cinsi, "Ben erkeğim ve doğuştan kudretliyim!" davranışlarıyla sürekli erkekliğini ispat etmeye çalıştıkça, "Her şey benden sorulur!" deyip tüm dünyayı sırtına aldıkça ve bir de bütün bunlardan yoruldukça kadından alır hırsını.

Kadın da "Ben nazlıyım, ben bir prensesim, ben kutsalım çünkü doğruyorum" dedikçe ve erkeğinin kendisine tapmasını, elini sıcak sudan soğuk suya sokturmamasını istedikçe, farkında olmadan kendisini kafeslere hapsedip, sırça köşklerde yaşamaya başlar. Kendi yarattığı kafeste sıkılınca da ne yapacağını bilmez şekilde sarar dört bir yana. 
İkisi de güçlerinden ve imtiyazlarından vazgeçmedikçe itiş kakış böylece sürüp gider.

Genelde ekonomik ve fiziki gücü elinde bulunduran taraf erkek olduğu için de bu itiş kakışların sonu şiddet ile, hâttâ bazen cinayet ile sonuçlanır.

***

Kadına yönelik şiddete dikkat çekmek için düzenlenen bir söyleşiye katıldım geçtiğimiz günlerde.

Bursa Ördekli Kültür Merkezi'nde düzenlenen söyleşi, Ulusal Strateji Araştırmaları Merkezi ULUSAM'ın İçişleri Bakanlığı Dernekler Daire Başkanlığı desteğiyle yürüttüğü, "KADINA YÖNELİK ŞİDDET HAKKINDA DAYANIŞMA VE FARKINDALIK ARTIRMA PROJESİ" çerçevesinde yürüttüğü bir söyleşiydi. Söyleşinin konukları Avukat Tuba Torun ile Gazeteci Burcu Karakaş idi.

ULU-SAM nedir?
Henüz yeni bir oluşum olan ve 17 gencin bir araya gelmesiyle yola çıkan Ulusal Strateji Araştırmaları Merkezi (ULU-SAM), Bursa merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşu. Dünyada ve ülkemizde gerçekleşen toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasi, teknolojik ve askeri süreçleri Türkiye'nin ulusal çıkarları çerçevesinde izlemeyi, analiz etmeyi, küresel ve bölgesel olayları ve gelişmeleri Türkiye'nin ulusal güvenliği açısından değerlendiren stratejik çalışmalar gerçekleştirmeyi amaçlıyorlar. 

Akıllar karışsın
Söyleşinin başında yaptığı konuşmada ULUSAM Başkanı Kubilay Yılmaz, bu konuda insanların aklını karıştırmak istediklerini, proje kapsamında Bursa'nın tüm ilçelerinde eğitici eğitimler, atölye çalışmaları, fotoğraf sergisi ve halk konferansları düzenleyeceklerini, "Kadına Şiddet" konusunun ele alındığı ulusal bir sempozyum gerçekleştireceklerini ve bu sempozyum bildirileri kitaplaştırılarak ilgili kurum ve kuruluşlara ücretsiz olarak dağıtacaklarını söyledi. Kadına şiddet konusunda herkesin sadece konuştuğu ancak kimsenin taşın altına elini koymak istemediği serzenişi haksız değildi.

Tuba Torun / Türkiye'de kadın olmak
"Kadına şiddet bir insanlık suçu" diyerek başladı sözlerine Tuba Torun. "Kadın hakları insan haklarının içinde bir haktır." diye devam etti sonra. Erkek egemen bir ülke olan Türkiye'de kadın olmak zordu. Kanunlar açısından dünya ile aramızda pek fark yoktu ancak fark kanunların uygulanmasındaydı.

Medeni Kanun eksikliklerine rağmen güzeldi. 2002 Medeni Kanun ile kadının lehine pek çok değişiklik uygulanmaya başlamıştı. Şimdilerdeyse laiklikle ve Cumhuriyetle edinilen kazanımlar birer birer elimizden alınıyordu.

Olumlu kazanımlar da yok değildi. Bu da kadınların durmaksızın seslerini yükseltmeleri ve mücadele etmeleri ile sağlanıyordu.

Bir yandan da suçu normalleştirici yasalar çıkıyordu sürekli. İdamdan bahsediliyordu mesela sık sık. Oysa ki idam ve kastrasyon (kimyasal hadım) kalıcı çözümler değildi.

Kastrasyon bir tedavi değildi. İdamın ve kastrasyonun uygulandığı ülkelerde ziyadesiyle tecavüz ve şiddet vak'ası yaşanıyordu. Bilinç arttırımı ile çözülmesi gereken bir mesele ceza arttırımı ile ne kadar çözülebilirdi?

Üstelik bir de cezaların uygulan-ama-ma konusu vardı ki, cezaların uygulanmadığı yerde ortaya cezasızlık algısını çıkartıyordu.

6284 No'lu yasanın aileyi yıkan bir yasa olduğunu söylüyordu bir gazete. Bir yandan Müftülük Yasası geliyordu, "zina" yasaya sokulmaya çalışılıyordu, Binali Yıldırım, "Kadınlara sosyal yardım veriyorsunuz diye kadınlar evlenmiyor" diyen yaşlı bir erkeğin sızlanmalarını dile getirip, "sosyal devletin de ölçüsünü, ayarını yerinde tutmakta fayda var" diyebiliyordu.

Erkeğe göre kadın parasız bırakılıp evlenmeyi, başını sokacak bir çatı ve iki lokma ekmek için bir insana her şartta bakmayı, bu arada kendisini yok saymayı kabul etmeliydi.
Hukukun uygulanmasında siyasi söylemler etkin oluyordu.

Çok hoşa giden "Süt İzni Yasası" istihdamı engelliyordu mesela. Kadın istihdamında artış var deniyordu bir yandan da. Bu artışın ardındaki sebep ise yoksulluğun artmasıydı aslında.

Bir yandan kadınlara evde oturun deniyordu alttan alttan, lakin kadınlar mutfaklarında tencere kaynatabilmek için çalışmak zorundaydı.

Boşan-Ma

Boşanma sonrasında kadına nafaka vermeyi reddeden erkek, bu nafakanın meblağdan ziyade piskolojik yanının farkında değildi. Erkeğe haz veren de zaten kadını "kapının önüne konulmuş" psikolojisi ile baş başa bırakmak olmalıydı. Yoksa vereceği 300 lira ile ne kadın zengin olur, ne de erkek fakir düşerdi.

Ki kadın evliliği süresince evine verdiği emeği bir iş yerinde vermiş olsaydı hem maaşı, hem sigortası ve hem de tazminatı olurdu. Kimse de o kadını beş kuruşsuz kapının önüne bırakamazdı. Şiddet şekil şekildi işte. Sadece kafa göz patlatmak üzerine hayal edilmemeliydi.

Aile içerisinde böyle bir sözleşme yoktu belki lakin, vicdan diye, merhamet diye, ahlâk diye bir şey de mi yoktu?
Tüm mesele her ne olursa olsun, sırtından sopa karnından sıpa eksik edilmeyen kadının kan kusup kızılcık şerbeti içtim demesi üzerineydi.

Neden ama?

Hiç sormuyor musunuz;
Neden kan kusuyor kadın, neden hiç sırtından sopa eksilmiyor?
Neden illa ki şiddet içermeli bir evlilik. Aile olmanın sorumluluğunu taşıyıp hazzını yaşamak varken, nedendir bunca kavga, neden kopuyor bu kadar kıyamet?
Bu soruların cevapları yazımın girişindeki paragrafta değil mi?
Bu bir sosyal yara ve geri kalmış ülkelere özgü değil mi?
Herkes sırtındaki yükü bir tarafa bırakıp sahip olduklarını ortaya koysa hiç böyle olmayacaktır ya neyse... 

Gelişmiş ülkeler gelişirken...

Gelişmiş ülkelerin elde ettikleri kadın hakları birden bire olmadı elbet. İngilteresinden Amerika Birleşik Devletlerine, Fransasından İsviçresine dek her ülkenin kadınları verdi bu mücadeleyi.

Tarihin ilk feminist hareketlerinden birini başlatan kadınların, gittikçe acımasızlaşan hükümete karşı yürüttükleri mücadeleyi anlatan Diren! (Suffragette) filmini izlemişsinizdir belki. 19. Yüzyılın başında kadınların neler yaşadıklarının ve bu uğurda verdikleri mücadelenin resmedildiği film bir masal değil, gerçeklerin ta kendisidir.

Oy hakkı

Kadınların 1893'e kadar seçip seçilebileceğine dahi imkan vermeyen bir dünyada Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, kadınlara ilk olarak 1930 yılında belediye seçimlerine katılma, ardından köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanıdı. 5 Aralık 1934'te ise Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile beraber kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakları verildi.

Erkek kakkı-Kadın hakkı

Erkek haklarının değil kadın haklarının konuşulduğu, kadın haklarının erkekler tarafından tanzim edildiği, bu konuda kadınlardan çok erkeklerin konuştuğu, erkeklerin kadına verdikleri tek tük hakkı lütuf saydığı bir düzen içinde kadınlar var olmaya çalışıyorlar işte. Erkek kadını kendi mülkü saydıkça adaletsizliğin sonu gelmiyor.
"Namusum için yaptım hakim bey!" savunmasındaki namus bile kadının değil, erkeğin namusu oluyor.
Ya kendi namusu için direnen ya da cinayet işleyen kadının namusu adaletin hangi katında yer buluyor?
Cinayetler töre ya da namus için değil, töre ya da namus bahanesiyle işleniyor.

Soyadımız kimin?

Evlenir evlenmez büyük bir coşku ile sevdiği adamın soyadını alır kadın seve seve. Gider tüm bürokratik kurumlara yeni soyadını tanımlatır. İşler yolundan çıkıp da boşanma gerçekleşirse kadın yeniden eski soyadını sisteme  tanımlatmak zorundadır. Kredi kartlarından, ehliyetinden ve tüm belgelerinden eski soyadı çıkartılmalıdır. Yeni bir evlilik yapınca yenisi yeniden tanımlanmalıdır. Kadın mesleki kariyerini kocasının soyadı ile yapmışsa eğer, boşanma halinde o soyadını kullanabilmesi için eski kocasından mahkeme huzurunda  izin almalıdır.
Ama neden erkek kişi soyadı için yerinden hiç kıpırdamıyordur?

Anne kızlık soyadı

Ülkemiz için büyük bir güvenlik duvarı sorusu olan "anne kızlık soyadı" bilgisi bile kadının büyükbabasının soyadıdır. Annesinin, büyük annesinin, daha daha büyükannesinin, daha daha daha büyükannesinin hiçbirisinin soy adı kadın tarafından değil, hep erkek tarafından gelmiştir kısacası.
Biz neyin kavgasını veriyoruz burada?

Burcu Karakaş / Medyanın kadına yönelik şiddete bakışı

Burcu Karakaş gazeteciliğe başladığı dönemlerde kadının medyada da şiddet gördüğünü, fakat artık bu konuda bir farkındalık oluştuğunu, Türkiye'de erkek tarafından kadına uygulanan şiddette resmi bir veri olmadığını, resmi veri olabilmesi için makamların bunu bir sorun olarak görmeleri ve çözüm üretebilmeleri gerektiği söyleyerek başladı konuşmasına.

O bunları söylerken henüz birkaç gün önce katıldığım Aydın Engin söyleşisinde, Aydın Engin'in medyanın halini daha iyi anlayabilmemiz için bizlere sunduğu, aynı olayın dört farklı gazetede dört farklı şeklini anlatan belge niteliğindeki A4 çıktısı geldi aklıma. Çıktıda gördüğümüz olay ekim 2017'de Bodrum'da gerçekleşmişti.
Kadınları görsel olarak kullanmayı seviyor. Çünkü insanlar güzele bakmayı seviyor. Medyanın dili kadının üzerinden kendisine daha çok okur elde etmeyi seviyor. Çünkü insanlar da bu tarz haberlere daha çok meylediyor.

Bir trafik kazasını anlatırken şoförlerden birisi kadın ise onu özellikle "kadın şoför" diye belirtmeyi seviyor. Erkek şoför yazan bir tane bile haber bulamazsınız mesela. Cinsiyet bildirilerek yapılan haberlerde alt metin olarak kişinin cinsiyetine gönderme yapılıyor. "Kadın şoför mü, ha, normal!" diyor okuyan kişi.

Erkek egemen bir ülkede yaşayan kadınların, trafiğe yeni yeni çıktıkları dönemlerde, hem sınırlı saatlerde, hem evdeki erkekten, hem de trafikteki erkeklerden korka korka araç kullandıklarını düşünürseniz, "kadın şoför" diyerek acizlenen davranışların temelinde yine erkeği görürsünüz o başka.

Ya da tacize uğramış bir kadının cinselliğini daha görünür hale getiren şort ya da mini etek giydiğinden, üstelik saçlarının da sarı olduğundan, üstelik bir de "eve döndüğünden" bahsederek, kadını adeta yargısız infaz eden yüzlerce haber metni okumuşsunuzdur.

Ya da bir makama gelen bir kadının haberi kişinin kadınlığı öne çıkartılarak verilir. (Norveç Hava Kuvvetleri bir kadına emanet!)
Bir erkeğin dövdüğü, kanlar içinde yerde yatan bir kadının haberi "Nakavt!" başlığı ile verilir.
Bu habere tepki veren bir site de tepkisini "Sizin ananız bacınız yok mu?" cümlesiyle verir. (Konuştukça batmak mı denir, ne denir?)
(* 2009 yılında 7 üniversite öğrencisinin doğalgazdan zehirlenme haberini hatırlarsınız. Medyanın meslek ahlâkıyla imtihanıydı o haber.)
Bu tarz haberlere tepki gösteren kadınlar ve kadın kuruluşları yaptıkları eylemler ile dikkat çekerek, habercilikte cinsiyet bilincini yerleştirmeye başladılar. 
Töre ya da namus cinayetlerini verirken bahane sözcüğünü eklemeyi öğrendiler.

Gazetecinin her şeyden önce kendi içinde sorumluluk bilincini taşıması gerekir. 
Habere konu olan kişinin özlük haklarını çiğnemeden, kişinin ailesi ve yakınlarını düşünerek, kaş yaparken göz çıkartmadan, gazetecilik meslek ilkelerine sadık kalarak haber yapmalı gazeteci.

Gazetecilik Meslek İlkeleri'nde der ki:

- Gazetecinin temel görevi, gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmaktır.
- Haber, yorum ve görüşler okur ve izleyicinin yayının niteliğini anlayabilmesini sağlayacak biçimde, açıkça birbirinden ayrılmalıdır.
- Cinsel dokunulmazlığa, kadın ve çocuk istismarına ilişkin suçlarda, mağdurun açık ismi ve fotoğrafları yayımlanmamalı; kimliğini ortaya çıkaracak yayınlardan kaçınılmalıdır.
- Özel yaşamın gizliliği esastır. Üstün bir kamu yararı olmadıkça veya kişinin rızası alınmadıkça özel yaşamın gizliliğini ihlâl eden habercilik yapılmamalıdır.
- Şiddeti haklı gösteren, özendiren ve kışkırtan, nefret ve düşmanlığı körükleyen nitelikte yayın yapılmamalıdır.

***

Konuk konuşmacıların sunumlarının ardından soru cevap ile sona erdi söyleşi. Sonrasında da prpjeye emek verenlerle birlikte kameralara poz verildi böyle. 
Gençlerin duyarlılıkları ve toplumda farkındalık yaratma çalışmaları takdire değerdi.
Eve dönerken iç sesim yine konuşup duruyordu beynimin içinde vız vız.
Kadını bir rahat bıraksanız ne kadar iyi olacak diyordu. 
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan eğitim hakkını gasp etmeseniz,
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan özgürlüklerine müdahale etmeseniz,
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan çalışma hakkını yokuşa sürmeseniz,
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan yaşama hakkını görmezden gelmeseniz.
Herkes kadar sevseniz, saysanız, inansanız, güvenseniz,
Sadece kadın doğdu diye itelemeseniz...
Kadın kendi namusuna da, bedenine de, aklına da, işine de, eşine de, çocuklarına da, kısacası hayata mukayyet olabilir işte o zaman.
Sizin de üzerinizden büyük bir yük kalkmış olur böylece. 
Bunun nesi kötü?

***

Yazının sonunda, yukarıda bahsi geçen Yuva Yıkıcı 6284 No'lu yasadan birkaç alıntı yapmak isterim:

6284 No'lu yasanın 2. maddesinin ç ve d bendlerinde:
ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı,
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,

g ve ğ bendlerinde de:
g) Şiddet uygulayan: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri,
ğ) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararlarını, ifade eder, der.

Kanunlarımızda (şimdilik) yeterli yasa var görüldüğü üzere. 
Mesele kanunları tatbik edebilmekte...

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.