SON DAKİKA
Hava Durumu

Güç gösterisi

Yazının Giriş Tarihi: 29.04.2021 23:40
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.04.2021 23:40

Son günlerde iyiden iyiye bir delilik haline bürünen "kişisel hayata müdahale" üzerine 9 Ağustos 2011 tarihinde yazdığım yazımdır:

"Çocukken Ramazan geldiğinde kahvehanelerin camlarını beyaza boyadıklarını hatırlıyorum. Bunu niye yaptıklarını önceleri anlamazdım. Sonra anladım ki içeride oturan oruçsuzların yiyip içtikleri dışarıdakiler tarafından görünmesin diyeymiş.

Ben çocuk halimle "ortası direk"li oruçlar tutmaya çalışırken, onların bu gizlenmeleri dışarıdakilerden korkup çekindikleri için değil de, onlara değer verip kendilerini gizledikleri içinmiş. Hafif utanmayla karışık bir saygıymış yani. Kahvehanenin içindekilerin dışındakilere, dışındakilerin de içindekilere olan saygısı...

Birbirimize saygı göstermeyi unuttuğumuzdan beri içeridekiler ile dışarıdakiler kıyasıya bir kavga halindeler.
Herkes birbirinin bekçisi, savcısı, hakimi, yargıcı.
Yağlı ilmek ellerde, herkes birbirini darağacına çekmek için fırsat bekliyor.
"Ben daha namuslu, ben daha şerefli, ben daha dindar, ben daha günahsız, ben daha laik, ben daha demokrat, ben daha ekabir, ben daha soylu, ben daha asil, ben ben ben ben, daha daha daha daha..."
"Ve benim dışımdaki diğerleri; siz benim tırnağım dahi olamazsınız..."
Karşılıklı böyle düşünen insanların yaşadığı bir memleketteyiz artık.

Geçtiğimiz günlerden birinde pazar yerinde dolanırken ağzında sigarasıyla alış-veriş yapmaya çalışan bir kadına ilişti gözüm. Bu durumun; uzun ve sıcak bir Ramazan gününde, pek çoğunun oruç ağızlarıyla işlerinin başında durduğu pazarcı esnafına karşı yapılmış bir ayıp olduğunu düşündüm.
Yaşı orta yaşın üzerinde olan bu kişinin biraz daha duyarlı olmasını bekledim.
Kendine özgürlüğü savunurken diğerlerine saygı sınırının geçilmiş olması her ne kadar pek hoşuma gitmediyse de; bana göre ayıp olan bu tavır diğer bir ayıbı doğurmadı. Kimse bunun üzerinde durmadı. Günlük koşuşturma içinde eridi, geçti-gitti.
Bu minicik hareketi devasa bir büyüklüğe ulaştırıp, linç haline dönüştürmeye de kimsenin hakkı yoktu zaten. Kişinin zararı sadece kendine olduğu sürece durum sadece onu bağlar. Başkalarını değil.

Birisinin oruç tutup tutmadığı, o kişinin hakkında belirleyici bir bilgi değildir. Kişinin sağlığı elvermiyor olabilir ya da yetişkin bir kişi olarak kendi hür iradesiyle oruç tutmak istemiyordur.

Bu tavrından dolayı cennete ya da cehenneme gidecek olan kişinin kendisiyse eğer, diğer kişileri ilgilendiren bir durum da yoktur. Seçtikleri yolda kimseye zararı olmadan yaşayan insanları cezalandırma yetkisi kimseye verilmemiştir.

Kraldan çok kralcı olmak diye bir söz vardır hani, işte bu cezalandırmaya kalkışma davranışları da işgüzarlıktan öteye geçmiyor.

Dolayısıyla da değerlendirmenin ve cezalandırmanın kendilerine kaldığını düşünen insanların savundukları konulardaki bilgilerinin ne kadar yetersiz olduğu çıkıyor ortaya.

Herkes eşit şartlarda yaratılmış kullarsa eğer, birinin bir diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Kimse kendi kendine kralcılık oynamaya kalkışıp da zararsız insanlara zarar vererek daha büyük günahlar işlemesin.
"Takdir-î îlahi"ye inansın.

Orucunu tutmadığı ya da namazını kılmadığı için yapılan bu babalanmalar, ne yazık ki karısını kesenlere, el kadar çocuklara tecavüz, zavallı hayvanlara işkence ve masum insanların haklarını gasp edenlere, muhtaçlar için toplanan yardım paralarını ceplerine indirenlere, trafikte terör estirenlere geldiği zaman sus-pus olup kalıyor.
O zaman herkesin dilleri lâl, herkesin gözleri kör, herkes mülayim, herkes tevekkel...

Gözlerinin önünde yaşanan tacizlere ve saldırılara müdahale edip zavallı bir insanı koruyamayacak kadar da ödlek.

Zararlı kişilerin verdikleri zararlar "kanuna-yasaya-polise-yargıya" havale edilerek umursamazca kenara çekiliyor, ancak zararsız insanların tercihlerinin üzerine bir o kadar fazla geliniyor.

Bu neyin cür'eti, bu neyin yetkisi, bu neyin sultası?

Kendinden güçsüz bir insana ya da bir hayvana saldırarak üzerinde güç gösterisinde bulunmak ancak ve ancak aciz, aşağılık ve inançsız bir yaratığın marifetidir.

Bunu yaparken arkasına saklandığı bütün söylemler bir yana, esas olan içindeki sevgisizliğidir..."

Bugüne geldiğimizde;
Açık giyindi diye, sigara içti diye, elinde içki şişesi var diye, öyle diye böyle diye insanlara ulu orta saldırma modası aldı başını gitti. Hani saldırganın elinde palası olsa lime lime doğrayacak. Bunu da Allah adına, Allah için yapacak.

"17 gün içmeseniz ölmezsiniz ya!"
Salgın dolayısıyla canı burnunda gezen insanlar ekonomi ile hastalık arasına bu kadar sıkışmışken ve bu kadara eziliyorken, bir de bu dayatmalarla ve yasaklamalarla iyice canından bezdiriliyor.

Hükûmet, koronavirüs önlemleri kapsamında ülkeyi (bayramı da içine alacak şekilde)17 gün kapatınca, akıllarınca çaktırmadan, torbanın içine 17 günlük alkol satış yasağını da atıverdiler. Bunu duyan içiciler, "Ramazanda içmesek de nasılsa bayramda içeceğiz" diyerek marketlere saldırdılar ve onlar sayesinde "ramazan ayında yapılan içki satışında" rekor seviyeye gelindi. (İşler iyi kısacası. Biliyorsunuz, devletin kasasına en büyük girdilerden biri alkollü içeceklerden alınan KDV ile sağlanıyor. )

Bu kararı protesto edenleri "17 gün içmeseniz ölmezsiniz ya!" aklı ile püskürtmeye çalışan "medeni ve demokrat" insanları anlamak ise namümkün.

Onlar insanların 17 gün boyu içeceklerini düşünürken, "Sarı İneğin Hikâyesi"ni de duymamışlar ihtimal.

Ben gibi, şahsı alkolle pek içli dışlı olmayan, alkolün maddi-manevi zararlarını gayet iyi bilen pek çok kişi, alınan bu karar ile "alabilme özgürlüğü"nün ortadan kaldırılmasına içerlediler ve "Bugün alkol, yarın ne?" diye sorguladılar.

Çoluk çocuğunun rızkını tekel bayiine yatıranların, içip içip dağıtanların, kanındaki alkol seviyesi arttıkça helva gibi yumuşayarak bir köşeye kıvrılıp uyuyanların ya da enerji patlaması yaşayarak sokak ortasında göbek atanların dertleri kendilerine, zararları çevrelerinedir.

"Ağzına içenlerin" pek çoğu Arefe'den bir gün önce "son kesip", Bayram gecesi kaldıkları yerden yeniden başlarlar.

Alkolikler ya da dini ritüellerle başı hoş olmayanlar, onlar "en iyi dostları, içki-sigaralarına" her şekilde ulaşırlar. (Malum, yasaklanan her şey kendine merdiven altında, karanlıklarda yer bulur.)

Hiç içmeyenler deseniz, onların dünyasında Tekel ya da alkol sözcüklerine rastlanmaz.

Ekmek parasını zor bulanlar deseniz, o da onu götürüp tekel bayiine yatırmaz.

İnsan içiyor diye kötü insan, içmiyor diye iyi insan olmaz.

Lakin denge şarttır. İpin ucu bir kaçarsa onu artık kimse tutamaz...

Soralım o zaman:
Şimdi bu yasak kime ve neye? Bu yasağın pandemi ile alakası ne?

Fırsatçılık mı, kapkaççılık mı, dayatmacılık mı, korumacılık mı, saçmalık mı, ben yaptım olduculuk mu, ne?

Yoksa "128 milyar dolar nerede?" ya da "Aşılar nerede?" ya da "Soykırım suçlamasını niçin yedik?" diye sormayalım diye mi, ne?

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.