SON DAKİKA
Hava Durumu

Aşk olsun Emma...

Yazının Giriş Tarihi: 17.11.2017 12:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.11.2017 12:44

Bir film izlersin, bir kitap okursun, bir şarkı dinlersin.

Aynı eserleri on yıl sonra bir daha, yirmi yıl sonra bir daha izler, okur, dinlersin ve aynı eserden her seferinde farklı etkilenirsin.

Algın, anlayışın, yaşanmışlıkların, öğrendiklerin, izleyip gözlediklerin, kenara yazıp cebinde biriktirdiklerin, hepsi ama hepsi etkendir bu etkilenimlerde.

Kitap Kurtları Kulübü olarak ekim ayı okuması için seçtiğimiz Fransız yazar Gustave Flaubert'in Madam Bovary kitabını daha erken yaşlarımda okumuş olsaydım eğer, "Vay be, ne aşk hkâyesi ama!" diye düşünebilirdim mesela.

Şimdi ise, "Heba olmuş bir ömür..." diyorum.

Kitap 1851-1856 yıllarında yazılmıştı oysa ve kitap o günden bugüne hep aynıydı.

Yorum ve anlayış ise okuyucuya ve zamana göre değişiyordu.

Gustave Flaubert / Madam Bovary

Sâmih Tiryakioğlu çevirisinden okuduğum Madam Bovary için, gerçekçilik akımının en iyi örneklerinden biri diyebiliriz. Kitap bir aşk romanı gibi görülse de, bu gerçekçiliği ile romantizme ve romantiklere bir tepki olarak insanların en doğal halini yansıtıyor sayfalarında.

Rembrant'ın Ölü Tavuskuşlu Natürmort tablosundaki kadar sert, Konstantin Makovsky'nin Maslenitsa on Admiralteyskaya Square in St Petersburg tablosundaki kadar kalabalık ve bir o kadar da zengin ve detaylı bir anlatımla yazılmış kitap.

Konstantin Makovsky - Maslenitsa on Admiralteyskaya Square in St Petersburg

Bundan bir önce okuduğumuz Faulkner'ın Ses ve Öfke kitabı sürrealist bir ressamın fırçasından çıkmış gibiydi oysa...

Kitaptaki gerçekçi betimlemeler kitaplarla arası iyi olmayanlar tarafından pek cazip bulunmasa da okuma sevdalıları için hayranlık verici denilebilir. Betimlemeler gayet dozunda yapılmış ve kitap "gibi"lere boğulmamış.

Ki Ece Temelkuran'ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar kitabını okuduğumda, "Bu kitapta en çok kullanılmış sözcük 'gibi' olmalı" diye düşünmüş ve "Her şey ama her şey de bir şeye benzetilmez ki..." demiştim kendi kendime.

****

Madam Bovary, yazıldığı dönemde büyük yankılar uyandırmış ve Flaubert o dönemde bile oldukça şaşırtıcı görünen bir gerekçeyle, ahlâk ve dine aykırılık nedeniyle yargıç önüne çıkartılıp yargılanarak en sert biçimde cezalandırılmak istenmiş. Bu dava yüzünden adı bugünlere kadar gelen savcı Pinard, bu kitabın gerçek amacının, evlilikte aldatmayı yüceltmek, cinsel duyguları abartıp kışkırtmak, bu yolda dinsel ögeler de kullanarak inanç konusunda kuşkular yaratmak olduğunu öne sürmüş. Yargılama sonunda yazar, yaptığı güçlü savunma sayesinde zor da olsa aklanmış.

Laf aramızda; Halit Ziya'nın Aşk-ı Memnu'yu yazarken bu kitaptan esinlediği söyleniyor...

Kitap, pek de parlak olmayan bir çocuğun annesinin verdiği mücadele ile okuması, doktor olması, (Charles aslında tam doktor değilmiş. O dönemde Fransa'da hekimlik unvanını almaksızın mesleğini icraya izinli olunabiliyormuş. Bu uygulama 1892'de kaldırılmış), yine annesinin ısrarı ile kendisinden büyük ve (sözde) zengin bir kadınla evlenmesi, mesleğinde pek de başarılı bir hekim olamayışı, hasta için çağrıldığı bir çiftlikte hasta adamın kızı olan Emma'dan hoşlanması, çiftliğe daha sık uğraması, karısının bu ziyaretlerin sıklaşmasından şüphelenerek Charles Bovary'yi sıkıştırması ve bir gün aniden avluda çamaşır sererken ağzından kan gelmesi ve ertesi gün ölmesi ile başlıyor. Hayret!

Charles karısının ölümünden sonra Emma'ya yaptığı ziyaretleri sürdürmesi ve eğitim almış, piyano çalan, kitap okuyan ve okuduklarından öğrendikleri ile farklı bir hayat hayali içinde olan Emma'nın da doktora (doktorun kendisine yaşatacağı hayata) karşı yakınlık göstermesi ve sonunda da Charles ile Emma'nın evlenmesiyle devam ediyor kitap.
Ancak Emma evlenmekle hayallerine kavuşamıyor. Vasat bir kasabanın vasat bir doktoru değildir ki onun hayallerindeki adam. O da etrafında hayallerine uyan birilerini aramaya başlıyor. Sonunda da hayal ettiği hayatı yaşatabileceğine inandığı kasabanın genç noter kâtibi Leon'a aşık oluyor. Leon Emma'nın hayatında bir ilk oluyor, lakin son olmuyor. Çocuğunun bakıcı ellerinde sefalet içinde büyümesine dahi aldırmayan Emma  hayalindeki aşkı aramaktan vazgeçmiyor, ancak o aşka bir türlü ulaşamıyor. Ulaşsa da ulaştığını fark etmiyor.

Sonu gelmez, bitmek bilmez bir mutsuzluk içinde kıvranıp duruyor...

Charles ise karısındaki mutsuzluktan bihaber yaşıyor, dolayısıyla karısının arayışlarının ve yaşadıklarının da hiç farkına varmıyor. 
Ona göre bu kadar güzel ve donanımlı bir kadın zaten kendisine fazladır ve Charles ona hizmet etmeli, onu hiç üzmemelidir. Fakat Charles karısını mutlu etmek için ne yapması gerektiğini hiç bilmiyordur. Ne dans etmeyi bilir Charles, ne kitaptan, ne müzikten, ne de giyim kuşamdan anlar. Yüzemez, eskrim yapamaz, tabanca atamaz. Üstelik bir de karısının mutlu olduğunu düşünür. Neyi eksiktir ki?

Aşk olsun Emma, sen de ne kadar çok şey istiyorsun böyle...

Charles'ı beğenmeyen Emma ise gerek yaşadığı aşklarla olsun, gerek lüks tüketim çılgınlığı ile olsun gittikçe çukura yuvarlanırken itibarını da zedeler ve sonunda ekonomik olarak da işin içinden çıkamaz hale gelir. Eski aşıkı Rodolphe'a para istemek için gittiği bir gece, bir darbe de ondan alır. Rodolphe Emma'nın kendisine aşk için geldiğini zannederken ve zamanında Emma'ya yaptığı kötülüklerin altında kıvranırken Emma'nın kendisinden üç bin frank istemesiyle; "Ya? Bunun için gelmiş demek" diye düşünür.
"Aşk üzerine düşen sağanaklardan en soğuğu, en yıkıcısı para isteğidir." der yazar burada.

Rodolphe vermez Emma'ya o parayı. Emma için artık yolun sonudur.

Ve kitabın sonunda Emma intihar eder. Tıpkı Charles'ın ilk eşi gibi ağzından kan gelerek, kan kusarak ölür o da. 
Emma'nın ölümünden sonra Charles'ın üzüntüsü, Emma'yı diriltme arzusu ve sonrasında karşılaştığı olaylar üzerine içine girdiği halet-i ruhiye ise özenle okunmalı...

****

Romanda aşk ve aldatma üzerine sorgulamalar olduğu kadar, din ve bilim üzerine de sorgulamalar var.

Kitaplar yine tehlikeli, din yine bilimin önünde, insanlar yine acımasız.

En ufak bir odanın bile uzun uzun betimlendiği kitapta eksik olan bir şey varsa; o da tüm aşk sahnelerinin sanki eski Türk filmlerindeymişcesine, adeta yanak yanağa pozlar ile bitmesi, sahnenin kararması, perdenin inmesi.

Hoş; o dönemde bu kadar yazabilmek de kolay değil. Yazının başında bu kitapla ilgili yazara açılan davayı hatırlayın...

Kızım olmasın

Erkeklerin özgürlüğünü ve kadınların sınırlandırıldığını gören Emma hep bir oğlu olmasını istiyor. Kızının da kendisi gibi kapana kısılan birisi olmasını istemiyor. Erkekleri daha özgür ve ne isterlerse onu yapabilir olarak görüyor. Ancak kızı oluyor.

Emma'nın kızını sütanneye bırakması ve kızına bakan kadına kötü davranması, kızını reddetmesi olarak da yorumlanabilir. Bir oğlu olsaydı, belki...

Can sıkıntısı

Aristokratlar ev işlerini hep başkalarına yaptırdıkları için sıkılacak kadar zamanları çok.

O dönemlerde soluk benizli olmak bir erdem. Çünkü yanık tenli olanlar tarlada çalışan işçilerdir, evde oturan elitler ise bembeyazdır. Hatta daha beyaz olmak için pudra bile sürüyorlardır. Bu beyazlıktan ötürü bedenlerindeki mavi damarlar yüzeyden göründüğü için aristokratlara mavi kan dendiği söylenir.)

Her zaman güncel olan cümleler de var elbet:

"İnsanin kendisine beslediği güven bulunduğu yere göre değişir"

"İki türlü ahlak vardır, birisi küçüktür, beyliktir, durmadan değişir, bar bar bağırır, tıpkı şu gördüğünüz aptallar topluluğu gibi yerlerde sürünür, kımıldar durur. Ama ötekisi, yani sonsuz ahlak tıpkı bizi çevreleyen şu manzara, bizi aydınlatan şu gök gibi, bunun dışında, üstündedir."

Bilim kötü, kitaplar tehlikeli, din baştacı

Emma'nın cesedi başında eczacı Homais ile Papaz'ın din üzerine yaptıkları ateşli tartışmalar okunmaya değer doğrusu. Homais'in aklını ve bilimi kullanarak aldığı yol da takdire şayan.

Beden ve ruh farklı mekanlarda olunca acı kaçınılmaz

İnsanın yalnızlığı ne kadar derinse aşkı(!) da o kadar büyük oluyor. Benim kitapta gördüğüm böyle bir (birkaç) aşk doğrusu. Yerini bulamamış ve yerinin ne olduğunu da bilmeyen bir kadının çırpınışlarını gördüm.

Nasıl sevilmek istiyorsa öyle sever insan

Madam Bovary delice aşık olunmak istiyor, o yüzden hep şiddetle aşık oluyor.

O birisini ne kadar çok severse o kişi tarafından o kadar çok sevilir zannediyor ama bu müptelalıkları ile hafif bir kadın olarak nitelendirilmekten öteye geçemiyor.

Kadın olmak her dönem zor. Emma o yüzden hep oğlu olsun istiyor.

Charles Bovary

Kitap boyu Charles'ın Emma'ya aşık olduğunu düşünmedim. Emma'ya kendisinin hak etmediği kadar güzel bulduğu, kendisine sınıf atlattığı ve görmediklerini gösterdiği için hayran, lakin kadının mutsuzluğunu anlamayacak kadar anlayışsız birisi Charles.

Charles'in bütününe bakınca hayatında anne karakterinin ne kadar baskın olduğunu görüyoruz.

Annesinin kendisi için bulduğu ilk karısı da baskın bir karakter.

Charles'ın kendi bulduğu ikinci karısı Emma ona keza. (Emma'dan hiç hazzetmez zaten yaşlı Madam Bovary)

Aslında Charles pasif bir karakterdir.

Hayatı boyunca iyi bir öğrenci olamamıştır, iyi bir koca olamamıştır, iyi bir doktor da olamamıştır. Başkaları onu farklı nitelendirse de o kendisini biliyordur.

****

Kitabın yazılmasının üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, kadın erkek ilişkilerinde olsun, kadın özgürlüğü ve kadın haklarında olsun, toplumların bilim, sanat ve dine bakış açılarında olsun, kitapların tehlikeli bulunmasında olsun pek de fazla yol aldığımız söylenemez değil mi?

Biz yine de yolculuğumuza bıkıp usanmadan devam edeceğiz...

* Bir öneri: Bu kitabı okuyanların Woody Allen'ın Yan Etkiler kitabındaki "Kugelmass Olayı" bölümünü okumalarını ayrıca öneriyorum.

Aralık ayında yapacağımız gelecek toplantımızın kitap seçimi Charles Dickens'ın İki Şehrin Hikâyesi kitabı oldu. Bu kitabı seçmemizde kitabın Fransız Devrimi ekseni etrafında biçimlenmesi ve Madam Bovary'de yakaladığımız dönemi incelemesidir. 

İki Şehrin Hikâyesinde görüşmek üzere, hoşçakalın... 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.