SON DAKİKA
Hava Durumu

Sizin çocuklarınız çaldı, bizim çocuklarımız öldü

Yazının Giriş Tarihi: 02.01.2014 08:27
Yazının Güncellenme Tarihi: 02.01.2014 08:27

Bir yıl geride kalınca gazeteler geride kalan yılın "en"lerini seçer birçok kategoride. Bu yıl da böyle oldu.

Gazeteler ve gazetelerde köşe yazan arkadaşlar (özellikle yerelde) geleneği bozmadılar ve kimi "geyik" kıvamında kimisi de çok isim geçirerek okunma katsayısını yükseltme kontenjanından "en"ler seçimi yaptılar.

Hep gazeteciler "en"ler seçimi yapacak değil ya. Ben de okuyucu olarak 2013 yılını en iyi anlatan gazete manşetini seçeyim diyerek tek kişilik jüri oluşturdum ve 2013 Türkiye'sini bir tek manşetle en iyi anlatan gazeteyi seçtim. BİRGÜN gazetesi kazandı.

Manşet; yazının başlığında okuduğunuz gibi: 'Sizin çocuklarınız çaldı, bizim çocuklarımız öldü'.

Hep gazeteciler seçecek değil ya "en"leri, bu da okuyucu seçimi olmuş oldu.

Bu arada hep tekrar ediyorum. Ben gazeteci değilim. Ekmeğimi bu işten kazanmıyorum. Şurada arada iki satır yazı yazarak fikir paylaşmaya çalışıyorum.

Bir de moderatörlüğünü sevgili Ali Mollasalih'in yapmış olduğu katılımcıları Niyazi Pakyürek, Hilmi Tanış, Özcan Mertyürek ve benim tarafımdan oluşan ve her hafta Bursa TV'de yayınlanan "Memleket Halleri" diye bir televizyon programında adı üzerinde memleket hallerine ilişkin hasbıhal ediyoruz. Şüphesiz derdimiz yine gazetecilik değil. Haddimizi biliyoruz ve memlekete ilişkin kaygılarımızı tartışıyoruz.

Dünyaya farklı yerlerden bakan insanlar olarak bir araya geliyoruz ve konuşuyoruz. Şükür ki henüz aramız da bir kavga çıkmadı. İnsani, medeni ve beşeri bir zemin sürüyor. Üstelik çokta özgür bir ortam.

Ne TV patronu ne de yapımcı hiçbir kısıtlama yapmıyor. Yereldeki diğer bazı medya kanalları gibi; şu çıkar bu çıkamaz, şunlar konuşulur, bunlar konuşulamaz, şuraya yakın dur, buraya uzak dur türünden bir basınçta yok üzerimizde. Rahatça konuşuyor ve tartışıyoruz. Bazen anlaşıp çoğu zamanda anlaşamıyoruz ama fikrimiz hür, vicdanımız hür... Bu dönemin medyası düşünülünce daha ne olsun. Nerede bu özgürlük. İşte bir de Bursaport'ta...

Açıkçası izlenme oranımız nedir bilmiyorum. Ne kadar etkili bir program oluyor onu da bilmiyorum ama bir yerel gazetede yılın "en"lerini seçen bir arkadaşımızın "en"ler kategorisine girmişiz. Bu arkadaşımız bizi "yılın çakma gazetecileri" kategorisinde Ali Mollasalih ve saz arkadaşları olarak ödüle uygun görmüş.

Bizim için iyi bir başlangıç olmuş yani. En azından bir kategoriye uygun görülmüşüz. Transfer tekliflerine açığız! Bir tek şartımız var. Özgür olacağız ve medya patronları manipüle etmeyecek programları! Yerelde böyle bir medya ortamı ne kadar var onu da bilemiyorum. Malum seçim kapıda herkes bir yere "yakın olma" ve "reklam kapma" derdi yaşayacak.

Biraz önce bu programdan geldim. Yine epey bir memleket meselesini konuştuk. Yayın notlarım önümde duruyordu.

"Dur yahu şunları oturup yazayım" diyerek başladım bu yazıya.

2014'ün ilk günü olunca doğal olarak 2013'ü konuştuk.

Bana sorarsanız 2013'ün en önemli olayları bir umut olarak başlayan "Gezi Direnişi" ve bir "ortaya serilme hali" olarak yolsuzluk ve rüşvet operasyonu. Bu nedenle Birgün Gazetesi'nin manşeti çok vurucu olmuş. "Sizin çocuklar çaldı. Bizim çocuklar öldü." Gezi direnişininde kaybettiğimiz gençlerimiz ve bakan-başbakan çocukları.

Bizim çocuklar. İsimlerini tek tek anacağım Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük, Hasan Ferit Gedik, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan. Daha eşit bir ülke sevdası peşinde koşarken polis terörü ile gencecik yaşta hayatlarını kaybettiler.

Başta Muammer Güler olmak üzere bakan çocuklarını hızlı geçiyorum. Onların nasıl zenginleştiğini okudunuz zaten. Şimdilik tutuklanmış durumdalar. Yargı süreci devam ediyor.
Ben programda anlatmaya çalıştığım Başbakan'ın oğlu Bilal Erdoğan'dan bahsedeceğim biraz.
Teknik takip ve dinleme kayıtlarına göre bazı durumlar şöyle!

1- Ali Ağaoğlu "proje 46" olarak bilinen bir işe başlar. 46 bilirsiniz akıl hastalığı ile ilgili ceza kısıtlaması olan bir maddeyi anımsatır. Proje Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi arsası üzerine yapılacak konutları içerir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile bir anlaşmaya varılır ve imar değişikliği öngörülür. Ancak İBŞB Meclisinden bu değişiklik geçmez.

Ali Ağaoğlu bu duruma çok sinirlenir. "Herkesin önünde bana söz verdi ama bu değişikliği yapmadı" diye kükrer. Konu AKP İBŞB on yıllık meclis üyesi Timur Soysal aracılığı ile Başbakan'a iletilir ve gerekli talimatlar verilerek Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tarafından sorun çözülür. Buraya kadar eyvallah.

Dinleme kayıtlarına göre Ali Ağaoğlu konuşmalarında "sorunu BÜYÜK PATRONA ilettik ve çözdü" der. Sonra yine gülerek "Büyük Patron bize faturayı kesmiş" diyerek İstanbul Ataşehir'de bulunan yirmi dönümlük arazisini Başbakan'ın oğlu-kızı ve yakınları tarafından kurulmuş olan TÜRGEV Vakfı'na bağışlar. Arazinin bedeli eski parayla 200 trilyondur.
Yine Ali Ağaoğlu bu konu ile ilgili Erdoğan Bayraktar ile telefonda konuşurken "binayı biraz daha yüksek yapacağız" der ve Bakan da " kafana göre yap işte" der. Tüm bunlarda teknik takibe takılır iyi mi.

2- İstanbul'da Zorlu Center adı altında bir büyük bina imar mevzuatına aykırı olduğu için açılamaz. Bina usulsüzdür ama bedeli iki buçuk milyar dolardır. Süleyman Soylu'nun yeğeni olan Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürü olan Ahmet Akyıldız tarafından sorun çözülür ve bina kullanıma girer. Bedeli son derece kıymetli iki dükkân açılır burada. Günaydın Köfte Döner ve Gülhane Döner. Bu dükkânlar Bilal Erdoğan'ın sahibi olduğu Doruk Izgara A.Ş.'nin dir.

Sanırım anladık, mesele sadece "altı gemicik değilmiş arkadaş". Bu ve benzer başka "hesapları" saymayarak mevzuya girmeye çalışacağım.

Programda bunları konuşmaya çalıştık.

Diğer arkadaşlarımız haksızlık yapmak istemem ama ağırlıklı olarak konuyu "bu uluslar arası bir operasyondur, İsrail ve ABD Erdoğan'ı yemeye çalışıyor, bunu önce Gezi'de denediler, olmayınca bu yönteme başvurdular, Tayyip Erdoğan başta ekonomi olmak üzere uluslar arası ilişkilerde ülkemize hamle yaptıracak girişimler yaptı bu durumda birilerinin işine gelmedi" diyerek açıklamaya çalıştılar.

Bana göre; Bu hükümet içinde bir "iktidar kavgasıdır". Burası zaten hepimiz tarafından malum.

Recep Tayyip Erdoğan ile Cemaat "tokuşmaktadır". Burası da malum.

Başbakan'ın etrafındaki çember daralıyor. Kendisinin, ailesinin ve hükümetinin itibar kaybı sürüyor. Durmadan güç kaybediyor ve gücü korumak için hamleler yapıyor.

Bu durumda görünen o ki;

a- Cemaat ABD'ye güvenmese ve yapılan soruşturmaların gerçeklik payı olmasa bu işe başlamazdı. Belli ki bu yolsuzluk ve rüşvet meselelerinin gerçeklik payı yüksek. Cemaat Başbakan'ın "defterinin dürüleceğini" düşünüyor ve sonrasında oluşacak iktidar da kendisine yer açıyor. Bu mümkün olmazsa Recep Tayyip Erdoğan'ın Cemaati kelimenin tam anlamıyla "dağıtacağı" ve dışarıda kimseyi bırakmayacağını ön görmek zor değil.

b- Cemaat, ABD'nin Afrika operasyonlarında önemli bir partneri olduğuna göre kendisinden çok kolay vazgeçilemeyeceğini okuyor bir yandan.

c- Diğer yandan AB-ABD ve uluslar arası sermaye öyle bir kalemde AKP'yi hemen gözden çıkaracak bir durumda olmadığını tahmin etmekte zor değil. Bu durumda Tayyip Erdoğan'ın başında olmadığı bir AKP akla daha yatkın görünmektedir. Bu durumda daha yumuşak bir figür olarak duran Abdullah Gül'lü bir AKP akla yakın görünmektedir. Üstelik İngilizce biliyor, Suudi Arabistan ve ABD ile ilişkileri gayet iyi. Bu arada Mehmet Şimşek ve uzun yıllar ABD'de bulunmuş Ali Babacan'ı yabana atmamak gerekir.

d- Bu arada ABD'nin başını çektiği ekibin Ortadoğu stratejisinin çöktüğünü unutmayalım. ABD çoktandır ağırlığını Pasifik'e kaydırdı. Ortadoğu'da "Ilımlı İslam" politikalarından vazgeçti. Suriye ve Mısır'da planları boşa çıktı. Destek verdiği gruplar sadece kanlı mezhep kavgalarını yarattı. İran'ın Şii gruplar açısından çekim merkezi olmasına neden oldu. Bu ve benzer nedenlerle Recep Tayyip Erdoğan gibi "şahinlere" ihtiyacı kalmadı.

e- Yine bu arada İran'da yeni seçimler gerçekleşti. İran açısından kavram biraz değişti. ABD İran'ı küresel sürecin içerisine çekerek gücünü zayıflatma planlarını devreye aldı. Ambargodan bunalan, ekonomik sıkıntıları canına tak etmiş İran halkı bu sürece "tav" gibi durmakta. İran ambargosunu delen Halk Bankası'na da bu arada gereken "ceza kesildi".

f- AKP'nin Kuzey Irak petrolleri ile ilgili Irak bütünlüğünü hiçe sayan tutumu ve ABD'nin isteği dışında almaya çalıştığı rollerde ayrıca "can sıkan bir hale" gelmişti. Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuda dar çıkarcı tutumu da defterden silinmesi için bir rol oynamış olabilme potansiyelini her zaman taşıyor. Getirenler bu nedenle götürmeyi hızlandırmış olabilirler.

g- Bu arada "çözüm süreci" sekteye uğrar diye Kürt muhalefetinin bunca yaşanana "çekinik" durmasını da unutmamak gerekli. Sanırım onların yanılgıları da şurada. Aslında sıfırı tüketmiş, rüşvet ve yolsuzlukla bir batağa sarmalanmış bir hükümetten Kürt sorunu çözmesini beklemekte başka bir hayalcilik.

h- Recep Tayyip Erdoğan'ın son zamanlarda Şanghay bloğuna girme arzusunu ifade etmesi ve Çin'den füze alma girişimi bile ne Rusya'yı ne de Çin'i heyecanlandırmadı. Anlaşılan Rusya ve Çin, Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemlerine itibar etmiyor. Dış politika da iyice yalnızlaştı.

PEKİ, NE OLUR?

Şimdilik bu rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarında "heybedeki turpun büyüğü çıkmadı", çıkmasın diye de Recep Tayyip Erdoğan hamle üstüne hamle yapıyor. Güçlü görünmeye çalışıyor.

Adli Kolluk Yönetmeliği'ni değiştirerek koruma duvarı oluşturmaya çalışıyor. Soruşturmayı yürütenleri görevden alarak durumu idare etmeye çalışıyor. Çekirdek kadroya çekilerek bir tür "savaş haline" geçiyor. HSYK ve Danıştay yönetmeliği iptal ederek karşı hamle yapıyor ve mücadele sürüyor.

Sonuçta belli oldu ki ülkemizde daha öncesinde olduğu gibi bağımsız yargı diye bir şey yok.

Yargı mekanizmaları iktidar kavgasının bir aracı. Bu durum 12 Eylül'de de böyle, 28 Şubat'ta da böyle, Ergenekon, Balyoz ve KCK yargılanmalarında da böyle. Şimdi de böyle.

Eğer yargıda Cemaat bir kontrol sağlarsa: Hükümet hırsız olur.

Eğer yargıda hükümet bir kontrol sağlarsa: Cemaat ajan ve vatan haini olur.

BU DURUM SEÇİMLERİ NASIL ETKİLER?

Bakın bu konuda ben fikir yürütemiyorum. Fikri olanlar bana da anlatsın.

Geçenlerde Washington Post'ta çıkmış bir haberinin çevirisini okudum ve bugünkü programda paylaştım.

Haber şöyle:

Yolsuzluk üzerine Moldova ve İsveç'te yürütülen bir alan araştırması yapılmış.

Özetle; hizmet götüren ama yolsuzluğu da bulaşan bir belediyeye ne ölçüde hoşgörülü yaklaşılacağı sorulmuş. İsveçliler hiçbir kayıt ve şart altında yolsuzluğa onay vermezken, Moldovalılar "becerikli" bir belediye başkanının bu tip zaaflarını görmezden gelebileceklerini ifade etmişler.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün Yolsuzluk Algılama Endeksi'nde İsveç 3'üncü, Moldova 102'nci sırada.

Türkiye'nin yeri ise 55'incilikmiş.

Ne dersiniz umutlanalım mı?

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.