SON DAKİKA
Hava Durumu

Kobane ateşi Faruk Çelik'i de yakar !

Yazının Giriş Tarihi: 18.10.2014 11:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.10.2014 11:05

Ahmet Emin Yılmaz'ın köşesini sıkı takip etmenizi öneririm. Mesele gazetecilik mi, iktidar bülteni mi, algı operasyonlarına destek mi, bilemem... Ama gündemin 'ezberleri' dışında satır aralarındaki niyetleri anlamak açısından takibe değer.

Kobene, IŞİD vahşeti, ülkemizin değişik kentlerine yansıyan "iç çatışma" görüntüleri ve tüm bu fotoğrafın bir algıya dönüştürülmesi için başta AKP yetkilileri ve basın üzerinden yürütülen çabaları bu yazıda tartışmak istemem, yerel medyadaki "destek telaşı da" bu yazının konusu değil. Ama ezberler dışında objektif akılla, biraz vicdanla, biraz da insani duyarlılıkla okuduğum satır aralarını paylaşmak isterim.

Bakın açıklama nasıl yer aldı, Ahmet Emin Yılmaz'ın köşesinde:

Çatışmaların sürdüğü Kobane'nin hemen karşısındaki Suruç'a ve sınıra defalarca giden Faruk Çelik yaşananları değerlendirirken şunu anımsattı:

"Olaylar patlak verdiği zaman Türkiye PYD'den şunu istedi: Özgür Suriye Ordusu ile birlikte olup zalim Suriye yönetimini ortadan kaldırın, Suriye zaten sizin. Ama tam tersine ÖSO'ya yönelik eylemler oldu."

Gelinen noktayı söyle tanımladı:

"Türkiye, bunların olacağını önceden gördü, ama birileri göremedi. Kobane şimdi sıkıntıyla karşı karşıya."

Kaygısını da ortaya koydu:

"Problem net. Fakat uluslararası kuruluşlar sağlıklı değerlendirme yapamazsa IŞİD komşumuz olacak."

Şimdi ne demiş Faruk Çelik, biraz anlaşılır hale getirelim. Aslında şöyle demiş:

"Biz Suriye Kürtleri'ne ÖSO ile birlikte Esad'ı devirme görevi verdik ancak onlar bizim verdiğimiz görevi yapmadılar bu nedenle şimde Kobene'de IŞID tarafından burunları sürtülüyor, katliama uğruyorlar, işgale uğruyorlar. Bizim dediğimizi yapmayanların sonu bu olur" demiş.

Arkadaşlar Ortadoğu'nun ağası ve paşası ya, onlar kime ne rol biçerse rolünü oynamak zorunda ya, neo-Osmanlıcılık heveslerinde "hizayı bozan" olursa cezalandırılır ya, insani, vicdani, tarihsel hiç bir değerin önemi yok ya, sözde Ortadoğu lideri "reisleri" böyle istiyor ya, buna uygun ortam oluştururuz ahvalini satır aralarında anlatmış.

Açıklamanın diğer bölümlerinde IŞİD'in meşrulaştırılmasını sağlayacak görüşlerini de epey bir sıralamış. Merak eden açıp köşeyi okuyabilir ama özetle "Ortadoğu'daki zalim liderler nedeniyle IŞİD oluşmuştur, sorun sünni Arap aşiretlere uygulanan baskıdır ve IŞİD bu baskı nedeniyle oluşmuş bir tepki örgütüdür" diyerek yaşanan vahşeti "mezhepçi bir duruşa" bağlayıp işin içinden çıkmış.

Tabii, Ahmet Emin Yılmaz nedense sormamış ya da en azından bir yorumda bulunmamış.

"Yahu sünni Arap aşiretleri Suriye Kürtleri baskıya uğratmadı ki, ne alakası ve ne amacı var şimdi Kobene'de kafa kesmenin ve vahşet yapmanın?" Sormamış işte.

Şimdilerde Kobene'de yaşananlar başka bir algıya çevrilmiş durumda. Hakim medya eliyle AKP yaşanan dramı siyasi avantaja çevirmek için elinden geleni yapıyor. Faruk Çelik demeçleri ve bunları köşesine taşıyan Ahmet Emin Yılmaz ile Olay da çok farklı bir yerde değil bu konuda.

Suruç'tan Kobane'ye bakış

Başka bir değerlendirme ve okuma yapmaya çalışırsak sanırım söze şöyle başlamalıyız; Kobene'de iki ordu savaşmıyor!

Vahşi bir çete insanların yaşadığı kenti işgal ediyor ve onları yurtlarında katlediyor. Durumu anlamak için ırkçılığa gerek yok. İnsani duygu yeterli. İtiraz ve direniş bu çok meşru yani.

Düşünün bir kez ırkçı, mezhepçi, yayılmacı, kısa yoldan zengin olmacı duygularınızı bir kenara bırakarak düşünün ama.

Evinizde, yurdunuzda, tarlanızda, köyünüzde çoluk çocuğunuzla yaşıyorsunuz ve bir gün, birileri çıkıp geliyor; ellerinde silahları, palaları ve kapkara bayraklarıyla, sizin kafir olduğunuzu, Allah adına ölmeniz gerektiğini söylüyorlar. Akrabalarınızı katlediyorlar bir bir. Henüz yeni yürümeye başlamış oğlunuza, gözünüzden sakındığınız kızınıza kıyıyorlar. Eşinize tecavüz ediliyor. Evinizi talan ediyorlar. Komşularınız, sevdikleriniz ölüyor.

Yardım istiyorsunuz. Komşu kasabalardan, yakın şehirlerden, ülkelerden, dünyadan yardım istiyorsunuz ama sesinizi duyan, sizi umursayan olmuyor.

Kobene'deki durum tam da bu aslında. Ama birileri çıkıp bu fotoğrafı bize "biz onlara Esad'ı devirmeleri için görev verdik ama yapmadılar" diye anlatıyor. Birileri de bunu hemen her gün yazıyor.

Aslında hepimiz biliyoruz ki bir algı yönetiliyor, IŞİD ve IŞİD vahşeti meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Hafızamızı biraz taze tutarsak bugün Faruk Çelik'in bugün söylediklerinin aslında yeni olmadığını bunun çok önceden başladığını görebiliriz.

Hatırlayalım. 15 Eylül'de IŞİD'in Kobane kuşatması başladıktan dört gün sonra (19 Eylül) 6 bin Kobaneli Türkiye sınırına geldi.

Sabah saatlerinde sığınmacıların sınırda engellendiği bilgisi yayıldı. Sayı artınca hükümet sınırı kapalı tutamayacağını anladı ve kapı açıldı. 

Ertesi gün (20 Eylül) Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve Yalçın Akdoğan başkanlığında hükümetten bir heyet bölgeye gitti. Ancak heyet Suruç sınırında tepkiyle karşılandı, protesto edildi ve bunun üzerine bölgeden ayrılmak zorunda kaldı. Tabii Suruç Soma olmadığı için de heyetin adamları kimseyi tekmeleyemedi.

Heyete yönelik tepkilerin esas nedeni sınırdan geçişler konusunda çıkarılan zorluklar değildi aslında.

AKP'nin genel IŞİD politikası bu tepkilere neden oluyordu. Devamında Kobane'yle dayanışmak için günlerce Suriye sınırına biriken Türkiyeli Kürtler gazlı, coplu müdahalelerle karşılaştılar.

Sınırın bir yanında IŞİD saldırırken hemen ötesinde de polis ve jandarma, sivil dayanışma gösterisini bertaraf etmek için sert önlemlere girişti. Sınıra gidemeyen/gitmeyen Kürtler günlerce bu dramatik sahneleri izleyerek bekledi.

Ortaya şöyle bir algı çıktı; Kobane'nin doğu, batı ve güney yönünden IŞİD, kuzey yönünden ise Türkiye saldırıyor!

Nitekim heyetin başındaki Numan Kurtulmuş, sınırdan ayrıldıktan sonra yaptığı basın toplantısında sığınmacı Kobaneli sayısının 60 bine ulaştığını açıklamakla yetinmedi. Herkesi IŞİD'in Kobane'yi işgaline ve muhtemel katliamına hazırlamaya çalışan şu IŞİD için şunları söyledi: 

"Bir kere daha ifade etmek istiyoruz ki; IŞİD bir sebep değil sonuçtur. Eğer siz Suriye'de ve Irak'ta halkın büyük çoğunluğunu oluşturan kitlelerin siyasal katılım süreçleri içerisinde olmasını sağlamazsanız, eğer Suriye'de ve Irak'ta her türlü istikrarsızlığın önünü açarsanız ve insanlara kendilerini ifade etme imkânı sağlamazsanız bugün IŞİD'i yenersiniz ama Allah korusun yarın başka bir şey çıkar."

AKP'lilerin bu beyanatları, sanıldığı gibi dünya-âlemi enayi yerine koydukları için değil, Kürtleri daha da tahrik etmek içindi.

Daha da açık söylemek gerekirse, Hükümet, Kürtler'in Kobane'yle dayanışma gösterilerini artırması için her türlü zemini hazırlamıştı. Geriye bu zemini kendi lehine çevirebileceği korkunç olayların yaşatılması kalmıştı ki, "zemin" zaten buna müsaitti.

Olaylar yaşandı. Şimdi toplum Kobene ve IŞİD vahşetini konuşmuyor. Diyarbakır, İzmir, İstanbul ve bir çok ilde yaşanan 45 insanımızın yaşamına mal olan şiddet ortamını ve çatışmaları konuşuyor.

Olaylar ustaca "karanlık eller" tarafından "krimanilize" edildi. Çatışmalardan ve tepkilerden AKP kendisini "sıyırarak", çatışmaların "PKK- Hüda Par- Ülkücüler arası bir hadise" olduğu algısını yarattı ve birden olayları engellemeye çalışan "sorumlu devlet" rolüne büründü.

Durum birden "IŞİD'i-Kobene'yi bırak yakılan okullara bak" formatına çevrildi.

Yıllardır sözde PKK ile çözüm süreci yürütüyoruz diye anlatılan tablo bir anda Tayyip Erdoğan tarafından "PKK da, IŞID de aynıdır" diyen bir kışkırtmaya dönüştürüldü. Bu durumda Ahmet Emin Yılmaz ve Faruk Çelik "yahu öyleyse neden yıllardır müzakare süreci yürüttünüz?" diye sormadı.

Tayyip Erdoğan'ın New York'ta "PKK ile IŞİD'i bir tutan beyanatı", bu politikanın en üst düzeyde işleme konulduğunun ispatı oldu. Hemen peşinden Yalçın Akdoğan'ın "gücünüz yetiyorsa IŞİD'le savaşın, baş edin" diyerek Kürtler'i tahriki, bizzat "Suriye'nin dostları"nın yarattığı bir canavarla baş başa bırakma hovardalığının yarattığı tepkilerde AKP provokasyonunun, tahrikçiliğinin bir sonucu oldu.

Suruç'ta Kobane halkıyla dayanışmaya gelen sivillerin günlerce gazlanması da çevrilen dizinin başka bir sahnesiydi.

Şimdi de IŞID'i meşru gösteren bir algı yönetimi başladı. Mesele silah ve lojistlik yardımından başka bir zemine taşındı.

Başta Davutoğlu olmak üzere hükümetin neredeyse tüm üyeleri başından itibaren IŞİD vahşetini, Sünni Araplar'ın uğradığı mağduriyetin dışavurumu olarak lanse ediyorlar.

Ne var ki, bu beyanatlar şu soruya yanıt vermiyor: IŞİD vahşeti Sünni Arap ezilmişliğinin bir dışavurumuysa, Ezidiler, Türkmenler ve Kürtler niye hedefte? Sünni Araplar'a Ezidiler, Türkmenler ve Kürtler mi zulmetti?

Türkiye'deki örgütlü Kürtler'e bunun yanıtını veremeyen AKP'nin imdadına Kobane protestolarını kriminalize eden "karanlık el" yetişti.

Nihayet AKP, IŞİD'le münasebetini olaylar sırasında öldürülen yurttaşların üzerinden devşirmeye çalışıyor: "IŞİD'i bırak, vandallara bak!" Veya Tayyip Erdoğan'ın tabiriyle "Kobanê'nin Türkiye'yle ne ilgisi var?"

İşte tüm bunları Bursa'da bize Faruk Çelik anlatıyor ve Ahmet Emin Yılmaz da herhangi bir soru ve yoruma yer vermeden yazıyor.

Bu mezhepçi dil hepimizi yakar da farkında değiliz.

twitter.com/bulentaslanhan


 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.