SON DAKİKA
Hava Durumu

İmralı tutanakları

Yazının Giriş Tarihi: 04.03.2013 10:45
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.03.2013 10:45

Çok tartıştık, çok konuştuk, çok yazdık ama bu sefer daha mı umutluyuz?

Evet hem daha "umutluyuz" hem de daha "temkinli".

Kimse temkini elden bırakmıyor. Daha önce yaşanmış olumsuz ve sonuçsuz deneyimler herkesi temkinli kılıyor doğal olarak. Savaşmak kolay ama "barış zordur" yaşadığımız önceki deneyimlerden bunu biliyoruz.

Bu tür ortamlarda intikam duygularını tahrik etmek, yarayı derinleştirmek, düşmanlıkları hep diri tutmak kolay. Zor olan ise acıları dindirmeye uğraşmak ve unutulması için çaba harcamak. Barışı savunmak. Zor yani.

Yeni süreç başlayana kadar o denli umutsuz bir ortam vardı ki, tartışmak bile bazen zor oluyordu. İnsan kendini sert duvarlara konuşur gibi hissediyordu.

Şimdi umut biraz daha fazla.

Çünkü umutlanmak için çok neden var. Bir defa Kürtler'de en çok karşılığı ve tabanı olan Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan "çözüme yakın duruyor"lar.

CHP (bazı ulusalcı hezeyanları/atakları saymazsak eğer) ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu siyasi geleceğini bitirme riskine rağmen "hükümete yeni bir kredi açarak" sürece destek veriyor.

BDP ise "Habur sonrası gibi" bir süreç olmasın diye azami titizlik gösteriyor.

En önemlisi siyasette ve toplumda barış için kuvvetli bir çözüm isteği gözlemleniyor. Savaştan, çatışmalardan herkes yorulmuş durumda.

MHP ise bildik MHP işte.

Ancak, temkinli olmak için de bir çok neden var. En önemlisi "çözümsüzlük" için uğraşanlar var. İşte yaşanan Paris suikastları var. PKK ve Kürt cephesi içindeki ayrışmalardan medet umanlar var.

Diğer yandan Kürtler'de ciddi alınganlıklar var. Ama bir taraftan da zamanın ruhuna uygun özenli bir dil kullanma duyarlılığı var.

Umut ve temkinlilik bir arada yürüyor yani. Paris cinayetleri Kürtler'i bir araya topladı mesela. Diyarbakır'daki cenaze töreni beklenenin tersine tam bir "barış çağrısına" dönüştü. İçleri yanmasına rağmen; provokasyon tutmadı.

Herkesin birbirine "güvensizlik duyması" için de nedenler var kuşkusuz.

Herkes doğal olarak soruyor. Mesele "Kürt sorununu mu çözmek?" yoksa " PKK'yı mı çözmek?" Kürt sorununu çözemeyen bir girişimin -bir neden değil bir sonuç olan- PKK'yı çözmesi bir işe yarar mı?

Yine "şüpheler" devam ediyor. AKP'nin özellikle önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir "rahatlama sağlamak" gibi basit bir hesabı olabilir mi? Bu hamle aslında AKP'nin kısa vadeli bir taktik hamlesi olabilir mi? Bütün bu ihtimaller olabilir elbette. Bunlar güvensizliği büyütebilir. Tayyip Erdoğan'ın arada bir çıkıp "sürecin ruhundan uzak kışkırtıcı açıklamaları" olabilir.

Askeri operasyonlar devam ediyor olabilir. Bir yandan Kandil'e mektuplar giderken, bir yanda da Kandil bombalanıyor olabilir. Ama umut etmek ve umudu beslemek konusunda tereddüt etmemek dışında bir seçeneğimiz de yok ne yazık ki.

Abdullah Öcalan'ın bu konuda oynadığı rol önemli. Silahların susması ve kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için gücü yeter mi bilemiyorum. Öcalan uzun süredir "bir arada yaşamı esas alan çözüm talepleri için silahlara gerek olmadığı, savaş halinin bölgesel güç merkezlerinin müdahalesi vasıtasıyla çözümü tıkayan sonuçlara yol açtığı" görüşlerini savunduğunu duyuyorduk, okuyorduk. Ama yeter mi?

PKK'nın silahlı eylemlerinin, sürüp giden çatışmaların kalıcı bir barış için ortamı zedeleyen, toplumda giderilmesi uzun zaman alacak büyük acılara ve düşmanlıklara yol açtığı da ortada. Şimdilik eylemler durmuş durumda. Tekrar başlar mı? Güçlükler çok yani.

Diğer güçlük farkındayız ki, ABD'nin Ortadoğu politikalarında en uyumsuz yapı olarak görünen PKK'nın daha "Amerikancı" daha "Barzanici" bir çizgiye evriltilmeye çalışılması. ABD, Ortadoğu'da laik, tabanı etnik kimlikli kitlelerden oluşsa da, yönetim kadroları sol ve sosyalist olan hareketleri istemediği de ortada. Diğer Kürt hareketlerine göre PKK ve BDP de biraz böyle.

Kim bilir? Belki, Paris'te Sakine Cansız Kürt hareketindeki "sosyalist kadroları etkisizleştirmek" için CIA tarafından öldürüldü. ABD projeleri Ortadoğu'da yürüsün diye.

Bu ve benzer süreci aksatacak girişimler olabilir diye beklenirken. Milliyet ciddi bir gazetecilik yaptı ve İmralı görüşmelerini yayınlayıverdi.

Tüm ülke bu görüşme tutanaklarını konuşmaya başladı.

BDP heyetinin Öcalan'la İmralı'da yaptığı görüşmenin tutanakları, içerik itibarıyla önemli mi? Bir çok bakımdan evet, önemli olabilir. Ancak biraz abartılmadı mı?

Sizce sürecin yönünü bu aşamada asıl tayin edecek olan Öcalan'ın BDP ile yaptığı görüşme mi yoksa Öcalan'ın Kandil ve Avrupa'ya gönderdiği mektuplar mı?

O mektupların içeriğine ilişkin henüz bir şey bilmiyoruz. Gerek o mektuplar, gerekse muhataplarının vereceği cevaplar, İmralı'da "duyulmayacağı" rahatlığıyla yapılmış konuşmalardan çok daha önemli değil mi?

TUTANAKLARA DÖNERSEK...

Henüz kim sızdırdı ya da nasıl başarılı bir gazetecilik yapıldı bilinmiyor ama içerik reddedilmedi ve tartışılıyor.

Tutanakları okuyan herkes kendince belli bölümleri önemli buldu. Hatta kimileri işi ilerilere götürüp Öcalan'ı megolaman, narsist falan ilan edecek tıbbi tanılara yöneldi.

Benim burada dikkatimi çeken bölümler, barış süreci açısından önemli meseleler olmayabilir ama sürecin önemli aktörlerinden birisi olan Öcalan'ın "durduğu yeri" anlamak bakımından önemli.

ÇIKARIMLARIM

1- Bütün metni okuduğumda en "çarpıcı" bölümlerden biri, Öcalan'ın başkanlık sistemine "sıcak bakması" ve bu konuda Erdoğan'a destek vermeyi kabullenmesi.

Üstelik bunu, Sırrı Süreyya Önder'in kaygılı, "Kamuoyu bu konuda çok hassas... Totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediyorlar" türünden bir sorusuna cevaben söylüyor. Bundan, siyasi iktidar tarafından tasarlanan yeni rejimde, Öcalan için "Kürtlerin konumu" dışında diğer meselelerin çok fazla önemli olmadığı sonucunu çıkartmak fazla mı abartılı olur.

2- Tutanakların, bütününde dikkat çeken bir diğer yaklaşım da, AKP ve Cemaat arasında süregiden iktidar mücadelesinde Öcalan'ın Cemaat karşısında kesin biçimde AKP'nin yanında yer alması.

Öcalan, Cemaatin geleneksel kontrgerilla örgütlenmesinin yeni formu olduğuna inanıyor.

Öcalan'ın "iktidar içi kavgada" taraflardan birine karşı diğerinin yanında açık bir biçimde yer alması ve bunu yaparken karşısına aldığı Cemaat kesimine "düşmanlaştıran" bir dil kullanması, Cemaatin "diyalog sürecine" yaklaşımında fazlasıyla etkili olacaktır. Yakında bunun işaretlerini görürüz. Umarım süreci zora sokmaz.

3- Öcalan'ın önündeki en ciddi meselenin, öngördüğü sürece Kandil'i ikna etmek olduğu anlaşılıyor. Süreçte kilit rolün Kandil'de olduğu ortada. İlk aşamada ilan edilecek "çatışmasızlık" kararında sorun çıkmayabilir ama "çekilme" meselesinin sanılandan çok daha fazla "komplikasyona" ve "enfeksiyona" açık olduğu düşünülebilir. Karşılıklı ateşkes koşullarında bile çekilmenin en az iki yıl süreceği söyleniyor çünkü.

Uzun, sancılı ve kırılgan bir sürecin bizleri beklediği ortada. Bu süreçte en çok dikkat çekecek noktalardan biri de AKP'nin diyalog sürecini kendi siyasi planlarının bir aracı haline dönüştürme ihtimali.

YENİ BİR YETMEZ AMA EVET DURUMU OLUR MU?

Ben geçen anayasa oylamasında kafamda herhangi bir endişe yaşamadan rahatlıkla hayır cephesinde yer almıştım. Kafası karışan bazı dostlarımız sonradan tüm samimiyetleri ile "evet bize de yetti" diyecekleri noktalara gelmişti.

Şimdilerde bu durum yine hissedilmeye başlandı. Herkes umut etmek istiyor ancak Kürt sorununun çözümü, "nasıl bir Türkiye" anlamına gelecek?

Kuzey Irak'ta oluşmuş, Suriye'de de oluşabilecek olan Kürt bölge ve yönetimleri ile arasındaki sınırların silikleştiği daha büyük bir Türkiye mi olacak? Bu büyük Türkiye, "Türk tipi bir başkanlık" rejimine mi dönüşecek? Yoksa, çözüme uyumlu daha demokratik bir Türkiye mi kurulacak? Henüz bunların yanıtı yok, bilemiyoruz.

Kürtler'in yakalanan "tarihsel fırsat"ı değerlendirerek, elde edilecek kazanımlar karşılığında AKP'nin kafasındaki bir "Türk tipi başkanlık rejimi"ne razı olabileceği ilişkin kuşkular var.
Bu sıralar AKP yeni bir anayasa refarandumunu dillendirmeye başladı. Geçen referandumda olduğu gibi en geniş kesimlerin gönül rahatlığıyla EVET diyebilecekleri ile asla EVET demeyeceklerini "aynı paket içinde" karşımıza koyarlar ise ne olacak?

Barışa tüm kalbiyle evet diyecek, bunun karşılığının "Türk tipi bir başkanlık sistemi" olmasını da kabul etmeyecek olanların , "barış içinde bir arada yaşanacak" ülke için öne çıkmalarında fayda var.

Benim şu günlerde tek bildiğim gerçek ise. Savaş halini sona erdirecek her girişim ve gelişmenin iyi bir şey olmasıdır. Ne kadar eksik olursa olsun.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.