SON DAKİKA
Hava Durumu

Bülent Arınç adabı!

Yazının Giriş Tarihi: 26.03.2012 10:12
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.03.2012 10:12

Şimdi günlük hayatta birimiz bir diğerine "ayağını denk al" demiş olsa ne anlarız Allah aşkına.

Ortalamada ben "tehdit" ya da en hafif ifadesiyle "tahammülsüz" bir figür diye düşünürüm...

Peki bu cümle siyasi bir yetkili, özellikle siyasetin tepesindeki bir Devlet Bakanı ve kentimizin milletvekili Başbakan Yardımcısı birisi tarafından kurulursa, hadi karnımızdan konuşmayalım Bülent ARINÇ tarafından kurulursa ne düşünürsünüz?

Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum, ama şundan eminim. Kurulan cümlenin muhatabı ilgili gazete ve bu gazetenin yazarı tarafından bir şey düşünülmeyecek. Umarım yanılırım. Yanılırsam inanın bu yanılgımı bu köşede yazmaktan da hiç gocunmam.

Neden böyle düşünüyorum. Çünkü Bursa medyası özgür değil.

Bursa medyası kentin siyasi güçlerine, siyasi-ticari dengelerine ve bu "güçlerle ilişkisine" göre pozisyon almakta.

Yazabileceklerini ve yazamayacaklarını bu "güce yakın olma" durumu belirlemekte.

Kurduğum bu cümleler birilerinin canını sıksa bile maalesef ve üzülerek durum böyle.

Ne güzel ki Bursaport var. Burada "hesapsız-kitapsız" iki kelam edebiliyoruz her şeye inat.

Bu özgürlüğü kullanarak devam etmek istiyorum.

Son üç günümü Abant'ta Çalışma Bakanlığı'nın düzenlediği "İşçi Sağlığı İş Güvenliği Stratejik Planlama" toplantısına Türk Tabibleri Birliği temsilcisi olarak katılım sağlayarak geçirdim.

Ülkemizde sayıları gün geçtikçe artan ölümlü iş kazalarına rağmen gerek Bakanlığın gerekse de Hükümetin iş kazalarını engellemek üzere ne kadar çaba yürütüldüğünün anlatıldığı "arkası boş hikayeleri" dinledik nihayetinde.

Söz sırası bize geldiğinde, verilerle ortaya koyduğumuz "ihmaller" ve "tercihler" meselesi Bakanlık yetkililerinin yüzlerinin asılmasına neden oldu. Çünkü son iki yılda ölümlü iş kazaları sayısı yüzde 67 oranında artmıştı ve bunun en büyük sorumlusu her alanda olduğu gibi bu hizmetleri de "piyasanın kar hırsına terk eden" bir "tüccar hükümetin" tercihleri idi.

Ben bu toplantıyı ve neden her gün dört çalışanımızı iş kazalarında kaybettiğimizi yazmayı düşünüyordum. Neden her yıl tanısı konulamayan meslek hastalıkları nedeniyle tıpkı kot taşlama işçilerinde olduğu gibi 23-24 yaşındaki emekçilerin yaşamını yitirdiğini yazmayı düşünüyordum. Çünkü içimizi acıtan bu tablo maalesef Hükümetin ve Çalışma Bakanlığının piyasa tercihleri nedeniyle devam edecek.

Feryadımız Abant Toplantısı'nda pek işe yaramadı gibi görünüyor, bir basit yazının ne değeri olur bilmiyorum ama mutlak bu tercihlerin dramatik sonuçlarını da paylaşmalıyım diye düşünmüştüm.

Eve girdiğimde izlediğim bir haberle birlikte bu konudaki düşüncemi mesleki bir yayında/ortamda paylaşmaya karar verdim ve bu yazıyı yazmak üzere oturdum klavyenin başına.

Aslında meseleyi uzatmayayım mevzu şu.

Olay Gazetesi'nde Ahmet Emin Yılmaz "siyasi kulis" yazılarının içinde Bursa'da yapılacak AKP İl Kongresi'ne Başbakan'ın katılamaması gibi bir ihtimalin olabileceğini yazıyor. Olabilir. Çok önemli bir mevzu da sayılmaz.

Yerel siyaset dengeleri açısından bir değeri olabilir ama günlük hayat açısından Başbakan'ın Bursa'ya gelerek partisinin il kongresine katılması Bursa'nın sorunlarının çözülmesine özel bir katkı sağlamıyor zaten.

Defalarca kentimize Başbakan geldi ve gitti. Yine gelebilir veya gelemeyebilir.

Ancak bu tahminin yazılmış olması Başbakan Yardımcısı'nın özel bir öfke konusu neden olur?

Olgun bir siyasetçi açısından bu durum sorun olmamalı sanırım.

Yazılanları ve tahminleri-ya da bir haber kaynağına dayandırılan değişik görüşleri-okuyup geçmesi gerekmez mi?

Ama nerde o olgunluk?

Bu gazetede Başbakan Erdoğan'ın AKP İl Kongresi'ne katılmayacağı yönünde çıkan yorum üzerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç verip veriştiriyor.

Arınç'ın kurduğu cümleler hoşgörünün çok ötesinde ve tahamülsüzlüğün sınırlarını zorluyor.

"Şimdi burası yeri değil ama madem kameralar ağzı açık beni dinliyor, söylemeliyim..... Haddini bileceksin arkadaş... Bunların derdi benimle. Bana çakılmaz, benimle uğraşılmaz. 22 Nisan'daki kongreden sonra bunlarla daha rahat konuşacağız" diyor.

Yani ne yapıyor Arınç?

Tüm hoşgörüsüzlüğü ile medyaya "haddini bildiriyor"
Şundan çok eminim "haddi bildirilenler" bu agresif tutum karşısında "yutkunmak" zorunda kalacaklar.

Bu cümleleri kurulmamış sayacaklar, görmezden gelecekler.

Nedeni açık.

Arınç aslında satır aralarında "sizin medyanın ipleri hala TMSF'nin elinde, canımı sıkarsanız, olacakları tahmin ediyorsunuzdur, hizayı bozmayın bakayım" diyor.

Kentimizde herkes AKP içi "iktidar savaşlarını" biliyor aslında.

Arınç'ın yılların siyasi patronu Faruk Çelik'e karşı, mevcut il başkanı üzerinden bir "güç" gösterdiğini ve "kapışmanın", "gerilim noktasının" Yunuseli Havaalanı üzerinden yürüdüğünü de herkes biliyor.

Yerel iktidar içinde yürüyen, havaalanının açılması için, az sayıda bina traşlanacak-çok sayıda bina traşlanacak tartışmalarının aslında "traş" olduğunu da herkes biliyor.

Biliyor ama... aması var işte itiraz etmekte zorlanıyor...

Benim anlamakta zorlandığım nokta şurası.

Şimdi AKP toplumdan tepki gören her uygulamasında, hemen "toplumun yarısının oyunu alarak iktidar olduğunu" hatırlatıyor ya.

Şimdilik karşılarında "iyi de toplumun yarısının da onayını almadın" diyen etkin bir muhalefet yok ya.

Bu güç durumunun daha fazla hoşgörü daha kapsayıcı bir tutum yaratması gerekmez mi?

Siyaset tarihinde genelde güçlenen siyasi hareketlerin "tepedenciliğine" ve "bakın ne kadar hoşgörülüyüm" tutumlarına tanık oluruz.

Güç kaybettikçe "agresif" ve "saldırgan" tutumları artar.

Görünen o ki AKP güç kaybediyor gibi de değil.

Nedir bu "agresif tutum" o zaman?

Sadece Arınç'ın değil Başbakan'ın 4+4+4 eğitim tartışmasında Meclis'te yaşanan itiş-kakış sonrası kurduğu cümle neydi öyle; "anladığınız her dilden konuşuruz".

Nedir bu şimdi?

Bu tahamülsüzlük neden?

Siyasal tarihin bize öğrettiği başka bir şey daha var. En güçlü olduğu anda "saldırgan politiklar uygulayan, agresif dil kullanan, tahammülsüz, hoşgörüsüz davranan hareketlerin" sonuçlarının "sıradan faşizme" çıktığıdır.

Biz faşizm teorilerini Dimitrov kitaplarından öğrendik.

AKP, Dimitrov'un teorize ettiği klasik faşizm formatına uygun bir siyasal hareket değil ancak gün geçtiktikçe uygulamaları, başta "Kürt sorunundaki politika değişikliği" olmak üzere saldırganlaşıyor. Dili agresifleşiyor.

Neden acaba?

Bu uygulamaların/siyasal dilin kodları Kore'deki "Obama-T.Erdoğan görüşmesinde" gizlenmiş olmasın.

Hani Obama'ya güvence vermişiz ya; "Suriye meselesinde üzerimize düşeni yapacağız" demişiz ya. Hani bugün Şam Büüyükelçiliği"ni kapatmışız ve tüm görevlilerimizi ülkeye çağırmışız ya.

Eğer ülkeyi "haksız bir savaşın" içine sokacaksanız, her düzeyde iç ortamı kontrol altında tutmak için uygulamada da ,kurulan cümlelerde de saldırgan, hoşgörüsüz ve tahamülsüz sınırlarda gezinirsiniz.

İşte bunun adıda "sıradan faşizm" değil "siyasal faşizm" olur artık.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.