SON DAKİKA
Hava Durumu

Bir kez daha CHP üzerine

Yazının Giriş Tarihi: 05.12.2012 05:59
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.12.2012 05:59

Başbakan çok alıştı, "işine gelmeyen gündemlerin" üzerini "işine gelen gündemlerle" örtmeye.

Bu nedenle büyük bir hevesle tartışılan "Muhteşem Yüzyıl", "okullarda kıyafet zorunluluğunun kalkması", "idam cezasının tekrar uygulanması", "çelenk bırakma kısıtlaması" vb gibi başlıkların ne kadar bir değeri var, doğrusu bilmiyorum, oturup tartışabiliriz.

Bana biraz Suriye'de batılan "stratejik derinlik"ten çıkma çabaları gibi geliyor.

BDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve Kürt sorununda yeniden uygulanması düşünülen güvenlikçi sertlik politikalarını bu başlıklardan başka bir yere koymak elbette mümkün. Bu başlık ülkemizin geleceğinde kritik değeri olacak riskli kararları içereceğe benziyor. Bunu da oturup tartışabiliriz.

Ama benim hevesim bu genel gündemleri tartışmak değil, yerel gelişmeleri tartışmak yönünde.

Geçen hafta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu kentimizi ziyaret etti. Gazetelerden okuduğumuz kadarıyla yoğun bir program ve ziyaret zinciri gerçekleşmiş.

Yine basından öğrendiğimiz kadarıyla "işadamları ile CHP arasındaki mesafeyi daraltmak" hedefli bir faaliyet olarak planlanmış bu ziyaretler.

Bu arada ziyaret ettiği işadamlarının fabrikalarının yemekhanesinde işçilerle buluşmuş Kılıçdaroğlu. Biraz "patron gözetiminde işçi ziyareti" havasında olsa da işçilerle sohbet etmiş.
Bu durum kimi çevrelerce çok önemli bir "hamle" olarak değerlendirildi, kimi çevrelerce "yadırgandı".

Sol-sosyal demokrat bir partinin "emek dünyasına yakın olması" beklenen bir durum ama çoğu zaman gerçekleşen bir durum değil. Sanırım yadırganması buradan oluştu.

İşveren çevrelerine ve işadamlarına yakın olmaya çalışmak anlaşılabilir bir politik hamle sonuçta. CHP bir "sınıf partisi" değil "kitle partisi".

Kitle partilerinin her tür toplumsal çevre ve katman ile temas halinde olmasıda bir yere kadar anlaşılabilir elbette. Benim anlamadığım ise bunun yerel medyada ve bir çok çevrede "çok önemli bir hamle" olarak konuşulması.

Neresi önemli, bu ziyaretlerin? Akşam yaklaşık 500 işadamı ,eski DP-ANAP'lı ve AKP sonrası siyaset dışında kalmış bir çok çeşit siyasetçi ile beş yıldızlı otelde düzenlenen "yemekli buluşmanın" bu düzeyde önemsenmesini doğrusu anlamadım.

İşadamları açısından bakılınca, işadamlarını çok büyük mağduriyetler yaşayan bir grup olarak düşünmemiz anlamsız herhalde.

Tüm sosyal bilimciler ve siyasetçiler çalışma hayatını benzer tarif ediyor. Bir yanda yatırımcı sermaye grubu, diğer yanda bu işletmelerde çalışan işçiler ve emekçiler. Birde çalışma ortamını düzenleyen devlet. Yani üçgenin üç ucu böyle oluşuyor.

Sermaye ve emek arasında yıllara dayanan bir "çıkar çatışması ve emek mücadelesi" bir çok teorinin ana çerçevesini oluşturmakta. Bu gruplardan hangisi güçlü ise alanı düzenleyen devleti o etkilemekte ve yasal düzenlemeler bu grubun isteklerine ve çıkarlarına göre dizayn edilmektedir.
12 Eylül sonrasında tüm emek örgütlerinin çökertilerek zayıflatıldığı gerçeği ortada. Sadece sendikalı işçi sayısındaki "komik rakamlara ve oranlara" bakarak bile bunu anlamak mümkün. Az sayıda sendikalı olan işçilerinde, sendikalarının niteliği ve gücüde ortada.

Geriye tek yalın gerçek kalıyor. Devlet çalışma yaşamını "güçlü olan" sermayeden yana düzenliyor. Bu durumda çok yalın.

Sadece asgari ücret rakamlarına bakmak yeterli aslında. Bunun yanısıra "esnek çalışma", "güvencesizlik", "taşeron çalışma", şimdilerde konuşulan "kiralık işçilik" ve sözüm ona "güvenceli esneklik" düzenlemerine bakınca bu ülkedeki işçilerin durumu da ortada.
Tüm bunları sermaye lehine AKP zaten düzenlemekte.

Anladığım kadarıyla belli sermaye gruplarının "küresel kapitalizm" in rekabet koşulları ve üretimlerin daha uygun ülkelere - Çin, Romanya, Bulgaristan, Hindistan- kaydırılmasından kaynaklanan , yaşadıkları bazı sorunlar var.

Sonuçta bırakınız Kılıçdaroğlu'nu, AKP'nin bile "küresel ekonomik zorunluluklar" nedeniyle çözüme ulaştıramayacağı bir ekonomik dengede, CHP işadamlarına ne vaad ederek elini uzattı acaba?

Yine basından öğrendiğim kadarıyla en çok alkışı vaad edilen "işadamlarına yeşil pasaport" temennisi almış.

Eğer "yaşam tarzından kaynaklanan rahatsızlıklar" yoksa sadece yeşil pasaport uğruna işadamlarının AKP'den vazgeçip CHP'ye yanaşacağına inanmıyorum doğrusu. Siz inanıyormusunuz? Gerçekçi olmaz.

Hadi şimdi işadamlarını anlamaya çalıştık peki "eski sağ siyasetçilerin" gördüğü ilgiye ne diyeceğiz?

"Bursa demokrasi hareketi" adı altında bir kısmını benimde tanıdığım, daha çok bir fikir klubü faaliyeti yürüten eski sağ politikacılara oluşan bu ilginin nedeni ne olabilir acaba?

Bu siyasetçilerin yaygın ve güçlü bir "toplumsal karşılığı" var ve biz bunu hissetmiyoruz ancak CHP Genel Merkezinin bunu hissediyor olabilirmi ?. Bunu düşünebiliriz belki.
İyimser bir düşüncede CHP Genel Merkez yöneticilerinin AKP karşıtı tüm siyasal akımları bir yerde toparlamaya çalışma isteği olabilir.

Ne kadar gerçekçi peki. Bence değil.

Bu durumu besleyen ve şimdilerde yerel medyada epey yer kaplayan şöyle bir "siyasal geyik" var ya.

"CHP'nin en etkin, en çalışkan, en yararlı milletvekili Turhan Tayan, geri kalanı boş".
CHP Genel Merkez yöneticileri bunu gerçek mi sandı acaba?

Bu nedenle sağ siyasetçilerde bir "cevher" olduğu algısınamı kapıldı acaba?

Eğer durum böyle ise "politika belirleme yöntemleri" açısından çok vahim bir "saflık var" demektir CHP adına.

Bursa'da medya patronları ile başta Turhan Tayan olmak üzere sağ siyasetçilerin ilişkileri, geçmiş siyasal bağları düşünüldüğünde bu "siyasal geyiğin" gerekçesi anlaşılabilir.

Medya -her tür iktidar ilişkisi anlaşılabilir ama kimi köşelerde yazıldığı gibi " CHP tabanıda böyle düşünüyor" türünden bir algı kabul edilemez herhalde.

Ben biliyorum ki CHP tabanının çok önemli bir bölümü böyle düşünmüyor ve bu kadar "sağcılaşmaktan" da rahatsız.

Bir taraftan da Bursa'da solun temsiliyeti, Metin Çelik-Turhan Tayan-Mustafa Bozbey üçlüsünün CHP-MHP-DYP-ANAP arası siyaset tarzına kalmışsa eğer, durum sol adına hiç iç açıcı değil demektir. Görüntü şimdilik böyle.

Bu denli sosyal eşitsizliğin olduğu bir kentte, CHP'de solun evrensel değerleri - eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış- yeteri kadar yer bulamayınca, bir konuşmanın veya açıklamanın içerisinde yirmiyedi kez "Atatürk", otuzdört kez "Cumhuriyet değerleri " geçirilmesi siyaset ve temsiliyet sayılınca, ortaya da bu "siyasal geyik" çıkıyor işte.

Özetle; ortada aslında "sağ ve sığ" bir siyaset hattı olunca, durumda bu oluyor doğal olarak.

Şimdi bana da denebilir ki " CHP il yönetimi seçimlerine girdiniz ve kaybettiniz. Bu değerlendirmelerin "kaybetmenin kıskançlığı" ile yapılmış değerlendirmeler olmasın sakın."
Gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki; değil.

Biz -arkadaşlarımla birlikte- eşitlik,özgürlük,kardeşlik ve barış siyaseti CHP'de ne kadar karşılık buluyor? Bu karşılık ne kadar güçlü? İl kongresinde ölçmüş olduk. Anladık ki şimdilik bu kadarmış. Yoksa "siyaset esnaflarının" karşısında kaybedebileceğimizi başından biliyorduk.
Aslında bu tarzın geçersizliği Kılıçdaroğlu'nun kendi pratiği açısından da ortada.

2009 yılında, yerel seçimler öncesi, Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin ihmal ettiği dar gelirli gruplara ve partinin iletişim kurma gereği bile duymadığı varoşlara ulaşmasıyla birlikte, İstanbul'da CHP'nin oylarını on puan yukarı çekti. Yani İstanbul seçimlerini zorladı.

Eğer başarı kabul edilirse ki bana göre başarıdır. Bunu "işadamları" ve "eskimiş sağ siyasetçiler" ile sağlamadı ki. Bu durum bile yaşanmış bir pratik olarak öğretici aslında.
Diğer yandan ülkemiz demokrasisi, militarist, bürokratik, seçkinci, gerici sağ anlayışlardan çok çekti. Açık ki sol -sosyal demokrat partiler bu yaftalardan uzak durmalıdır.

Bir de yakın geçmişte Baykalist politikalar nedeniyle , inanç ve etnik kimlikleriyle değil, sol ve sosyal demokrat düşüncelerle partide yer aldıkları halde, Solcuları, Alevileri ve Kürtleri partiden tasfiye ederek sağ oyları partiye çekeceklerini sanan tasfiyeciler gibi yapmamalıdır CHP yöneticileri.

Sağdan "çıkış aramak" çok denenmiş bir yöntem. Bir faydası olmuyor. Üstelik uğruna kaybettiğin insanlara yazık ediliyor.

Ülkenin ana toplumsal damarlarıyla CHP arasındaki bağı da kesmek Baykal döneminde "hayırlı bir sonuç" yaratmamıştı. Yine "sağa yanaşarak" yürümeye çalışmak benzer bir durumu yaratacaktır.

CHP'de ihtiyaç duyulan çoğulculuk ve katılımcılık işadamlarına ve eski sağ politikacılara daraltılırsa Kılıçdaroğlu ile başlayan sürecin artık azalmaya başlayan heyecanı daha da "sönebilir".

Bilmem anlatabiliyor muyum?

SONUÇ:
Derdim "çok bilmişlik" yapmak değil.

Ancak CHP'de bir kaç ana akım olduğunu söylemeliyim.

1- Bütün derdinin, parti içini dizayn etmekten ibaret olduğuyla ilgili sayısız deneyime sahip olduğumuz GELENEKSEL çizgi. Hala bildiğimiz tarzlarını yürütüyorlar.

2- Özellikle AKP sonrası dönemde merkez sağın tarumar olmasıyla birlikte, partimize gelen ve partimizdeki iş - ihale - belediye odaklı partili gruplarla buluşan siyaseti "iş" CHP'yi de bu işin organize edildiği bir "aracı kurum" gibi gören "APOLİTİK " çizgi.

3- Hala CHP'nin sol ve sosyal demokrat siyasi hatta etkili, üretken bir parti olabileceği umudunu koruyan DEĞİŞİMCİ çizgi.

CHP'de değişimci çizginin büyümeye gerçekten ihtiyacı var.

Bir de bu ülkenin, yaşanan bunca eşitsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, şiddete, sömürüye, savaş ihtimaline karşı bir duruş gösterecek CHP'ye ihtiyacı var.

Bu tarzdan bu ihtiyaç çıkmaz. 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.