SON DAKİKA
Hava Durumu

Yaşam felsefesi

Yazının Giriş Tarihi: 26.05.2015 10:13
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.05.2015 10:13

"Düşünmeyi beceremeyen kişi var mıdır?" sorusu aklımızda dolanmaya başladığında, hiçbir şeyi düşünmediğini düşündüğü noktada bile bir düşünme eylemi içinde olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Bu, insan aklının zorunlu işleyişidir.

Ne sadece algı, ne irade ya da bilinç tek başına kişiliğimizi, duruşumuzu belirlemez. Yaşam karşısında tutumumuz, tavrımız yaşam felsefemizdir. Bu kavramın içinde pek şey gizlidir. İnançlarımız, çocukluğumuz, gençliğimiz, okuduklarımız, deneyimlerimiz hepsi vardır. Bütün bunların bileşimi yaşam bakışımızı oluşturur. Sorgulayıcılıktan kaçan gelenekçilerin tersine, bize bir ölçüt sunan, aklın süzgecinden bizi aydınlığa doğru götüren filozofların başında "Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir" diyen Sokrates gelir.

Diogenes ise, bütün gereksinimlerimizi basite indirgeyip, en azla yetinmeyi öğrenerek hatta böylelikle daha mutlu ve özgür olacağımız vurgusunu yaparak bir yaşam felsefesi öğretisi sunar bizlere.

Platon, "Gerçeği aramayan iki varlık vardır; Tanrı ve bilgisiz insan" sözü ile yaşam felsefesini bilme, merak, gerçeği öğrenme isteğine bağlar.

İnsanları hantallaştıran dogmalarından, sıradanlaştıran alışkanlıklarından, giderek azalan heyecanlarından koparıp bize "var" olmamızın nedenlerini sormaya iten tek düşünme etkinliğimiz felsefedir.

Yaşam felsefesi, insanın yaşamayı biçimlendiren gücüdür. Felsefenin işlevi, henüz bilimin çözemediği metafizik alanlarda düşünebilmek, dünya görüşümüzü genişletmektir. Çünkü düşünebilmek sınırsız bir çabadır. Dünya görüşümüz aslında yaşam felsefemizdir.

Nermi Uygur, "Her birimiz yeni bir ışık yakmak zorunda olsak bile, bunu başarabilecek güçte olmadığımıza inanabiliriz. Gene de başaracak güçteymiş gibi davranmamız gerekir. Başkalarının yaktığı ışık yeter de artar diye düşünsek bile, aydınlanan önümüzü kendi gözümüzle görmekten başka olanağımız bulunmadığını akıldan çıkarmamalıyız. Akıl yalnızca göz değildir ama gözde akıldır" derken bile, bizde kendi kibritimizi arama isteği uyandırır. Çünkü yaşam felsefemiz kendi yaktığımız ışıktan başka bir şey değildir. Bunu nasıl başaracağız?

Yine Nermi Uygur, "Aklın, mantığın en uygunsuzu bile, yeter ki bazı pürüzlere aldırmasın yaşamımızı düzenler. Önemli olan mantıklardan hangisinin yaşama tıpatıp uygun olduğunu saptamaktır. Bunun içinse, yaşam denen şeyin kendisinden mantıklı olması gerekir. Buysa mantığın ötesine sıçramayı gerektirir. Ancak orası her türlü anlayışın, kavrayışın ötesidir. Demek ki yaşam aslında mantıklı değilse hiçbir mantık onu mantıklı kılamaz. En iyisi mantık yürütmeyi bırakıp düpedüz yaşayıp gitmek midir? Ancak bu da mantıklardan bir mantıktır" sözleriyle yaşamın ve mantığın birbirleriyle olan çelişkilerine, işimizin aslında ne zor olduğuna vurgu yapar.

Bize düşen mantıklardan mantık beğenmektir artık. Yaşama felsefesi, kendimizce kurduğumuz mantık içinde belirlediğimiz bir duruşa, yakaladığımız ilkelere uymaktır. Yaşamı keşfedilme zorluğunu unutmamak gerekir bu noktada. Somut-soyut tüm boyutlarıyla insan yaşamının içine dağ yarıklarından iner gibi düşer ve yaşamaya başlar. Bitkiler, hayvanlar ise sadece canlıdır. Niçin, neye göre, nasıl yaşayacağını sorgulayan tek canlı olarak Sartre'ın dediği gibi "Özgürlüğe mahkûm" olarak doğarız. Mahkûmiyetimiz aslında bizim özgürlüğümüzdür. Çünkü "insan" olmanın başka yolu yoktur.

Bir bakıma herkes yaşam filozofudur. Her tek kişinin yaşamı uyur-uyanık, bilinçli-bilinçsiz, iyi- kötü ne varsa bunlara verebildiği kendisine en uygun gelen yanıtların toplamıdır.

Susulan, düşünme tembeli, var olma emeklisi olunulan yerde felsefe barınamaz. Deneyimlenmemiş, yaşamın ucundan kıyısından tutulmamış, olanca varlığıyla dipte boy verilmemiş yaşamın içinde de felsefe yaşayamaz. Yaşamın içine karışmakla, ipuçlarını aramakla, sırları kendince çözmeye çabalamakla, kendi sorgusunu yapmakla yaşam felsefesine sahip olabilir bir kişi.

Başkalarının yaşam felsefeleri, bedeninize dar ya da bol gelen size uymayan sakillikle üzerinize yakışmadan iğreti giysiler gibi duracaktır.

Hiç kimse bu noktada bir başkasına hazır reçeteler sunma olanağına sahip değildir. Aklı, yüreği ile yaşam denen zorlu yolda kendisine bir patika açabiliyorsa ya da başkalarına patikalar açarak gözlerini ufka doğru bakma cesareti verebiliyorsa ancak kendi yaşama felsefesini oluşturur diyebiliriz. Ya gözü açıkken yüreği körlenirse? Belki de yaşam felsefesi, körlenmeden yaşamayı becerebilmektir. Hepimiz kendimizden biraz uzaklaşarak yaşamdaki çıraklığımızdan ustalığa doğru adım atabiliriz. Hiçbir yanılgı, acı, ayrılık, hüzün ve sevinç yaşamamış, hata yapmamak için korkarak yaşayan biri yaşam felsefesini oluşturamaz. Çünkü doğa doğruyu içinde saklayan yanlışlarla doludur. Olgunlaşıp yere düşmemiz için bir yalancı baharda açabilmek, üzerimizden zorlu bir kışın geçmesi gerekir. O vakit toprağa borcumuzu ödeyebiliriz ancak.

Yaşam, her insanın ömür denen o karmaşık yumağı çözerken yarattığı benzersiz, gerçeği yorumlarken, kavramaya çalışırken okuduğumuz aslında kendi öykümüzdür. Hem yazar hem de oradan alıntılar yaparız. Bu da Don Kişot'ça yaşamakla, bizi sarmalamış geleneklerin içinden sıyrılıp kendi yüzümüzdeki çizgileri koruyabilmekle mümkündür.
Çocuklar için dünya ilginçliklerle, heyecanlarla dolu bir lunaparka benzer. Oradaki her şeyi denemek, öğrenmek isterler. Oysa büyükler için dünya sıkıcı ve sıradandır.

Filozoflar ise dünyaya bir türlü alışamazlar ve akıl almaz bir yer olarak görürler. Çocuklarla ortak noktaları burasıdır işte. Bir filozof ömrü boyunca o lunaparkın içinde ilk anki heyecanıyla duyarlı bir çocuk olarak kalır.

"Dünyaya alışmamış bir filozof musun yoksa bunu asla yapamayacağına söz vermiş bir filozof musun?" diye sorulur "Sofi'nin Dünyası" adlı kitapta.

Ancak çocuk yüreğimizi, heyecanımızı ve hayretimizi kaybetmeden büyüyen insanlar olarak yaşama felsefemizi oluşturabiliriz. Anlaşılamayan çok şeyin, keşfedilemeyen birçok gizin olduğunu bilerek yönümüzü belirleyebiliriz. Yaşam felsefesinde dünyanın sizi nasıl gördüğünden çok, sizin dünyayı nasıl yorumladığınız önem taşır. Sadece kendi dünyamızı kurabilirsek bunu başarabileceğizdir. Newton'un dediği gibi "Dünya beni nasıl görecek bilemem fakat ben kendimi keşfedilmemiş kocaman gerçekler okyanusunun kıyısında oyalanan, orada yumuşak bir taş ya da güzel bir deniz kabuğu bulan bir çocuk gibi görüyorum" sözüyle de yaşama bakabiliriz.

Felsefesiz yaşamak bir anlamda gözleri kapalı, ışıksız yaşamaktır. Aklımızın ışığıyla adımlarımızı atabilmek gözlerin ışığından çok daha göz kamaştırıcıdır.

Elbette ki yaşamın acımasızlığında, evine ekmek götüremeyen, grev yapan, günün neredeyse tamamını emeğini aktardığı iş yerlerinde bırakan ve karşılığı olmayan gerçekliğin ötesine hiçbir yaşam felsefesi geçemez. Çünkü en temel şart ayakta kalabilmek için karnını doyurmaktır. Felsefe aklın olduğu yerde, yani mideden sonra bedenin en üstünde konumlanmıştır zaten. Doğa bize sessizce fısıldar "Bir dilim ekmek, yeni bir düşünceden daha değerlidir, aç bir insan için." Bunu fark edebilmek içinse yine felsefe gereklidir. Düşünmek "farkında" olmak demektir aynı zamanda. Neden aynı dünyada birilerinin özel uçakları dahi varken diğerlerinin bir çift ayakkabısı olmadığının farkına varabilmektir.

Yaşam felsefesi bu gerçekliğin bilgisi üzerinde var olur. Var olmak, bir anlamda tohumla toprağın ortaklığıdır yani yaşamın ve düşüncenin.

Bu yazıyı en güzel Melih Cevdet ANDAY'ın şiiri tamamlar.

DEFNE ORMANI

Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
İçin felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.

Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hâlâ yeşil bir defne ormanı altında.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.