SON DAKİKA
Hava Durumu

Ölüm ve kadere inat; 'Olmak'

Yazının Giriş Tarihi: 29.06.2015 10:11
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.06.2015 10:11

Senden hep önde, önce olduğum için biliyorum. Bıraktığım izlerden, adımlarımdan yürüyorsun, yürüyeceksin yine bilmeden. Ben nerede ikimizden ipucu bırakırsam, belli belirsiz bir izin varlığını hissedersen sen de oraya, o yöne doğru gideceksin yine bilmeden.

Yaptığın her şey, neredeyse bilmeden yaptıklarının toplamı olacak, oluyor. Bazen içinde bir boşluk, çoğu zaman anlamsızlık, neden böyle yapıyor olduğuna dair cevapsız soruların olsa da, bir şekilde benim senin üzerindeki görünmez çekim gücüme karşı koyamıyorsun, koyamayacaksın.

İki kere gelmeli insan dünyaya, iki kere!

Sadece yaşayamadıkları için bir kez daha gelebilmeli. Haksızlık yapılmazdı böylece hiç kimseye. Eşitlik ancak o vakit sağlanmış olurdu. Eşitsizliğin tek çeşidi vardı aslında. Ne kadın, ne erkek, ne çocuk, ne başka tür bir özgürlük. Sadece mutsuzluk eşitsizliğdi yaşanan. Ancak mutlulukları denkleştirilirse insanlar eşitlenebilirdi. Yoksa iş ölüme kalıyor yine. Bir tek orada bir ve aynı oluyor insan. Zengini, fakiri, kadını, erkeği, çoluğu, çocuğu.

Ölüm insanın yüzüne bile bakmadan gelir. Gözlerindeki kedere ve ışığa bile bakmadan. Kendi gözlerinin körlüğüdür ona böyle yaptıran. Yoksa bir genç kızın ışıldayan saçlarına eş umutlu gözlerini, henüz yeni doğmuş bir bebeğin dili çözülmemiş gönlünü almaya gücü yeter miydi; ölüm döşeğinde can çekişen, bütün sevdiklerini kaybetmiş bir yalnızı, canı kalbinden çıkalı çok olmuş bir acılıyı, ölümü bekleyeni görmezden geliyorken.

Zamansızlığın içinde acıların, sevinçlerin içinde uyuduğu yere doğru geliyorsun. Zaman olmayınca yok olan, geçip giden, değişen de olmuyor. Tanrı'dan kaçırdığın, en özgür olduğun ana doğru giderken düşünmüyorsun bunları.

Ölüm yoksa dirim de yoktur. Çünkü ölünce bir daha ölmez insan. Hafifler. Hafiflik özgürlüktür. Yapacak, yetiştirilecek işler, görevler, yoksunluk ve yoksulluklar da olmaz o vakit.

Vakit, zamansızlığın ötesizliğidir aslında. Ölümden kaçmak için, Tanrı'nın ulaşamadığı bir alan yaratmaya çalıyorsun kendine. Yazıyorsun. Kelimelerin arasına gizlenirsen, ölümü şaşırtıp seni bulamayacağını düşünüyorsun. Yazarken özgürsün, çünkü Tanrı'nın eli dolaşmıyor satır aralarında. Ölümü fısıldayamıyor kelimelerin içinden sana. Ölüm, yazıları okumayı bilmiyor. Bildiği tek şey almak.

Doğru mu yanlış mı, genç mi yaşlı mı, vakitli mi demeden. Sen hep yazıyorsun. Tanrı'dan kaçırdığın anları yazıyorsun. Yaşayarak gerçekleştiremediklerini yazarak yaşıyorsun. Kelimelerle bir mağarada yüzyıllar sonra seni keşfedecek madenci bir okurla karşılaşmayı umarak kristalleşiyorsun. Kristali en iyi temizleyen şeyin toprak olduğunu biliyorsun. Toprakla arınma anına kadar kendine ışıktan biçimler yaratıyorsun. İçine hayat akıtıldığında bütün renkleri yansıtan ışık oluyorsun.

Ve ben seni bekliyorum. Sessizce. Sen zamanın dikenli tellerinden aşmaya ya da yolun sonunda yeni yollar yaratmak için çabalıyorken ben susuyorum. Biliyorum ki susmak zamanı beklemek değil onu aldatmaktır aslında.

İşte şimdi "herkes" oluyorsun. Çünkü bütün yaşamayanlar birbirine benziyor.

"Yazmak budur işte," diyorsun içinden. "Sustuğunda, söyleyeceklerinin hâlâ devam ediyor olmasıdır," diye geçirirken; "Sıra susanların diline, susma katına geldiğinde, 'Ol'madığında bile 'Ol'abilmekte," derken ben işitiyorum seni.

Beni, yanağında saklı gamze gibi, fark etmiyorsun. Unutuyorsun. Göz göze geldiğimizde, tıpkı arada beliriveren gamzen için aynadaki görüntüne yansıyan gülümsemene benzer birden gülümsüyorsun.

"Huzurlu, mutlu öldü," diyorlar başucunda bekleyenler.

İnsan ölünce yok olmaz, aksine, o vakit tam "Olur!" Çünkü ölünce susar insan.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.